sozluk yazarlarindan oykuler

entry28 galeri0
    26.
  1. BiZE ÖYKÜ

    Kız yalnız başına dolaşıyordu her zamanki gibi. Sokaklar ısısızdı ama yalnız kalmak güzeldi. Morali bozuktu kızın, üzgündü, hayatın getirdiği yorgunluk ve yaşadıklarının yükü vardı omuzlarında. Bir vitrindeki güzel elbise çarptı güzel kızın gözüne. O kadar güzeldi ki. Hep ne istediğini bilirdi kız. Bu elbiseyi beğenmişti. içeriye girdiğinde satıcı karşıladı güzel kızı. Tüm güler yüzü ve içtenliğiyle gülümsedi kıza. Kız da daha önce hiç gülümsememiş gibi gülümsedi ona. Kız elbiseyi çok beğendiğini söyledi satıcıya, belki belli etmemeliydi bu kadar beğendiğini ve mutlu olduğunu. Satıcı anladı hemen durumu ve fırsattan istifade:
    Denemek ister misiniz?, Lütfen şöyle buyurun; dedi.
    Kız gülümsedi ve inandı satıcıya.Tüm samimiyetiyle inandı.
    Kıyafeti giymişti artık. Geri dönüşü yoktu.
    Satıcı:
    Mükemmel uydu üzerinize, dedi.
    Çok yakıştı, çok güzelsiniz; dedi.
    Bu kıyafeti mutlaka almalısınız

    Halbuki kıyafet 3 beden büyüktü kıza. Kolları sarkıyordu, beli boldu ve uzun gelmişti küçük kıza. Ama kız satıcının gözündeki ışığa aldanmıştı bir kere. Gözü hiçbir şey görmüyordu. Baktı aynaya. Varsın olsun dedi. Satıcı güzel demişti, beğenmişti. Önemli olan buydu sanki sadece.

    Peki; dedi kız gülümseyerek,
    Alıyorum; dedi. Kaç para diye sordu satıcıya:

    Satıcı böyle güzel bir elbisenin bedeli elbette paha biçilemez. Biraz pahalı ama bedelini ödeyebilmeniz için size yardımcı olacağım. Bedelini mümkün olduğunca düşüreceğim dedi. Hem sonra ne zaman sıkıntı duysanız bana gelebilirsiniz, dedi. Kız inandı satıcıya, cebindeki son sevgi kırıntılarını uzattı satıcıya. halbuki o elbise o kadar pahalı değildi. Ve sonrası da satıcının söylediği gibi olmadı.

    Kıza güldü çevresindekiler ve arkadaş gibi görünenler. Yakışmamıştı kıza bu elbise. Herkes söylüyordu. ima ediyorlardı. Çıkar onu diyorlardı ama kız büyük bir inatla süreklilikle ve sadakatle giymeye devam ediyordu. Gerçek arkadaşları üzülüyorlardı. Endişeleniyorlardı onun için. Kız umursamıyordu ama sonunda aklına o iyi kalpli satıcı geldi:
    Bana sorun yaşarsan gelebilirsin; demişti, dedi kendi kendine.
    Soluğu satıcının yanında aldı. Satıcı gülümseyerek karşıladı kızı. Kız düşündü:
    Ne güzel gözleri var, ne güzel kalbi vardı;

    Kızla saatlerce konuştu satıcı ve kızı ikna etti.
    Yıkayınca çeker; dedi kıza. Hem senin daha boyun uzayacak; dedi.
    Kız inanmıştı. Aptal mıydı? Elbette aptal değildi. Büyülenmişti. Bu satıcının büyüsüydü. Her keresinde tatlı diliyle kandırmayı başarıyordu kızı.

    Aradan zaman geçiyor. Kız gittikçe mutsuz oluyordu. Çünkü geri kalan zamanda satıcının yanında değildi. Çevresiyle beraberdi. Çalıştığı ortam zehir gibiydi. insanlar onu eziyorlardı. Üstüne basıp geçiyorlardı. Satıcının söylediği hiçbir söz ve vaat gerçek olmuyordu.

    Dayanamadı ve yine gitti satıcıya:
    Yardım isteyen gözlerle baktı. Tekrar anlattı durumunu. Bu sefer satıcı eski gülümseyen satıcı değildi. Kıza döndü ve:

    Size söyledim dedi.Sorununuzu anlatın yardımcı olayım.

    Kız anlamıştı artık;Hiçbir sorunum yok, yardımcı olamazsınız konuşarak; dedi. Ve bir daha satıcıyla asla konuşmadı.
    0 ...
  2. 27.
  3. şişe (*)
    Bu öyküyü düşlerin tek gerçeklik olduğuna inanlara adıyorum

    Saatine bak!
    Derhal saatine bak!
    Hey! Durma öyle, saat kaç? Not et!

    Şu andan itibaren zavallı hayatın değişecek; amaçsız, sefil dünyan bugünle beraber bir başka öküzün boynuzlarında yükselecek! Yazdıklarımı harfi harfine uygulamalı ve bundan ve olacaklardan- kimseye bahsetmemelisin.

    Şimdi ilk olarak, güzel bir kâğıda bulunduğunuz kasabanın adını, eyaletini, ülkesini, anakarayı, anakaranın yönü tabi ki Massachusettse göre- bulunduğunuz konuma denk düşen enlem ve boylamı yazınız. En üstte şişeyi bulduğunuz saat umarım not almıştınız- dakika ve saniyesiyle not ediniz. Bunları neden yapmanız gerektiğini mutlaka merak ediyor, kötü bir şakaya kurban gitmekten şüpheleniyor olabilirsiniz ki bundan eminim.

    ilk olarak, size şunu söylemeliyim; bu bir şaka değil! Elinizde tuttuğunuz şişe, fırtınalı bir havada, sefil görünümlü ama onurlu, çaresiz fakat umutsuz asla değil, çılgın lakin deli olmayan bir adamın nefret ettiği tüm insanlığa son armağanı(!) olacak. Siz şans eseri- bence kader- çok önemli bir olayın ilk şahidi oldunuz. Tarihe geçeceksiniz aziz dostum! Mutlu olmalısınız! O aptal karınıza erkek olduğunuzdan eminim, gecenin bu saatinde deniz kıyısında bir kadının yalnız başına gezinmesi orada da hoş karşılanmıyor olsa gerek- anlatacak bir hikâyeniz, o koca kıçına tekmeyi basacak geçerli bir sebebiniz olacak. Ama sabredin, henüz kimsenin haberi olmamalı. Şu ana kadar bunları yalnız okuduğunuzu düşünüyorum, değilse hemen yalnız kalabileceğiniz bir yere gidin!

    Sevgili dostum, lütfen size bu şekilde hitap etmeme izin verin. ilk başta biraz kaba davranmış olduğumu biliyorum, bu üslubumdan dolayı beni affedin, saati derhal not etmeniz gerektiği için buna mecburdum.

    Her şeyi size anlatmak istiyorum, elinizde bulunan şişe 23 Şubat 1829 tarihinde saat 21.05te, hayli fırtınalı bir havada 23. enlemin 109. boylamına denk düşen Boston eyaletinin Massachusetts kasabasından, tıpası güneye gelecek şekilde yatay bir vaziyette suya bırakıldı. Şişem 21.05 ile 21.06 arası hareketsiz olarak kaldıysa da bir sonraki dakikadan itibaren iki gündür hız kesmeden esen karayelin etkisiyle kuzey-doğuya ilerlemeye başladı. 21.19da limandan çıkıp, tıpası güney-batı yönünde ilerlemeye devam etti. Bundan sonraki üç saat boyunca küçük teknemle şişemin doğuya ilerlediğinden emin olmak için rüzgârını kesmemek adına solunda seyrettim. 00.32’de rüzgâr aynı şiddetiyle esmeye devam ederken, yağmur çiselemeye başladı ve ben teknemi rüzgâra karşı çevirerek çok zor geçen ve avuçlarımın patlamasına sebebiyet veren kürek çekişimle – dalga tam burundan vuruyordu - beş saat 15 dakikada kıyıya ulaştım.

    Sevgili dostum, şişemin bundan sonra izleyeceği yol, bilimsel saptamalarımla tayin edilmiş, Yüce Matematikin gücüyle belirlenmiş olup, şu andan itibaren vereceğim koordinatlar ve rüzgâr yönleri kesinlikle doğru olmakla beraber, binde 1,2 oranda sapma olasılığı vardır.

    Şişemin kuzeydoğu yönünde ilerlemesine, suya bırakışımla beraber kıç bölgesinden 52 gr denk gelen vuruş ağırlığıyla 45 cm ileri itilmesi sebep oldu. Şişemin 14 gün boyunca kuzeydoğu yönünde ilerleyeceğini, 3 yıl boyunca her gün farklı noktalardan gözlemlediğim rüzgârın esiş yönü ve kuvvetine göre, belirledim.

    13 Şubatta hafif bir esintiyle başlayan rüzgâr 17 Şubat 04.20de hızını karayelden 70 mile varan hızla esiyordu ıslattığım badi parmağım 2,4 sn. de kurudu, 10 mil. hızla esen rüzgâr aynı ıslaklıktaki parmağı 35 salisede kuruttuğuna göre hesabım kesinlikle doğru. Ve yine gözlemlerime dayanarak rüzgâr karayelden 7 gün boyunca esip 24 Şubattan itibaren yıldız yönünde saatte 65 ila 80 km. hızla 13 gün boyunca esecek, bu da şişemin Atlantike sağ salim ulaşacağı anlamına gelir. Rüzgârın hızı bu mevsimde en az 50, en fazla 70 mil olacağından, 21 gr. ağırlığındaki şişe saatte 0.50 mil hızla yol alacaktır. Bunun sonucu; şişem aynı hızla ilerlediği takdirde 387 gün sonra panama körfezi dolaylarında olacaktır.

    Buraya kadar şişenin suya bırakıldığı yeri, saati ve ilk ilerleyişi hakkında gerekli tüm bilgileri edindin. Bunlar benim için çocuk oyuncağı idi, asıl önemli olan ve deneyin sonucunu belirleyecek olan bundan sonraki safha.

    Tüm bunların amacını da sana kısaca anlatmak istiyorum, tabii burada amacım bu olağan üstü deneye tüm varlığınla inanman ve Yüce Matematik’in önünde diz çökmen.

    Aziz Pisagor kutsasın seni!

    16 yy. Fransasında aşağı sınıftan bir bilim adamı dünyanın yuvarlak olduğunu söyledi. Galileo. Evet, ismi bu. Bunu düz bir rotada ilerleyen bir geminin ufukta kaybolmasına ve ardı sıra yaptığı deneylere istinaden söylediğini biliyoruz. Bunların teferruatları bizi ilgilendirmediği için şu an anlatmayacağım, yıllarca bize empoze edildi ama aziz dostum şunu bil ki bu aptal Fransız dünyayı resmen kandırdı. Hakkında verilen idam cezası bile ona azdır, böylelerini kral 2. Pedronun barbar Türklere uyguladığı cezaya çaptırmalı.

    Evet, düz bir rotada kuzeyden-güneye ilerleyen bir kütle belli bir zamandan sonra gözden yiter, bu da yer kürenin güneyden- kuzeye yuvarlak olduğunu kanıtlar. Şu şekilde, bunu izah etmeliyim, düz bir rota izleyen gemi saatte 10 deniz mili hızla ilerleyip ufuk çizgisine 110 dakikada varıp gözden yittiğinde dünyanın şekli kuzeyden güneye doğru elipstir, 205 dakika sonra yiterse yamuk, 270 dakika sonra kaybolursa tam daire olması gerekir. Oysa bu deneyin orijinal kayıtlarında geminin 63 dakika sonra çıplak gözle görülemediğini yazıyor. Ve bundan sonra ki yedi deneyinde de Galileo 63 dakika da gemi gözden yitti, diyor. Bu rakamlara bakarak söylemeliyim ki, dünya bir yarım dairedir. Evet, dostum o aptal Fransızın hesabından bu sonuç çıkıyor. Yarım daire. Tabi ki bu olanaksız şayet güneyde geceler kuzeydekilere nazaran 74 saat fazla olsaydı bu mümkündü ama hepimiz biliyoruz ki her iki yöne de güneş eşit ışık veriyor. Tanrıya şükür. O zaman geriye tek seçenek kalıyor, silindir. Evet silindir. Az önce kenara bıraktığın şişe uç kısmı olmadan dünyaya en uygun şekil. Silindir. Silindir.

    Bende de ilk başlarda saçma bir saptama hissi uyandırsa da bundan önce yaptığım ve şuan seni de dâhil ettiğim deney bunu kanıtladı, sadece küçük pürüzler var, bunu da senin aldığın notları gördükten sonra gidereceğim.

    Tabii şişe deneyinden elde edeceğim sonuç çok ama çok önemli, beklediğim gibi sonuçlanırsa aksi halde benim sonum olur- dünyanın tam şeklini metresine dek bilmiş olacağım. Yanlış kurdum cümleyi, bilmiş değil teyitlemiş olacağım, şayet üç aşağı beş yukarı tüm verilere vakıfım. Ve dünya dönüyor. Ama bu dönme sağdan- sola, doğudan batıya değil, kuzeyden güneye dönüştür. Dünya dönüşünü kendi şeklinde sürdürüyor. Şu şekilli gözünde canlandır aziz dostum. Silindir. Lakin kastımız boru tipi, ensiz, uzun bir çubuk değildir, Galileonun yaptığı bazı deneyleri baz alarak çıkardığım sonuçlara göre çapı eksiksiz 4837 mildir. Bu çap, dikey düzlemin çapıdır. Doğu-batı çapı farklı olmakla beraber şişe deneyiyle tam olarak bunu saptamış bulunacağız. Silindirin düz yanları nerede başlıyor ve bitiyor, bu deney sayesinde öğrenilecek. Bunun için de çalışma yaptım. Şişenin gövdesinde pürüzlü stıcker bilmem dikkatini çekti mi? Evet sırf o stıckerin yapımı iki koca yılımı aldı. Şişeyi çevreleyen bu stıcker 17 cm. uzunluğunda ve pürüzleri 427mildede 1 cm. aşınacak şekilde tasarlandı. Şimdi kalan pürüzleri 17den çıkartıp 427 ile çarptığında dünyanın enini bulmuş olacaksın. Evet, dostum artık silindirin enini bilen tek âdemoğlu sensin, tebrikler.

    Aziz dostum kutuplardan basılmış, yumurtayı andıran elips şeklinde değildir yeryüzü. Yana yatık bir silindir şeklindedir. Örnek vermem gerekirse orta doğuda kullanılan kırmızı fes, yeryüzünün şekillini en iyi ifade eder. Bir aptal tavuğun kıçından çıkan yumurtaya, kara bıyıklıların fesini tercih ederim!

    Uzunluk konusuna tekrar dönmem gerekiyor, burada benim bir tahminim var, şişe iki saatte 1,5 mil ilerlerse ağırlık x rüzgârın itme kuvveti x dalga- 24 saatte 18 mil yapar. Bu da kesintisiz bir düzlemde ilerleyip, suya bırakıldığı noktaya ulaşması tam 14 yıl alacak. Bundan çıkacak sonuç;122.640 mil. Ama sanırım bir noktada yanlış hesaplama yapmış olmalıyım- bugün 14 yıl 23 gün doluyor.

    Çünkü şişe bu kıyılarda olmalıydı, şu an senin elindeyse bu benim hatamın kanıtıdır, ama pek önemi yok, yakında buluşup hatamın tam olarak rakamsal değerini ve neyden kaynaklandığını bulmuş olacağız.

    En son Panama açıklarında kalmıştık, burada şişe saatte ortalama 1,5 mil ile doğu yönünde 423 gün boyunca ilerledikten sonra, rüzgârın 63 mil hızla dün doğusundan esmesiyle Pasifiki 1690 günde kat etmiş olması gerekir, okyanus adalarının 72 mil yakınından geçtikten sonra kuzeydoğudan esen rüzgâr şişeyi güneybatıya çevirmiştir. Bu sayede adacıklara takılmadan Hint denizine ulaşmasını sağladı. Afrika’ya tam olarak belirleyemedim bir yakınlıktan teğet olarak geçerek, tekrar Atlantike ulaştı. Güneyden esen sert rüzgârlarla beraber çok yavaş bir şekilde ilerleyerek– bunda okyanusa ters yüzmesi etken olmuştur- Cebelitarık boğazından sonra bugünkü hesabından 40.paralelden itibaren tam batı istikametine dönmüş oldu. Ve yaşasın yeni kıta. işte aziz dostum, şişe direk Boston sahiline vurmadıysa burada okyanus içinde oluşan küçük çaplı meltemlerin payı büyüktür, kuzeye yönelmesi ise imkânsız bugünlerde rüzgâr kuzeyden eser, o zaman tek seçenek kalıyor, şişemle sen Florida kıyılarında buluştunuz, yaşasın yeni kıta. Yaklaşık 90 millik bir yanılgı çok büyük olmasa gerek. Yani dostum iki tahminimden ikincisi tuttu, bu şişe ya Bostona gelecekti ya da Floridaya. Bunun sebebi her ne ise bu tam olarak öğrenemeyeceğiz- aziz dostum, dünya artık bizim boynuzlarımızda dönecek.

    Deneyde tek bilinmeyen nokta, silindirin düz kenarları neresi; eğer sen şu an Florida kıyılarında bu notu okuyor isen yaptığım hesaplar hemen hemen doğru, doğu düz yan, Çinin doğusuyla Japon denizi dolayları, batıda ise panamanın batı kıyıları silindirin diğer yanıdır.

    işte bu dostum, artık tüm atlaslar değişecek, bütün bilim insanları önümde diz çökecek, biliyorum hala akılında küçük soru işaretleri kalmış olabilir, küçük bir şişenin onca yolu hiçbir engele takılmadan geçmesi sana mucize olarak gözükebilir, ama değil, insanoğlu yüzyıllar boyunca açıklayamadığı her şeyi mucize, anlayamadığı her insanı deli ilan etti. Ama bu sıradan bir olay ve ben dahiyim.

    Şimdi bir an önce buraya gelip beni bulmalısın. Tabii takdir edersin ki bu mektubu bugünden 14 yıl önce yazmış bulunuyorum. Ümit ederim ki hala hayatta olayım ve hafızam yerinde olsun. Sana adresimi veremiyorum, hala aynı yerde oturmayacağım garanti, borçlarım hayli kabardı ama ismimle benim bulacağından şüphem yok.

    En kısa zamanda görüşmek üzere, Yüce Matematik seni korusun.
    Bekliyorum.

    Allan Poe

    *ilk olarak siyahkahve'de yayınlanmıştır.
    1 ...
  4. 28.
  5. bu sikik öykünün kahramanı benim. hiç bir özelliği yok. canım sıkıldı. "sıkı can iyidir." özlü sözü aklıma geldi. sonra gitti. arkadaşlarla cumaya gidecektik. dün kararlaşmıştık. öss'ye az kaldığı için ulucami isimli bursa'nın en ünlü ve ulvi mekanında cuma namazını eda edecektik. yaşlı gibi oldum. gence döneyim. dün çok çok erken uyumam gerekiyordu. uyuyamadım her zamanki gibi. saat 3'den sonra laliga'da bu sezon isimli beni çeken bir program vardı. futbolu seven her insan gibi ben de izledim. biraz da uykum geldi hem. ama yaklaşık bir saatlik program sırasında messi içinde, frikik içinde, casillas içinde, gol içinde, kollektif barça pasları içinde, zall'a inceden benzeyen iniesta içinde kaldım. "gavurlar yapıyor" tarzında baktım ntv ekranına. saat 4 oldu. "ı like to movit" isimli kıvrak bir parça hidolu, kobeli maça beni davet etti. "lan dedim siktir git". hido girsin o zaman öss'ye dedim. uykusuz kalırsam alırım babayı sınavda dedim. uyumaya çalıştım çok sıcaktı zor uyudum. anacığım geldi başıma. nasıl gerildim o an. çok mu geç lan saat gerilimi adını verdiğim bu gerilim yıllardır beni bitiren bir gerilim. hep geç yattığım için hep geç kalktım. o yüzden "lan saat 2 mi acaba diye kolumda saat olmasına rağmen masadaki saatime baktım yarım göt kalkıp. hep önce 8.30 civarını gördüm hep. o gerilimle uyuyamadım zaten anasını satayım. neyse sonra annem bana bi daha gözüktü. "anne beni 11'de kaldırsana" dedim. "saat 11'i beş geçiyo" dedi. yıkım dediğin böyle olur. neyse 11.30'da kalktım. gusül abdestimi aldım emin olmak için. otobüsle ulucami'ye gidecektim. ama otobüse binmemi sağlayacak olan bu kartım boştu büyük ihtimalle. cüzdanımdan çıkarıp baktım bukartıma sanki anlayacakmış gibi. anlayamadım tabii. ayrıca çok ağırdı cüzdanım. annem bozuk paraya boğmuştu cüzdanı. boşalltım hepsini. iki beşlik bir de canımın yongası 50'lik kaldı. sarı sarı parıldıyordu 50'lik. neyse uykulu bir halde gittim durağa. bizim mahallede herkesin favorisi olan bir kız olan uzun sarı düz saçlı kız ordadır umudu içimdeydi. yoktu. başkası vardı. hemen sinsi gibi ayna görevi görsün diye cama baktım belli belirsiz de olsa suratımı gördüm. yeni yıkanmış saçlarım en iyi halindeydi. ama o kadar belli belirsizlik içinde koca götüm çok belliydi. lanet olsun hayata deyip. yedek gülyüzlüye son kez baktım. sonra otobüs geldi. uzun bir teyze grubundan önce otobüse atmalıydım kendimi. arkalarında kalamazdım. zaten otobüste arka sıra boş değilse ayakta kalacaktım (arka sıralar teyzeler için yasak bölgedir) bir de otobüse binmek için eziyet çekemezdim. attım kendimi otobüse. tuttum bu kartımı alete. öttü. olmadığının acı haykırışıydı bu. genelde bu durumda "heykel'de yüklersin" denir. demedi ketum şoför. "içeriden bul bukart" dedi. aradım. tedirgin bir halim vardı. "genç gibi abla candır." diye düşündüm. halden anlayacağını sandım. ona yöneldim. "yok, valla bitti" dedi. ben de bittim o an. arkaya doğru ilerledim. kimse siklemiyordu. ineyim olum taksiye binerim dedim içimden. ama sonra "bok binerim kenar mahalle bok bulursun taksi yılda bir geçer o da nisan gibi" dedim. sonra otobüsün arka sıralarından bir yaşlı eli kalktı. o nurlu ama şişman eli öpesim geldi. şişman, sevecen, erken yaşta ölmesi muhtemel yaşlıydı bu. aldım bu kartını. teyzeler ordaydı. kader bizi tekrar buluşturmuştu. bukartlarını okutuyorlardı. sinir olarak baya bi bekledim. sonra okuttum. ama bu sırada aklıma bir şey takıldı. acaba en son sırada oturan bu şişman yaşlı acaba benim halimi görüp de vermişti bu kartını benim için. yoksa kendisi unutmuştu da "şunu benim için okut" mu demeye getirmişti. bir de tahsilat nasıl olacaktı. genel durum şudur. başkasının kartını alınca onu tanımasak da size para ödetmez ama tabii üstelemek gerekir. ben ise üsteleyecek durumda değildim. bozuk paraları çıkarmıştım. 5'lik de verecek değildim. 50'liği canımdan çok savunurdum. ben de hiç bir şey diyemedim. gururum engel oldu o sırada. zafer peker gibiydim adeta: diyemedim. modern gibi açıklayabilirdim durumu ama o da hiç takmaz durumdaydı. inşallah içinden "ayak üstü sikti bizi pezevenk" dememiştir. bir de yanına oturdum. neyse indim otobüsten, kıldık namazı. önemli bir işimiz vardı onu da hallettik. sonra bursa kent meydanı'ndaki d&r'dan uykusuz aldım. minübüse bindim. yollar çok sıkışıktı. minübüsün en önünde açtım hayvan gibi okumaya başladım uykusuz'umu. adam hemen sikti ebemi. "kardeş çek şu gasteyi" haklıydı ama kibar değildi. ben de gurulu bir genç olarak katlayıp okudum yine okudum. eve geldim. yaşlı akraba vardı evde. elini öptüm, kısa bir sohbetten sonra, evin girilmiyecek kadar sıcak tarafına geçtim. adete bir amerikalı gibi buzdolabından uludağ neyveli sodamı aldım. açarken döktüm her zmanki gibi. o kapaklar ne boktan lan. daha kolay açılmalı kapaklar bence. bir de oturdum tv'yi açtım adeta amerikalı gibiydim. biramı alıp tv karşısına geçmiştim sanki. artık tv ile konuşup herkese ayar verebilirdim. ama gerilim vardı yine sodayı koyabileceğim bir sehpa yoktu. yere koyarsam dökeceğimi biliyordum. ama öbür elimde de gofret vardı. bu basit olay bile beni bitirdi. yalnız bi günde ne bittim haa. neyse dökemeyeceğim yere koydum sodayı. şükür dökmedim. her hafat içinde olduğu gibi tv'de yine bir sik yoktu. canım sıkıldı kapattım. uykusuz'u bitirdim. ama içerisi 50 dereceye yaklaşmıştı. teyze ise bir türlü gitmiyordu. konular konuları kovalıyordu. coştukça coştu içeride konular. serinlikten gaza gelmişleri herhalde. çünkü içeride vantilatör adlı en büyük buluş vardı. ben biraz uyukladım bir kalktım terden sırılsıklamım. teyze içeride. gitmemekte ısrarlı. planımı yaptım. uykulu bir genç gibi adeta bir sığır gibi bağırarak annemi çağıracaktım. teyze ise kendii sorgulayacaktı. "bu çocuğun sınavı var, gideyim dieyecekti". annemi çağırıp su istedim. plan tuttu. teyze gitti. kendimi vantilatörlü odama attım. cennete geçiş hissi bu olmalı. 3 seviyeli bir vantilatördü bu. genelde birde çalışırdı. çok az iki görmüştük. annemim sıkıntılı günlerinde ikiyle tanılırdık. üçe ise hiç basmamıştık. tertemizdi üçün üstü. ben ilk defa üçe bastım. içerisi kutuplar oldu. yazın gösterilen içecek reklamı ortamı gibi oldu. birkaç dakka sonra hemen ikiye çevirdim. şu an her zamanki gibi birde çalışıyor. efil efil lan çok zevkli.
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük