doğuşunu çok amiyane tabirlerle açıklamak gerekirse;
18.yy'da amerikan ve fransız ihtilalleriyle pek çok ülkede monark devleti anlayışı yerini hukuk devleti anlayışına bırakmıştır. amma ve lakin bu durum başta toplumdaki her kesimce monarka karşı kazanılmış bir başarı veya zafer olarak adlandırılırken, durumun öyle olmadığı zamanla emeğini satan kesimce anlaşılmaya başlanmıştır. 19.yy'da malını satan sermaye sahipleri, daha fazla kar için emeğini satan işçi kesimi her bakımdan sömürmeye başlamışır. ahan da bu arada bir yerlerde karl marx çıkmıştır piyasaya ve demiştir ki; "ey sermaye sahipleri, sanmayın ki bu devran dönmeyecek, sanmayın ki kamçıladığınız bu emekçiler bir gün isyan etmeyecek; güvenmeyin tekelinizde bulunan devlete ve organlarına, güvenmeyin kendi çıkarlarınız doğrultusunda oluşturduğunuz hukuka, yemeyin bizi fraternite egalite liberte diye, zira hepimiz eşitiz lakin görünen o ki bazılarınız daha da eşitsiniz..."
efenim marx'ın bu çuvaldızı fena halde destek görmüş, sermaye sahipleri "h.ssiktir"i çekmeye başlamıştır. boykotlar, iş bırakmalar falan cabası.
"ulan!" demiş sermaye sahipleri ve devleti tekelinde bulunduran efendiler, "ne yapmalıyız ki bu dalga engellensin?" düşünmüşler düşünmüşler, en sonunda akıllarına sağlam bir fikir gelmiş. fikrin ana temasını "silleden ziyade okşama" şeklinde açıklayabiliriz. yani nedir? devlet bizde, para bizde, sömürge ülkeleri bizde, e ne duruyorsun, helva yapsana olayı.
demişler ki efendiler, "biz mal mıyız lan elimizde o kadar obafemi, didier, orus veya kokofami varken gidip wayne'i, pole'u, anthony'yi veya philips'i zorluyoruz çalışmaya, indirelim bizimkilerin çalışma saatlerini, okşayalım kafalarını, verelim hoşa giden birçok hakkı, giydirelim çocuklarını, verelim manitalarıyla gidecekleri sinema paralarını, hem onlar ağlamasın-ilerde sorun çıkarmasın markso dayı'nın didiği gibi, hem biz rahat edelim. hem böylelikle kokuşmuş, insanlık yüzü görmemiş pis afrikalılar bizden medeniyet görmüş olur bahaneyle bizimle çalışarak. he doğru bildin, bu medeniyet bizim m.akif'in bahsettiği...
öyle olmuş, böyle olmuş, herkes 20.yy'a gelindiğinde az veya çok yolunu bulmuş, ya da yolunu bulmaya yakın hale gelmiştir...gelemeyen de 2.dünya savaşı sonrasında oturtacaktır rayı tam olarak... herkes dediğime bakma, sanayinin geliştiği avrupa ülkelerinden bahsediyorum. ne sandın yarraam? taşşağını kaşıyan arapları veya puro dumanıyla sivrisinek öldüren latin amerikalıları adam yerine koyacağımı mı? heh, siktir ordan...
nedir sonuç, refahı yüksek bir ülke, tıkır bir devlet, devamlı büyüyen bir sermaye, arasıra nükseden problemler hariç mutlu mesut takılan bir emekçi, emekçinin sorunlarıyla düzenli olarak ilgilenen bir devlet görüntüsü.
hoş görünüyor değil mi? haritanın aşağısına bakmayınca harbi güzel görünüyor lan şimdi farkettim... bi de şey farkettim, yunanistan yarımadası bizim olsa ne iyi olurdu yaa... euhm.. neyse.
velhasıl...anlayış böyle başlamış zamanında, bugün bambaşka bir hal almış tabi, o ayrı.
Sadakacı devlet anlayışından farkı, vatandaşlarının insani seviyede yaşam taleplerini bir hak olarak görmesidir.
örnekleyelim: sadakacı devlet size bir buzdolabı verir, kışları da isterse kömür verir, mutlu olursunuz. Hatta sadakacı devletin desteklediği dernekler de size arada bir, güçleri yettiğince et verirlerse daha da bir sevinirsiniz. Ancak bunların hiç birisini bir hak olarak talep edemezsiniz. Devlet seneye televizyonunuzu yenilemezse, belediye kömürü keserse, veya dernekler size gıda yardımı yapmazsa, "neden yapmıyorsun?" diye sorma veya dava açma hakkınız yoktur. Adı üstünde, sadakadır bu. isteyen verir isteyen vermez.
Oysa sosyal devlette bu bir haktır. Size zamanında gerekli eğitimi verememiş veya ekonomiyi düze çıkaramamış devletin görevidir zenginden aldığı vergilerle toplumun en dibindekileri aç bırakmamak, açıkta bırakmamak.
Sadakacı devleti liberal ekonomik zihniyetliler savunur genelde, sosyal devleti de sol ekonomik zihniyetliler. Ama ilginçtir Türkiye'deki sosyal demokratlar, milletin kılık kıyafetiyle uğraşmaktan, "kuran kursu mu açsak yoksa çarşaflı mı alsak" diye düşünmekten sosyal devlete, sınıf politikalarına pek zaman ayıramamaktadır.
kan emmeyi gerektirir. yalnizca 8 milyonluk nufusuyla bu zenginlige sahip avrupa ulkeleri incelenmelidir. yaladiginiz batinin tarihini, isleyen sistemini bi arastirin lutfen. neymis copten yakit yapiyolarmis, e onu yaparken 35 milyon afrikali cocuk susuzluktan ve buna sorunlardan oldu. sebebi yine bu batili sirketlerin yok ettigi ormanlar ve kole ticaretiydi. dunya devi batili teknoloji firmalari milyarca silah uretti, uretiyor. e avrupada savas olmadigina gore nereye satiyolar bunlari? ortadoguda milyonlarca cocuk oldu milyonlarcasi anasiz babasiz evsiz kaldi. ama belcika camurdan teleferik yapmis, evsizi chateau lafite alabilecek durumda devlet yardimi sayesinde. sikmisim sosyal devletini de bati avrupasini da. kan emici, canavar mahluklar.