burada yapılan eleştirilerin tamamen sığ ve egemen sınıfın yani burjuvazinin basit söylemleri olduğu gayet açık o yüzden uzun uzadıya bir açıklama, tanımlama yapma gereği duymuyorum.
bu konuda araştırma yapan bir kişi şu an içinde bulunduğumuz dünyada burjuvazinin egemen olduğunu ve burjuvazinin, kendisini proleteryanın egemen olduğu bir devlet olarak ortaya çıkaran sscb'ye düşman olarak baktığını göz önünde bulundurmalı bu yüzden de araştırmalarını sadece burjuvazinin ürettiği kaynaklara, ki bu kaynaklar birer propaganda aracıdır, dayandırmamalı, burjuvazinin de neden sscb'ye yani sosyalizme düşman olduğunu sorgulamalıdır.
Petrograd’daki geçici hükûmetin Vladimir Lenin önderliğindeki Bolşeviklerce 1917 Ekim Devrimi'yle devrilmesinden sonra 1922 yılında kurulan ve 1991 yılına dek varlığını koruyan devlet.
Sanatı bir sınıf ayracı olmaktan kurtaran, elit ve elit özentisi orospu çocuklarınin ego tatmin aracı olmaktan çıkaran, tüm halka yayan gelmiş geçmiş en yüce devlet. Keşke bizi de topraklarına katsaydi da yüzde 99'u ya milliyetçi şizofren ya dinci şizofren olan bu sirkte yaşamasaydik.
50 yıl boyunca acaba ne zaman dağılacak diye sürekli herkesi diken üstünde bekleten garip yapı.
binlerce liralık cihazlarla buradan atarlı entry girmeye benzemezdi orda yaşamak, hani bi laf varya, "elinkini görmeyen kendininkini keser sapı zannedermiş..." SSCB koşullarında 1 hafta yaşamayı beceremeyecekler buradan mandela gibi nutuk atmasın lütfen.
totaliter rejimdir şudur budur, boktan rezil tarafları çoktu ama herifler yalınayak köylü çocuklarını alıp monşer seviyesine çıkarıyordu. meslek olarak vinç tasarımı yapan makine mühendisi socrates'ten goethe'den alıntı yapıyor, felsefe döktürüyor. yazım tarzı, tasvirleri ve metaforları kullanışı yüksek kültür seviyesinin yansıması tamamen. dünya kadar kitap okuduğu çok bariz. adamların siyasetçisi böyle, atom profesörleri çatır çatır rachmaninoff çalıyor, klasik müzik konserlerine gidiyor. profesöründen memuruna alayı bütün rus klasiklerini zaten hatmetmiş onu söylemeye bile gerek yok. sohbet arasında konstantin simonov beyiti patlatır mesela, dostoyevski'den örnek verir. valery legasov reaktörü patlatan yozlaşmış sistemi temelinden eleştirirken tolstoy romanından örnek veriyordu. reaktör uzmanı, nükleer fizik profesörü alexander kalugin'le yapılan bir röportaj izledim, arka planda piyano var, piyano öyle süs mobilyası olarak durmuyor belli ki sürekli çalıyor. fizik profesörü ve piyano normalde yan yana düşünülmez ama sovyet rusya'da gayet olağandı.
yani sormanız gereken soru türk insanında neden kültür ve sanat yoksunluğu olduğu değil, elâlemde neden olmadığı ve bunu nasıl, hangi yöntemlerle çözdükleri. dünya çapında bu konuda zirve yapmış ve avrupalının en kralının bile halen yetişemediği sovyet rusya'ya bakacaksınız. rejimini, totaliterliğini falan siktir edip eğitim sistemini analiz edeceksiniz.
Gönüllerde yaşıyor. Tabii bazılarının gönüllerinde. Öyle bir devlet düşünün yüz kişi çalışıp bin kişiyi besliyor. Kalan dokuz yüz kişi de çalışıyor ama ne iş yaptıkları belli değil. Herşeyin sahibi devlet sorun da burada devletin sahibi yok. Gerçekte ise sovyetler birliği iktisat ilimi ile çatıştığı için battı. Mülkiyet hakkının olmadığı bir dünya sadece ütopyadır.
1917 yılındaki şubat ve ekim ihtilâlleri görünüşte çarlık idaresine son vermiş olsalar da, gerçekte dağılma sürecine girmiş olan rus imparatorluğunun yeniden toparlanmasını sağladılar. bu bakımdan, 16. yüzyıl ortalarından başlayan rusya yayılmacılığı ve bunun bir sonucu olarak gelişen rus sömürge imparatorluğunun sınırları sovyetler birliği (1917-1991) döneminde daha da büyüdü. çarlık rusyası "insanlar hapishanesi” diye adlandırılmıştı, ancak sscb daha sonra "milletler hapishanesi”ne dönüştü. çarlık rusyası gibi sovyetler birliği de çeşitli milletlerin devletlerini ortadan kaldırarak ve topraklarına el koyarak genişledi.
soğuk savaşın erken evrelerinde gayet de bir kötülük imparatorluğu imajı vardır. nüfuzu altında gördüğü sözümona bağımsız ülkelerdeki en ufak bir kargaşada oraların başkentlerine tanklar sokan, sağa sola fırsat buldukça askeri güç enjekte eden, halkı dışarı iltica etmesin diye yurtdışı seyahat gibi bir kavramı hiç olmamış, uydu devletlerinde duvarlar inşa ettiren kapkara bir şeydir.
ancak en azından bize karşı olmadıkları bir dönem de varmış. sovyetler yeni yeni ayağa kalkar iken 1930'lu yıllarda kendileriyle ilişkilerimiz böyle ecnebinin "cordial" olarak tanımlayacağı şekilde karşılıklı sevgi saygı çerçevesinde ilerlemiş. en azından bir süre.
bayram ziyaretlerine bile gidiyormuşuz.
1934 yılında atatürk hem sayısı gittikçe artan uçak sayısını ve havacılık kabiliyetlerini dosta düşmana göstermek hem de komşu sovyetlerle ilişkileri hoş tutmak için 1 mayıs işçi bayramında kızıl meydan üzerinde kol uçuşu yapsınlar diye bir uçak filosu yollamaya karar verir.
eskişehir hava üssünde 1. tayyare alay komutanlığına bu görev verilince kurmay yarbay celal (yakal) bu görevi bizzat üstlenerek, kur. yzb ihsan (orgun), yzb. enver (akoğlu), ütğm ismail hakkı (aksel), ütğm. basri (kula), ütğm. vehbi (uçaner), ütğm. hakkı (sayıl), tğm necdet'den müteşekkil 8 subay ve 2 de hava astsb sınıfı henüz doğmadığından hüsam ve niyazi efendi namlı iki de başmakinisti görev için seçer. görev yarı diplomatik olduğundan subayların hepsi lisan bilen, temsil yeteneği güçlü ve uçuş kabiliyetleri de en yüksek personel arasından seçilir.
uçuş planında 1 mayıs'ta moskova'da bulunmak için 10 gün öncesinden eskişehir'den kalkacak olan 5 adet breguet 19 uçağı sinop - sivastopol - kharkov - moskova rotasını izleyerek gidecekler, dönüşte de dubosar - bükreş ve istanbul rotasıyla döneceklerdir.
hareket etmeden kendilerine ruslar ve rus ihtilali hakkında ders verilen bu heyet atatürk'ün de karşısına çıkar ve o da heyete "kendinizi ruslara iyi gösterin" diye tembihler. alay komutanı celal bey de "atam, türk'ün güç ve kabiliyetini en iyi şekilde göstereceğiz" diye yanıt verir.
21 nisan günü 5 adet uçak karadenizi geçmeden önce bugünkü sinop havaalanının olduğu noktanın az güneyindeki toprak düzlüğe inerler. alan daha önce pek uçak görmemiş (5 tanesi bir arada hele) sinopluların askeri ve sivil şehrin tüm ileri gelenleriyle beraber meydanı binlerle ifade edilen sayılarla doldurmasıyla tam bir festival havasına bürünür. o noktaya bu günü hep hatırlatması için bir hatıra taşı dikilir. 80'li yıllarda sinop'ta bu taşın ne diye dikildiğini hatırlayan şehrin en yaşlıları hariç pek kimse kalmamıştı.
2 saat 10dk'lık bir uçuşun ardından filo sivastopol'a iner. karadeniz'i geçerken başlarına bir iş gelmesin diye de sivastopol sinop arasında donanmaya ait torpidobotlar devriye atarlar. ertesi gün kharkov ve onun da ertesinde moskova'ya iniş yaparlar. uçuş esnasında çekilen bir fotoğraf için bkz.
1 mayıs törenlerinde türk filosunun geçişi ve aldığı tezahürat gazetelere şöyle aksetmiş. ardından inişlerinde moskova büyükelçimiz ile de hatıra fotoğrafları var. burada general kliment voroşilov türk askeri erkanıyla da bir araya gelir ve dostane mesajlar paylaşırlar. o akşam moskova sinemalarında türk askeri heyetinin şerefine "türkiye'nin kalbi ankara" filmi dahi gösterilir.
1 mayıs'tan sonra 11 gün daha rusya'da kalan havacılarımız şerefine her gün ziyafetler verilir ve karşılıklı devlet başkanları adına konuşmalar yapılarak karşılıklı kadehler kaldırılır. gündüz sovyet havacılığını, askeri tesislerini ve zamanının en büyük uçağı olan 8 motorlu tupolev ant-20 maksim gorki uçağını teftiş ederken akşamları temsillere ve ziyafetlere katılırlar. türk heyeti stalin'e kadeh kaldırırken stalin, vyaçeslav molotov, mihail kalinin kendilerini samimi olarak selamlarlar. general voroşilov söz alarak o ortamda atatürk şerefine kadeh kaldırır. daha da ilginci küpürleri okursanız türk basınının sovyet liderlere atıf yaparken yoldaş ünvanını da kullanmaya özen gösterdiğini görürsünüz. yoldaş kalinin, yoldaş voroşilov gibi. (aynı yıllarda almanya bahis konusuysa bir führer, herr hitler falan dememektedirler mesela, ünvanlar orada kısa düşmektedir)
moskova'daki temasları tamamlayan havacılarımız leningrad'a geçerek orada da törenle karşılanır, mareşal budyonny refakatinde şehri gezer, kızılordu kıtasını beraberce teftiş eder ve ziyafetlere katılır. mareşalle elele fotolar çekerler. fotoğrafın daha yüksek çözünürlüklü hali için bkz.
oradan tekrar moskova'ya gelirler. veda konuşmaları yine samimi bir ortamda ziyafet esnasında yapılır 12. oradan havalanıp kendilerine romanya sınırındaki podolsk'a kadar kılavuzluk edecek rus pilot ilin ile beraber kharkov'a geri dönerler. kharkov'da konaklarken şehir tiyatrosu türk havacıları için perdeye türkçe "türk misafirlere hararetli dost selamları" yazarak oyunlarını oynarlar. orkestra istiklal marşı ve enternasyonel'i ardarda çalar. burada gördükleri sevgi ve saygı havacıları özellikle çok duygulandırır. yarbay celal bey :
-"sovyet rusya'da geçirdiğimiz günleri asla unutmayacağız. her şehirde hararetle kabul olunduk. bilhassa harkof (kharkov)'ta gördüğümüz hüsn-ü kabul bizi fevkalade mütehassis etmiştir. bu güzel şehri daha iyi tanıyabilmek üzere fazla kalamadığıma çok müeessifim" diyecektir.
dönüş yolunda 10 mayıs'ta bugün ukrayna iç savaşının merkezinde olan luhansk şehrinde geçit resmi sırasında çekildiği not edilmiş bir fotoğrafları burada var.
ezcümle o yokluk yıllarında dosta düşmana 10 yıl önce kurulmuş bir cumhuriyetin var olduğunu gayet nazikane bir şekilde gösteren hoş bir girişim olmuş. ancak işin bir de sovyet rusya tarafı var. 1917'de savaşın içinde devrimle kurulup izolasyonun içinde büyümek zorunda kalan ve 1930'lara gelindiğinde batı ile arasını bir türlü düzeltememiş bir sovyet rusya ile tarihinde ilk kez bilim ve aydınlanmaya sırtını dayamış bir türk devletinin birbirlerine herhangi bir komşu gibi sıcak davrandığı bir dönem de yok değilmiş.
burada parantez açıp türkiye cumhuriyetinin sosyalizme bulaşmaya çok da istekli olmadığını ve bütün bu mevzunun cihanda sulh prensibiyle ilerlediğini de yazalım. yani rusyaya uçağı heyeti filoyu sınıf mücadelesine, proleterya devrimine destek yüzünden göndermiyorduk. yoksa nazım hikmetlerin vs bu olaydan 3 yıl önce 1931'de komünizm propagandası yapması yüzünden yargılanmasını veya ondan bir önceki yıl adana'da tkp'lilerin aynı sebepten içeri alınmasını falan açıklayamayız. uçakları heyetleri daha çok bir tür "komşularla sıfır sorun politikası" yüzünden gönderiyorduk. bu iş ideoloji mezhep vs dinlemeden bu şekilde yapılır. yani genç cumhuriyet bunu günümüzdeki örneklere kıyasla 1930'larda gayet de güzel işletiyormuş.
ancak bu karşılıklı samimi ilişkiler gün gelecek bir daha geri dönülmemecesine bozulacaktı. sovyetler birliğinde 1936 sonrasında stalin kendine bağlı olmadığını düşündüğü hemen herkesi asıp kesip fişleyecek, bu durum yüzünden ikinci dünya savaşına eğitilmiş subay sınıfından yoksun bir şekilde çok rezil başlayacak, deli gibi toprak kaybedecek, moskova çevresinden savaşı döndürüp 20 milyon falan kayıpla savaştan her haneden bir ölü vererek çıkacaktı. amma aynı zamanda bir askeri süpergüç olarak çıkacaktı. çıkınca tüm doğu avrupa'yı demir perde arkasına çekecek, türkiye'den toprak talep etmeye falan kalkışacak ve türkiye ile yaptığı 1936 tarihli saldırmazlık anlaşmasını da tek taraflı olarak iptal edecekti. yani savaşa doğru adım adım ilerleyecek ve cihanda sulh diye yola çıkmış ve savaşta taraf olmamış türkiye'yi cebren karşı cenaha, nato'ya ittirecekti. kore'ye gönderilen o gariban mehmetçikler "aman bizi nato'ya alsınlar da sovyetler ülkenin yarısını almasın" diye ta oralara, dünyanın diğer ucunda çin taarruzlarına karşı göğüs germek zorunda kalıyordu. yani durduk yerde yurtta sulh cihanda sulh prensibini rafa kaldırmamıştık, sovyet tehdidi çok ayan beyandı. adamlar geliyoruz diye bağırıyordu.
sinop'ta dikilmiş olan o taş da işte bu yüzden unutulmuştu. 1930'lardaki o gücünden emin olamayan sovyetler gitmiş, yerine koskoca almanyayı devirmiş ve istediğini tank tümenleriyle alacağından emin bir sovyetler gelmişti. sovyetlerle türkiye arasındaki o sıcaklık ikinci dünya savaşından itibaren bu yüzden artık yoktu. hatta sinop'a amerikalılar gelip yerleşmiş, sovyet rusya'yı dinlemek için tuslog4 adında bir radar üssü kurmuşlardı. sovyet rusya ile oluşacak dostluğun kitabesinin bulunduğu şehir 1992'ye kadar sovyet sinyallerini dinleyen bir amerikan üssüne ev sahipliği yapacaktı. ironiye bak.
ve ruslarla garip münasebetlerde bulunduğumuz bu zamanlarda ta o dönemlere kadar geriye dönüp bakarsak ben o şartların artık tekrar gelebileceğini düşünmüyorum. zira o köprünün altından çok sular aktı. ruslar o dönemden sonra gidip süpergüç oldular. tüm doğu avrupayı kendi hegemonyaları altında bir tür tampon sınır olarak kullandılar. asla eşit veya denk addettikleri bir müttefikleri olmadı. müttefik addettikleri her devlet rusların "baba" statüsüne zorla biat etmiş, kendi coğrafi konumlarıyla rusya'yı bir kara harekatına karşı kendilerini siper etmiş buffer/tampon devletlerdi. sovyetlerin zorla seçtirdiği ve o ülkenin başında zorla tuttuğu hükümetlere sahip, halkın gerçek temsilcilerini seçemediği "müttefik" lerdi bunlar. bütün amaçları sovyetleri korumaktı.
("ee amerika da nato da aynı böyle, sen ne anlatıyorsun" diyenleri de brüksele davet ediyorum, genel kurulda amerikanın isteyip herhangi başka bir üye devletin veto ettiği şeylerin listesini 120 cilt olarak bastırıp takdim edeceğim. varşova paktında rusların bir dediğine iki demiş bir silahlı kuvvet varsa gösterin ben de bakayım.)
işte türkiye tüm bu olaylar olurken sovyetlerin güney-güneybatı cephelerindeki asli düşmandı. bugün bile nato doktrini tamamen potansiyel rus hareketlerine ve sorunlarına karşı yazılmış çizilmiş cevaplar/çözümler içeriyor. geçmiş 75 yılda sovyetler ve rusya türkiye için hep en büyük tehdidin kaynağı olagelmiş. bugün de tüm o sovyet nükleer mobil bataryaları türkiye'deki hedeflere (tüm nato hedeflerine olduğu gibi) kilitli vaziyette hala dağ bayır gezerken sıcak ikili ilişkiler kurduğumuz bir dönemi okumak da öyle ilginç bir ironi içeriyor.
kendi işimize yolumuza bakmamıza bir türlü izin verilmemesi, progresif programlara kaynak aktarılacak yere sovyet tehdidi altında dinciliğin aradan hortlatılması gibi sebepler yüzünden bu adamları türkiye'nin bugününe yaptıkları katkı yüzünden sorumlu tutuyor olsam da (niye tutmayayım. sovyetler toprağımızda gözü olan yayılmacı siyaset yerine bölgesel bir aktör olarak kalmış olsa, finlandiya gibi bitaraf kalabilmiş olsak, ülkede bir 1980 darbesi olur muydu?) geçmiş dönemlere ait bu dostluk gösterileri "neler olabileceği" konusunda hayal gücüne bir miktar ışık tutuyor. alternatif tarih hayal bile olsa çok güzel, herkesle hep dost kalmışız. silahlanmak zorunda kalmamışız, tüm kaynak eğitime, bilime vs aktarılıyor. pii. o taş kadar unutulmuş hayaller bunlar. olmasına hiç izin vermemişler.
bir zamanların süper dengeleyici gücü. her sistemin bir kusuru vardır ve her sistemde ihale toplumun bir kısmına - itelenir - bu sistemde kapitalist düzende sömürülen işçi kesimi baş olmuştur lakin çiftçiler kolhoz ve sovhozlara kilitlenmiştir. şöyleki bu sistem karı koca olarak moskova da yaşayan bir çiftseniz ve öğretmen doktor gibi mesleklerle meşgulseniz makuldür, yada krasnodar da bir fabrika da işçiyseniz de gayet makuldür. amma velakin çiftçi olduğunuz da doğacak çocuklarınız ve torunlarınız yaygın eğitim ve sağlık ağıyla okuyup gelişip büyük şehirlere göçer, sanayi çarkının bir dişlisi olur, dolayısıyla tarım ve hayvancılık kan kaybeder. sscb nin başınada işte bu hal gelmiştir. yılmaz özdil gibi yazarların da yazdığı ‘portakal- domates e karşılık ruslar bize fabrika kurdu’ sözünün Aslı da burdan gelir. sanayi devi de olsanız karnınız doymalı, sonra sovyetler gibi olursunuz.
The smallpox vaccine was the first vaccine to be
developed against a contagious disease.
In 1796, the British doctor Edward Jenner
demonstrated that an infection with the relatively
mild cowpox virus conferred immunity against the deadly smallpox virus .
Louis Pasteur (Lui Pastör) (27 Aralık 1822, Dole, Fransa -
28 Eylül 1895 Saint-Cloud, Fransa), Kuduz aşısını
bulan Fransız mikrobiyolog ve kimyager.
kızamık aşısı ....
John Franklin Enders (10 Şubat 1897 - 8 Eylül 1985) Amerikalı
bir biyomedikal bilim adamı ve Nobel Ödülü sahibi .
Enders, "Modern Aşıların Babası" olarak adlandırıldı.
1954'te Enders ve Thomas C. Peebles, kızamık virüsünü
11 yaşındaki David Edmonston'dan izole etti .
Çocuk felci aşısının geliştirilmesi ve bazı çocuk felci
ve ölüm vakalarında yer almasından hayal kırıklığına
uğrayan - Enders'ın Salk'ın tekniğine atfettiği - Enders,
kızamık aşısı geliştirmeye başladı
ikinci dünya savaşında 10,700,000 asker, 15,900,000 sivilin öldüğü ülke.
toplam kaybı 26,600,000.
nüfusu o zamanlar 194,090,000 idi.
ww2 de nüfusun %13.7'ini kaybetmiştir.