Hayatımın en iyi/acı rastlantılarından biridir.
Çok iyi, çok harika bir radiohead şarkısıdır. Duygu yoğunluğu çok iyidir gerçekten ve klibi de bir o kadar özgün. her gün, her an ve her yerde paylaşmak istediğim ama kimsenin de bilmesini istemediğim parça.
hayat durur bazen, o bir akış içerisinde ilerlemesini sürdürse dahi insanın yaşayışı-algılayışı-düşünüşü-hareketleri durma noktasına varır, devam etmenin öngörülemez bir gerçek olduğunun bilincinde olarak dinlenme evresine bırakır kendini. döngüsellikten çıkışın olmadığını, her kapının ardından parlak ışıklar saçsa dahi -ki umut en garip şey- kilitli olduğunun fark edilmesinin er geç yaşanacağını, sonunda ışıktan iz olmayan bir tünelde gözleri kapalı bir şekilde ilerliyor olduğunu, trenleri hep kaçırmış olduğunu ve hep kaçıracağını, bulunduğunu -sandığı- trenlerin dahi kendi algısallığının yanılsamasından ibaret olduğunu bilerek.
solup gitmeye, kararmaya yüz tutacak ufak parçacıklar dahi olmadığımızın bilincinde olarak ve makineselliğin öz benliğin birincil temellerinden biri olduğunu hep arka plana atarak büyük karanlık boşluğun yolunda varlığımızı sürdürüyoruz, belki de o karanlığın oluşumunun dahi bizlerden ibaret olduğunu düşünmeyerekten. -ve bizleri yine bizlerin tüketeceğini.
tanım: hakkında çok fazla şey söylenmesi gereken bir şarkı. kendini yazan bir şarkı evet.
aşmış bir şarkı olarak, otoban ve hız sınırı açısından dikkat edilmesi gereken bir yapıttır. mazallah, süratinde sonu yok.
edit: en iyi ilk 3 radiohead eserim arasına sokarım ben bunu ısrarla.
"this machine will, will not communicate
these thoughts and the strain i am under
Be a world child, form a circle
Before we all go under
And fade out again and fade out again"
insanın içine oturup boğazını düğümleyen şarkıdır. kafanızı müziğin omzuna yaslayıp ağlayabilirsiniz ya da boş boş bakabilirsiniz ama tepkisiz kalmak, yolda yürürken sıradan bir şarkıymışçasına dinlemek neredeyse imkansız.
thom yorke street spirit hakkında ise şunları bakın şunları söylemiş. şarkıyı hissetmiş biriyseniz eğer mutlaka okuyun derim:
"Street Spirit" en saf şarkımız, onu ben yazmadım. O kendisini yazdı. Biz sadece onun elçileri, biyolojik katalizörleriyiz. Şarkının özü benim için tam bir muamma ve bir daha hiç bu kadar ümitten yoksun bir şarkı sözü yazmam heralde. En hüzünlü şarkılarımızın bile içinde bir yerde bir maksat vardır. Street Spirit'in amacı yok. O sonunda ışık olmayan karanlık bir tünel. O, kendisini sadece melodinin sesinin tanımlayabildiği, çok acıtan tüm trajik hisleri temsil ediyor. Hepimizin şarkıyla başetmede bir yöntemleri var. Buna ayırma deniyor. Özellikle ben; duygusal radarımı bu şarkıdan ayırıyorum, yoksa çalamam. Yarılırım. Sahnede yığılıveririm. Sözlerinin anlaşılır bir anlamının olmamasının, birkaç mini-hikâyeden veya görüntüden oluşmasının sebebi budur. Müziğin ve şarkı sözlerinin birlikte oluşturduğu duygusal bütünlüğü ifade etmesi için müziğin içine imgeler yerleştirdim. "bir gün bunların hepsini hepten yutacaksın" derken anlatılan budur. Duygusal bütünlüğü kastettim, çünkü içimdeki duyguyu ifade ettirmedim. Parçalara ayrılırdım. Hayranlarımız şerkının kendilerini delip geçmesine izin vermekte benden daha cesur, ya da belki de ne dinlediklerini bilmiyorlar. Street Spirit'in, ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın, son gülenin o olacağını bilerek kahrolası şeytanın gözlerinin içine bakmak hakkında olduğunu anlamıyorlar. Ve bu gerçek, ve doğru. istisnasız her şartta son gülen şeytan olacak, ve bunun hakkında fazla düşünürsem çatlarım. Bu şarkıyla duygusal olarak başa çıkabilen hayranlarımızın olduğuna inanamıyorum. Şarkının ne hakkında olduğunu bilmediklerime kani olmamın sebebi budur. Bundan dolayı onu konserlerin sonuna doğru çalıyoruz. Şarkı beni deliyor, ve sarsıyor, ve her çalışımda çok kötü acıtıyor. Anlamına inat, tezahürat eden ve gülüşen binlerce insana bakmak, tıpkı köpeğinizi terk edecekken köpeğin kuyruğunu sallayarak duruşu gibi. Buna benziyor ve bu kalbimi kırıyor. Keşke şarkı bizi katalizör olarak seçmeseydi, ben onu istemiyorum. Çok şey istiyor. O şarkıyı ben yazmadım.''