“… Ölüm hepimizin paylaştığı hedeftir. Hiç kimse onu hiç kaçırmadı. Ve olması gerektiği gibi, çünkü ölüm çok büyük olasılıkla hayatın en iyi icadıdır. Hayatın değişim ajanı; Yeni için yol açmak için eskiyi temizler… "
suri olduğunu öğrendiğim kişi, harbiden çok şaşırtıcı fakat suri babası onu 1 aylıkken terk etmiş biyolojik ailesi tarafından değil evlatlık edinilerek büyümüştür.
Söyleyin bakalım, "nikahsız bir birliktelikten" doğmuş olmak hoşunuza gider miydi? Türkçe'ye tercüme edelim: Piç olmak ister miydiniz?
Ve de doğar doğmaz yabancı bir aileye evlatlık verilmek, yani bırakılmak, terkedilmek, sokağa değilse bile...
Sizi evlat edinen ailenin Hagopyan soyadını taşıması ne kadar "kanınıza dokunurdu" acaba? Gerçek babanızın adı Abdülfettah.
Peki "üniversite birinci sınıftan terk" sıfatı sizde nasıl bir duygu yaratırdı acaba?
Mahallenizden gelecek baskıyı da ben size aktarayım;
"Önce diploma!..."
"Peki askerlik ne olacak?"
"Bari bir işe girsen de bize yük olmasan evladım..."
"Helal süt emmiş bir aile kızı bulsak da şu çocuğun başını bir an önce bağlasak..."
Hayatınızı bir süre boş Coca-Cola şişesi satarak kazanmaya çalışmak sizi yıpratır mıydı?
"Aç kalmaktan, budala kalmaktan" mutlu olur muydunuz?
Babanızın, içinde teknoloji harikaları yaratacağınız bir garajı var mıydı? Garajı bırakın, babanızın arabası var mıydı, kapının önüne çekseniz de olur?
Uyuşturucu kullansanız, ihtida edip Budist olsanız nasıl bir tepki görürdünüz ve bunu nasıl göğüslerdiniz?
Kendi kurduğunuz şirketten kovulmak yaşama sevincinizi söndürür müydü canlandırır mıydı?
Milyarlarca dolara sahip olarak 56 yaşınızda mı ölmek isterdiniz, üç-beş bin dolarla 86 yaşınızda mı?
Haaa, demek ki, bizden bir Steve Jobs çıkabilemez kardeşim.
Efsaneye göre, tanrılar Yunan cengaveri Ahilleus'a doğduğu zaman sormuşlar, "kısa ama parlak bir yaşam mı istersin, uzun ve huzurlu ama sıradan bir ömür mü?"
Ahilleus birincisini tercih etmiş.
Yirmi altı yaşında ölmüş, üç bin beş yüz yıldır bütün dünya onu tanıyor.
Biz ikincisini seçeriz.
Ve de kaybolur gideriz sıradanlığın rahat ve dipsiz denizlerinde...
“iş dünyasında başarının zirvesine ulaştım. Diğer insanların gözünde, benim hayatım tam bir başarı örneği.
Ancak, çalışmanın yanında mutluluğu çok az yaşadım. Sonuç olarak, zenginlik ve varlık hayatın alıştığım bir yönü oldu.
Şu anda bir hasta yatağında tüm hayatımı gözden geçirirken, kıvanç duyduğum tüm zenginlik ve tanınmanın ölümün karşısında solduğunu ve anlamsızlaştığını anlıyorum...
...
Ölümün nefesinin giderek yaklaştığını hissediyorum...
Şimdi şunu biliyorum; hayatımız için yeteri kadar varlık elde ettiğimiz zaman, zenginlikle ilgisi olmayan konuların peşinden gitmemiz gerekir, daha önemli olan şeylerin:
Belki dostluklar, belki sanat, belki de gençlik yıllarında kurduğumuz hayaller...
Sürekli olarak zenginliğin peşinde koşmak, insanı benim gibi eğri büğrü hale getiriyor.
...
Kazandığım zenginliği ve varlığı birlikte götüremiyorum.
Birlikte götürebildiğim tek şey, sevginin oluşturduğu hatıralarım.
Sizinle birlikte olan, size güç veren ve size yola devam etmeniz için ışık veren gerçek zenginlik işte bu sevgi dolu hatıralar.
Gitmek istediğiniz yere gidin.
Ulaşmak istediğiniz yüksekliğe ulaşın.
Hepsi sizin kalbinizde ve ellerinizde.
Dünyada en pahalı yatak nedir biliyor musunuz:
“Hasta yatağı.” Sizin için otomobili sürmesi için bir kişiyi kiralayabilirsiniz.
Sizin için para kazanması için bir kişiyi istihdam edebilirsiniz.
Ancak hastalığınızı sizin için taşıyacak kimseyi bulamazsınız.
Kaybedilen materyaller bulunabilir.
Ancak kaybolduğu zaman asla bulamayacağınız bir şey var: “Hayat.”
Bir insan ameliyathaneye girdiğinde, o ana kadar okumayı bitirmiş olması gereken bir kitabın olduğunu fark ediyor.
Şu anda nasıl bir hayat sahnesinde olduğumuzla, zaman içinde, perdeler aşağıya inince yüzleşiyoruz.
Ailenizin, eşinizin ve dostlarınızın sevgilerine değer verin.
tanrı onun ruhuna huzur versin.
onu korusun ve yüceltsin. bize bıraktığı mirası sonuna kadar koruyacağım.
onun yolunda ilerlemek için her şey yapacağım.