psikolojide rehine-rehineci yakınlaşmasına verilen adın ingilizcesi. peki nedir bu? şöyle ki; rehineler kurtarılmaya direnirler, suçlular lehine tanıklık bile edebilirler. ilk kez stockholm'de görüldüğü için bu ad verilmiştir.
bir tür pisikolojik bozukluk olarak adlandırılır. yaklaşık 30 sene önce isveç'in stockholm kentinde bir soygunda ilk olarak çıkmıştır. rehinelerin üzerinde..
tam tanım olarak stockholm sendromu baskıcı kişilerin baskı yaptıkları kişi üzerinde şiddete kadar varan uygulamaları neticesinde; baskı yapılan kişinin baskıyı uygulayan kişiye karşı duyduğu sempati, sevgidir.
bu olayda rehinelerin baskı gösteren kişilere karşı duydukları sevgi o kadar yoğun olmuştur ki 1 haftanın sonunda kişiler kendilerini kurtarmak isteyen polislere karşı direnmiş, daha sonra da soyguncular için mahkemede avukat bile tutmuşlardır.
ancak bu sendromun ortaya çıkmasında polisin inanılmaz sert tavrı da etkili olmuş bir nevi halkı ve rehineleri soyguncuların yanına çekmiştir.
günümüzde hala görülen bir vakadır.
sadece rehinelerde değil, arkadaş grubu arasında ezilip hor görülenlerde, aşırı şiddet gören savaş esirlerinde veya aile içinde küçük yaşlardaki kız ve erkek çocuklarında da görülür.
basitçe kendini eksik hissetmek, ondan hoşlanmak olarak açıklanamayacak bir sendrom. ayrıca sadece fiziki baskılarda ve şiddette değil, yoğun psikolojik baskı ve şiddette de ortaya çıkar.
altında yatan temel sebep, hayatta kalma içgüdüsüdür. hatta evreleri şöyledir kabaca:
kurban kendisine baskı gösteren kişinin şiddet eğilimini fark eder, onun kendisini öldürebileceğini bile hisseder. ölüm korkusu yaşar ve hayatta kalma isteği artar. onun karşısında öyle aciz bir duruma düşer ki en küçük ihtiyaçlarında bile ona bağlı olduğunü düşünmeye başlar. onun yaptığı hatta yapması gereken en ufak iyilikleri gözünde büyütür ve ona yakınlık göstermeye başlar. ondan artık tehlike görmeyeceğini düşünür ve bu şiddet ihtimalini bilinç altına iter. sonra da ağlar aşık olur falan filan.
bu sendrom ayrıca, badak erkeklerin muzdarip olduğu kadınların maço ve kendisine kötü davranan erkeklere aşık olma eğilimlerini de açıklar. kadınları etkilemek ve aşık etmek için onlara şiddet gösterin demek değil bu. ama bu minvalde seyreden bir psikolojiye sahip çoğunluk kadınlar neden karşısında kendini aciz ve ona bağımlı hissedebileceği birisi varken, kendisini hiçbir şekilde bağlayamayacak kibar, efendi, şiir okuyan bir adamı tercih etsin ki? cevap bekliyorum.
hatırlyınız yıllar önce de Cüneyt abimiz kaçırmıştı Gülşen Bubikoğlu nu..orda da gerçeleşen olaydır.
bir de emel sayının "mavi boncuk" da kaçırılması olayı vardır ama sanırım orda sendrom filan yoktu..adamlar harbiden sevilecek insanlardı..emel sayın da hepsini sevmişti nitekim..ne güzel günlerdi.
1973 yılında stockholm'de bir banka soygunu sonucunda kavramlaştırılan sendromdur.
4 kişi bir bankayı soymaktayken polis bankanın etrafını sarar. soygunu yapanlar 4 kişiyi rehin alarak 6 gün boyunca direnirler. 6. gün, polis bankaya baskın düzenler ve baskın sonlanıp soygunu yapanlar yakalandığında rehin alınan kişilerin de polis baskınına karşı soyguncularla birlikte direndiği ortaya çıkar. olay burada da bitmez. rehineler soygunu yapanlar aleyhine ifade vermeyi reddettikleri gibi, savunma masraflarının karşılanmasında da onlara yardımcı olur.
bu olay psikoloji literatürüne stockholm sendromu olarak geçecektir.
kavakyellerindeki mine'nin kocasına karşı yaşadığı durum.
dizileri gerçek hayat gibi ele alıp yorum yaparak sanırım ben de bişe sendromu oluyorum ama onu henüz bulamadım.
Rehin alınan, eziyet ya da tecavüz edilen, baskı altında tutulan kişinin bir süre sonra bunu yapan kişiye karşı duyduğu sempati, aşk hatta bağlılık durumu. işte bu, bu..
dog day afternoon filminde de yaşanan olaydır. kimi uzmanlar psikolojik bir rahatsızlık veya travma olarak kabul etse de aksini savunanlar da azımsanmayacak ölçüdedir.