2006 yapımı 113 dakikalık komedi/dram/fantastik filmi. Baş rolleri will ferrell, dustin hoffman ve maggie gyllenhaal paylaşıyor. Filmin altın küre adaylığı bulunuyor, türkçeye "lütfen beni öldürme" gibi alakasız bir şekilde çevrilmiştir. Imdb notu 7.6
the truman show'un televizyon değil de kitap versiyonu olan "yazmak" konulu bir film. en az onun kadar keyifli, samimi. kim bir kitabın sonu güzel bitsin diye kendini feda edebilir ki?
--spoiler--
sonunu bok etmişler filmidir. gebersin pezevenk işte lan ben razıydım yani. türkçeye de yarrak gibi çevirmişler ismini o muhabbete hiç girmek istemiyorum. sonu dışında mükemmele yakın eğlenceli dolu dolu film. mantığı da çok düzgün ve farklı. sonuna kadar izleyin sonra kapatın.
--spoiler--
türkçeye "lütfen beni öldürme" diye çevrilmiş bir film.
bir yazarın kitabındaki baş kahramanın, gerçek hayatta yaşıyor olması üzerine kurulu. ya da nasıl diyeyim lan..bir hikayenin baş kahramanı olduğunu öğrenen bir adamın hikayesi..bu söylemek istediğimi daha çok karşılıyor sanki.
kurmaca yapımların iyi örneklerinden biri. ama filmin içinde bile, filmin sonunun diğer türlü bittiğinde baş yapıt olacağını söyler ki aynen öyledir..gerçekten de öyledir..
sanki yönetmen: " iyi mutlu son mu istiyorsunuz alın amk!" der gibi mutlu sonu çıkartıp yüzümüze vurmuş. böyle olunca da mutlu bittiğine sevinemiyorsun..çok tuhaf bu yönüyle.
lütfen beni öldürme ismiyle bilinen bir film. filmin ana konusu bir roman yazarının kendi yazdığı roman kahramanının aslında yaşadığını öğrenmesiyle özetlenebilir. filmi izlerken aklıma gelen bazı noktaları aktarmak isterim:
kahramanımız harold crick'in sevgilisi rolündeki "ana" ve romanın yazarı olan "karen eifel" ismi bana son derece manidar geliyor. bir anlamda modern bir anna karenina izlenimi uyandırıyor. neden peki? harold'ın mevcut değişimi ana isimli kurabiyeci kadınla tanışmasıyla başlıyor. ve harold'un hayatının nasıl sonlanacağına dair kararı da romanın yazarı olan karen eifel yapacaktır. anna karenina romanının sonunun belirsizliğine inceden bir göndermedir bu. çünkü anna gerçekten trenin önüne atladı mı bunu asla bilmeyiz.
bir diğer ilginç noktaysa yazarımız karen eifel'in soyadı olan eifel... guy de maupassant her öğle yemeğini eyfel kulesinde yermiş. bahse konu kuleden ne kadar nefret ettiği bilinirken neden gittiği sorulduğundaysa şu cevabı verirmiş:
"çünkü burası kulenin görülmediği tek yer"
karen eifel'in soyismi de bir anlamda bu olaya göndermedir. filmdeki yazarımız olayın o denli içindedir ki gerçeği göremez. bir de maupassant hikâyeciliği bilindiği üzere olay örgüsüne dayanır. bu da bana son derece ironik geliyor. çünkü filmdeki hikâye bize şu soruyu sordurur:
harold o eylemleri yaptığı için mi yazılıyor, yoksa karen yazdığı için mi harold o eylemleri yapıyor?
dünden beri deli gibi vangelis dinlememe neden olan film. sonundaki sahnede La petite fille de la mer in çaldığını filmi ikinci izleyişimde farketmemle birlikte bu haftasonumu vangelis dinleme haftasonu yaptım sözlük.
ayrıca ana pascal gibi bir anarşist sevgilim olsun istiyorum.
bir bursa-istanbul yolculuğu sırasında kamil koç firması sağolsun can sıkıntısından izlediğim filmdir. ama gerçekten çok güzel bir filmdir. olayların kurgusu, akışı izleyeni de içine alır. zaman kaybı değildir asla.
emma thompson hayranlığımı bir kat daha arttıran filmdir.
--spoiler--
romanını yazarken kahramanının kendisini telefonla aradığı sahnenin her bir anında muhteşemdir thompson.
tekrar tekrar izleyesi gelir insanın.
--spoiler--
ölüm güzeldir, derinlik katar sığlığını aşamamış karakterler barındıran bir film.
--spoiler--
yazar kay eiffel in gereksiz üstün zeka tripleriyle beni üzmüş de bir filmdir. bir kere bir insan yazar olduğu için gerizekalıca davranışları kendine özgüdür diye kabul edilip ayıplanmamazlık edilmez. kadın profesöre kitabını okutmaya gidiyor. kapıdan içeri ayakkabılarla giriyor. izninizle misali cümleler kullanıyor. daha sonra ise hemen çoraplara kadar çıkarmış, çıplak ayak yavşak bir ortam. nedir bu anlayamadım yani? bir de yazar diye böyle üstün zekalıyım dünya benim sikim de değil ister ölürüm ister yaşarım tripleri de gerçekten çok gereksiz. yazarsan yazarlığını bil otur yaz dedirtir bu film. ama adam güzeldir.
--spoiler--
'harold ölseydi on numara film olurdu', 'bi kere senaryo çok sıradan' diyenlere katılmadığım, mutlaka izlenmesi gereken bir film. filmin başından beri komedi izliyoruz, kadın yazar kahramanı öldürseydi son derece tezat bir final olurdu. ayrıca filmde kullanılan detaylar güzel olmakla beraber senaryonun da sıradanlıktan uzak ve son derece ilgi çekici olduğunu da belirtmekte yarar var. güzel güzel mesajını da veriyor, e daha ne?