Bitmek tükenmek bilmeyen bir gürültü ve taşkınlıkla çevreyi kuşatan, kasılan, efelenen o gürühun farkında mısınız? Farkında olmamak mümkün değil çünkü amaçları zaten bunu sağlamak. Onlar için hangi kavramın ne ifade ettiği değil, kendileri için kullanılmaya ne kadar elverişli olduğu önemlidir. Yeri zamanı geldiğinde, vatanseverliği de kimseye bırakmazlar, laikliği de, dindarlığı da, demokrasiyi de. "Zihinlerindeki Atatürk" işlerine geldiğinde demokrattır, işlerine geldiğinde despot; işlerine geldiğinde dindardır, işlerine geldiğinde dinsiz...
Bazen sokakta, bazen karanlık bir derneğin loş salonlarında, bazen bir partide, bazen parlak devlet binalarında, bazen de devletin en tepesindedirler.
Marjinal ama kibirli, kısır ama gürültülü, demode ama gösterişli bir organizasyonun üyeleridir.
Tafralarıyla tanınırlar...
Herkes ülkeyi bölerken sadece onlar vatana göğüslerini siper ederler. Herkes emperyalist güçlerle işbirliği halindeyken yalnız onlar direnirler. Herkes, Avrupa Birliği'ne uşaklık ederken bir tek onlar vatanın askerleridir. Herkes yabancı sermayeye peşkir tutarken, onlar gururla yerli malı çekirdek çıtlatırlar. Herkes gafletteyken, yalnız onlar uyanıktırlar.
Tanımadıkları her şeye düşmandırlar; kapıları kapatıp karnımızı buğdayla doyurabileceğimiz, kendimiz söyleyip kendimiz dinleyeceğimiz, kendimizle övüneceğimiz bir dünya hayaliyle tutuşurlar.
"Türk insanı"nın nasıl yaşadığı, ne kadar çalıştığı, ne kadar kazandığı, ne tükettiği, refahtan ne kadar pay aldığıyla asla ilgili değillerdir ama sıra "Türkçülük" adına gürültü çıkarmaya geldiğinde ön safta vuruşur gibi yapmaktan geri durmazlar.
"Türk"ün eğitimde, sağlıkta, istihdamda, kentleşmede, ulaşımda ya da hukukta, insan haklarında nerede olduğu umurlarında değildir. Ellerini hiçbir taşın altına koymazlar, koyanların da kafatasını ölçerler. Sözümona savunurken Türkiye'yi rezil ederler de farkında bile olmazlar...
Ermeni meselesinde ön safta onları görürsünüz ama ağababalarının Fransa ile kıvamında sürüp giden ticaretine tek kelime edemezler...
Öcalan'ı asmayana söverler ama ellerine geçen fırsatta bunu neden yapamadıklarını, yapamadıkları gibi idam cezasını neden kaldırdıklarını anlatamazlar.
Kıbrıs için sözde canlarını verirler ama, Rumları göz göre göre nasıl Avrupa Birliği'ne taşıdıklarını akıl edemezler.
Sevr'den korkarlar Sevr'i bilmezler, Lozan'dan söz ederler antlaşmanın tek satırını okumazlar.
Her söze "Türkiye büyük devlettir"le başlarlar ama o büyük ülke başını kaldırıp biraz çevresiyle ilgilenecek olsa, "batağa sürükleniyoruz" diye titreşirler.
Ne zaman Güneydoğu'dan söz açılsa, "o çapulçuları vururuz, öldürürüz" deyip efelenirler ama nasıl olup da 15 yıldır bir "çapulcu çetesi"nin hakkından gelinemediğini anlatamazlar.
Bu ülke gençlerinin kanıyla tafra satarlar; iş zora geldiğinde de sıvışırlar...
Onları tafralarından tanırız. Bazen Cumhuriyet adına, bazen laiklik adına, bazen bilim adına, bazen Türkçülük adına, savurdukları bitmek tükenmek bitmeyen tafralarından.
Onlara, "Tafratürk" diyorum.
"Bu güzel vatan"ın gelişen dünyanın neresinde olduğu hiçbirisi için önemli değildir. Kaybolan yılların hesabını vermek de umurlarında değildir, yarınki nesillerin ne yiyip ne içeceği de. Çocuklarımızın insanca, başları dik, hukuk ve demokrasi içinde yaşayabilmelerini de umursamazlar, gençlerimizin askerden sağ dönmelerini de. Ne dökülen kan onlardandır, ne kaybolan yıllar onların...
Yeter ki ipler ellerinde, yeter ki tafraları yerinde olsun.
Ülke küçük, küçücük olsun ama yeter ki onların olsun.
özellikle kahramancılık edebiyatından nemalananların sayısı bir hayli fazla olan bizim gibi 9. sınıf dünya ülkeleri vatandaşları arasında fazlasıyla rağbet gören edebiyat parçalama seanslarının tümüdür. sözlüklerde de sıkça karşılaşmaktayım bu eylemin en önde giden neferleriyle. ne de olsa atıları boğuluyor entryleri.
para kazanmayı, düşünülmeyeni düşünüp birşeyler ortaya çıkarmayı aşağılayan bu güruhun çözümsüz eleştirilerinden sıkılmaya başladım artık. sermayeden, kapitalizmden nefret edip de kapitalizmin en büyük oyunu olan çözümsüzleşmenin, gevezelikten başka işe yaramayan ve lafın ötesine geçemeyen sistem eleştirisinin kucağına oturuyorlar her seferinde. kıçlarındaki levi's'tan, ayaklarındaki converselerden dem vurmayacağım. çok klişe oldu çünkü, benim de midem kaldırmıyor artık bu eleştiriyi.
Sivas’ta yürekleri kanayan bir katliam olur. Hurra bütün sosyalist cenah benim de içinde bulunduğum Sünni topluluğun ayırt etmeksizin sülalesini elden geçirir. Biz de aynı toprağın insanları yaralanmasın, katledilmesin diye ortalıkta bağırsak da yine de onların gözünde sünniyiz ve ilelebet öyle kalacağız. Tek suçu bu memlekette kürt doğmak olan adama bütün samimiyetimle saygı duyarken, tek suçum türk olması dolayısıyle bütün ithamların odak noktası olmaktayım. Neden peki? Çünkü azınlık değilim bu memlekette. Ve birileri zannediyor ki, bir azınlığın katledilmesinin sorumlusu bütün çoğunluktur!
halkların kardeşliği paralosıyla yola çıkıp, anti-militarist takılcağız ayağına orduya demediğini bırakmayan, yeri geldiğinde iktidarın darbeyle devrilmesini savunabilen ve her nedense ''islamcı'' herhangi bir harekete verilen tepkinin yüzde birini ''pkk'' denilen ne idiğü belirsiz örgüte veremeyen bir acaip hümanist kakafoniden bahsedecek olursak karşımıza yine aynı güruh çıkacaktır. ortalıkta ahkam kesmekle, üniversite önünde sistem eleştirisi kisvesi altında saçma sapan ''ders bırakma eylemlerinin'' figuranı olmakla müreffeh yarınların garantisi olacağını sanan bu kesime gönül dolusu muhabbetlerimi iletiyorum. ve artık saçma sapan fikirlerinizi, çözümsüz eleştirilerinizi ve bitmek bilmeyen nefretinizi kendinize saklanmanızı, insanların estetik hassasiyetlerine, ruh dinginliklerine daha saygılı olmanızı salık veriyorum. lafa gelince herkes che guevara bu ülkede. ha Bir de parka giymekle deniz gezmiş olunsaydı, değil incirlik şu anda guantanamo’da bile abd bayrağı dalgalanamazdı. Demek ki; çözüm üretemeden konuşmakla olmuyor bu işler. Varsa bir öneriniz sonuna kadar haykırın, yoksa sükut altın.