yine cikti karsima kurban oldugum, ah su melankoli; nereye gitsem yakalar beni.
"asil onem verdigim neyi bilmem gerektigim degil, neyi yapmam gerektigim. Bir fikir, bir gorus bulmaliyim, hayatimi adayacagim ve ugruna olecegim bir sey bulmaliyim."
jean-paul sartre, marxism ve varoluşçuluk bölümü'nde bu filozofun varoluş diye adlandırdığı şeyi açıklar. öznel yaşamın, bir bilginin konusu yapılamayacağını, bilgiye sığmayacağını söyler ve devam eder: "bu öznel yaşam, ilke olarak, bilgiye sığmaz, inanan kişinin aşkınlıkla ilişkisi anca bir öteye gitme biçiminde tasarımlanabilir. darlığı ve sonsuz derinliği içinde her çeşit felsefeye karşı kendini doğruladığını öne süren bu içsellik, dil ötesinde, her insanın başkaldırı ve tanrı karşısında kişisel serüveni olarak ortaya çıkan bu öznellik" olarak adlandırdığı şey olduğunu aktarıyor.
sanırım bu anlayış beni diğerlerinden daha çok kendine çekiyor.
Baştan çıkarıcı Johannes in konuşmasından bir bölüm:
"Hayır, insan kadın hakkında konuşmayı sadece kadından öğrenir. Ne kadar çok sayıda kadından öğrenirse o kadar iyi. Bir erkek ilkinde sadece öğrencidir, ikincide çoktan eğitilmiştir..."
Hegel'e yaptığı eleştirilerde pekala haklı bulduğum filozof.
Nesnel idealist sistem içerisinde insanı birey yerine parça gören hegel'e karşı çıkmış ve bireysel hakikati öne sürmüştür.
Öte yandan varoluş evreleri/küreleri düşüncesi kendisinden sonra gelen dönemde oldukça etkili olmuştur. Bunun yanı sıra tanrıya inanan ve inanmayan olarak insanı ikiye ayırmış ve kendisini de inanan sınıfına dahil etmiştir.
Düşünceleri ve bu hususta görüşleri inanmayanların varoluşlarını olumlayan türdedir -ki bu onu enteresan yapan sebeplerin başında gelir.
Yürümeyi oldukça seven ve çıktığı yürüyüşlerde durup herhangi biriyle konuşan filozof. Karşılaştığı insanla Son seferki konuşmasında nerde kalmışsa aynı yerden devam ederdi.
her takımdan yalnızca birer parça olmak üzere 50 tane fincanı ve fincan tabağı vardı. önce şekerden büyük beyaz bir piramit yapar sonra sert kahvesini üzerine döker ve şerbet gibi içerdi.
testestoron hormonunun beyninizi rehin aldığı bu zorlu süreçte, kılavuz olarak başvuracağınız efsanevi filozofun, aşk ve kadınlara dair kaleme döktüğü aforizmalardan derlemelerle sizi aydınlatmaya çalışacağım, özellikle siz sevgili hemcinslerim. normal şartlar altında, böyle değerli bilgileri sevdiğim insanlara saklama gibi bir eğilimim bulunmasına rağmen, yakın zamanda uludağ sözlüğü bırakıcak olmam, üstüne cinsel merakınızı materyal olarak kullanıp felsefeyle tanışmanıza vesile olmayı umarak girişimlere başlıyorum.
"iki insan aşık olup da birbirleri için yaratıldıklarını düşünmeye başladıklarında, ayrılma cesaretini gösterme vakti gelmiştir; çünkü devam ederlerse her şeyi kaybedip hiçbir şey kazanamayacaklardır. paradoks gibi gelebilir, duygu açısından öyle; fakat anlayış açısından öyle değil. bu alanda insanların kendi ruh hallerinden yararlanması özellikle gereklidir; bu ruh hallerinin yardımıyla insan bitip tükenmeyen çeşitte kombinasyonların farkına varabilir."
"kadın özdür, erkek yansımadır. bu yüzden, kadın öyle hemen, sessizce seçmez. erkek talep eder, kadın seçer. ama talep bir sorudur ve kadının seçimi bu soruya bir yanıttır. bir anlamda erkek kadından fazladır, diğer anlamda ise sonsuz azdır.
"sosyal hayat gerçekten insanı kadınlarla temasa sokar; ama orada bir ilişkiyi başlatmanın estetik bir yanı yoktur. sosyal hayatta her genç kız silahlanmıştır, orada işin tadı kaçmıştır, her şey durmaksızın tekrarlanır; kız hiçbir şehvet heyecanı duymaz. kız sokakta açık denizde gibidir ve bu nedenle her şey daha dolu dolu görünür; sanki her şeyde bir giz varmış gibidir. caddede gördüğüm bir genç kızın bir gülümsemesine yüz dolar verirdim; ama bir partide elimi sıkması için on dolar bile vermem.”
"bir kız ilk bakışta ideali uyandıracak kadar derin bir izlenim bırakmıyorsa onun gerçeği de pek arzulanacak bir şey değil demektir."
"kadın doğası, direnme görünümü altında bir teslimiyettir." (sakın aşırı yapışkan tavır sergileyerek bu sözü çarpıtmayın)
bir genç kızı ne korkutur? tin. neden? çünkü tin onun tüm dişi varlığının yadsınmasına yol açar. erkeksi güzel bakışlar, çekici bir kişilik vs. iyi özelliklerdir ve bunlarla fetihler yapılabilir; ama asla kesin bir zafer kazanılamaz. neden? çünkü o zaman kızla, kızın kendi alanında savaş edilmiştir ve orda kız daima daha güçlüdür. bu yöntemlerle bir kızın yüzü kızartılabilir, mahcup duruma düşürülebilir; ama güzelliğini ilginç hale getiren o anlatılması olanaksız, büyüleyici endişe uyandırılamaz."
Bir kızı baştan çıkarmak için kullanılan güç nedir? Arzudur, duygulara hitap eden arzunun enerjisidir. Bu dev boyutlardaki tutkuya gösterilen tepki arzulanan kişiyi güzelleştirir ve geliştirir. Baştan çıkarmanın ateşi ona yakınlaşmayanları bile aydınlattığından her kızın benliğinin derinliklerinde değişim yaratır.
"beceriksizlik görüntüsü çok ustaca kullanılmalıdır ve bununla çok yol alınabilir. küçük bakirenin birini kandırmak için bunu az mı kullandım? kızlar beceriksiz erkekler hakkında genellikle çok acımasızca konuşur; ama yine de gizlice onlardan hoşlanırlar. biraz utangaçlık daima genç kızın gururunu okşar, ona üstünlüğünü hissettirir; bir çeşit kaparodur."
"Kızı kuşatarak görmesini istemediği şeyleri gözünden kaçıramayan , kendini kızın duygularında şiirleştirerek her şeyin istediği gibi kızdan gelmesini sağlayamayan biri daima bir acemi olarak kalacaktır.Duyduğu zevkten dolayı onu kıskanmam.Böyle bir kişinin olup olacağı bir acemi , bir baştan çıkarıcı , ki hiçbir zaman kimse bana bu nitelikleri yakıştıramaz.Ben aşkın doğasını ve anlamını kavramış , aşka inanan ve onu tepeden tırnağa kadar bilen bir estet , bir erotistim. Yalnızca hiçbir aşk macerasının en fazla altı aydan daha uzun sürmemesi ve her türlü ilişkinin , son zevkin tadıldığı anda sona ermesi gerektiği yolundaki özel görüşümü kendime saklıyorum.Benim tüm bildiğim budur ; ayrıca , alınabilecek zevklerin en
yüce biçiminin sevilmek , dünyada her şeyden daha çok sevilmek olduğunu da biliyorum. Bir kızın ruhuna düş gibi süzülüp girmek bir sanattır , çıkmak ise bir başyapıt."
size filozof kierkegaard'ın bir
sözünü söyleyeyim:
"ölümden korkmuyorum
... çünkü ben varken o yok
ve o varken de ben yokum."
(bkz: niwemang)
ölüm her aklına geldiğinde
ah edip vah edip inleme
bu halinle tanrıyı incitmiş olacaksın
ecel kapını çaldığı zaman
evi telaşa verme
o geldiği zaman
sen gitmiş olacaksın.
ya/ yada kelimelerini slogan olarak kullanan, bireyin hayatın her anında seçimler yapmak zorunda olacağını öngören ancak hangi seçimi yaparsa yapsın pişman olacağını bildiren danimarkalı felsefecidir. etik ve estetik dengesi kitabı okunulasıdır. kendisi babasından dolayı inançlı bir felsefeci olmasına karşın, bağnaz değildir.
dikkat! felsefeye amatör ölçüde ilgi duyanlar için önemli bilgiler içerir.
s. kierkegaard varoluşçu filozoflar içinde değerlendirilen bir isimdir, hayatını ve felsefesini hegelyan anlayışa karşı yaşamış ve oluşturmuştur. ona göre sistemli hristiyanlık yanlışlara ve günaha gömülmüştür ve içine saplandığı bataktan kurtarılmalıdır bu doğrultuda çok kez kiliseyle başı derde girmiştir. ayrıca hatırlatmak gerekir ki kierkegaard varoluşçu olarak değerlendirildiği kadar kimilerince de filozof değil dinci bir yazar olarak geçer.
bugün psikolojiden aşina olduğumuz kaygı(danca. angst, ing. anxiety) kavramını felsefi ve psikolojik bağlamda ele almıştır, bu doğrultuda kişinin kendini bulduğu ve yaşamının çizgisinin ellerinde olduğunu anladığı an, kaygının başladığını söyler. örneğin bir binanın tepesindeki adamın bir kokusu vardır; aşağı düşmek, ama aşağı atlama imkanına da sahip olduğunu düşünmeye başladığından itibaren kaygı sahibi olur. bunun üzerine 'kaygı kavramı' adlı eseri vardır fakat dili ağır olabileceği için anlamakta güçlük çekebilirsiniz.
soren kierkegaard'ın anlayışında en hakiki gerçek imandır. bu noktada kendisinin fideist olduğu gözden kaçırılmamalıdır, sadece en temel ve en öz gerçeğin iman olduğunu söyler hatta kişinin inancının nesnesi yanlış olsa bile iman bütünlüğüne saygı göstermenin bir zorunluluk olduğunu dile getirir.
korku ve titreme: yazarın en önemli eserlerindendir, burada ibrahim'in oğlu ishak'ı kurban etmesi olayı üzerinden bazı etik tartışmalara girer. bunlar; etik olan ereksel olan için askıya alınabilir mi? gerçek erekler doğrultusunda saklanabilir mi? vb. dir.
kierkegaard burada trajik kahraman ve iman şövalyesi adını verdiği iki tipi tanımlar hikaye üzerinden. ona göre trajik kahraman evrensel iyi adına kendini kurban eden sokratestir, iman şövalyesi ise imanı doğrultusunda etik olanı gözardı edip imanının emirlerini yerine getiren ibrahim peygamberdir.
özel hayatında da bir iman şövalyesi gibi davranıp etik olan evlilik yerine deli gibi aşık olduğu regine olsen'den ayrılmış ve kendini felsefeye adamıştır. baştan çıkarıcının günlüğü adlı eserinde de yaklaşık şu minvalde şeyler söylemiştir; 'iki kişi aşkın doruklarında yaşıyorsa o dakikadan sonra ayrılmaları doğru olur zira artık birbirlerine verecekleri hiçbir şey kalmamıştır'. ilişkiler konusunda gerçekci tespitler yaptığını düşündüğüm yazar entelektüel çevrede sevilen ve esprili bir kişiliği sahipmiş.
entrymi burada sonlandırmadan önce özellikle korku ve titreme adlı eserinin okunmasını tavsiye ediyorum ayrıca gönül işlerine pek kafası basmayanlar için de 'baştan çıkarıcın günlüğü' adlı kitabı tavsiyemdir.
Ne kadar objektif düşünürsek varlığımızı o derecede kaybederiz. [ ] Haz düş kırıklığı getirir, haz beklentisi ise asla! Haz bize haz veren şeyde değil o şey hakkındaki fikrimizde saklıdır. Hiçbir şey sonsuz mümkünat kadar güzel kokulu, lezzetli, iştah açıcı ve sarhoş edici değildir. Mümkünattan mahrum olmak her şeyin mecburiyete sıradanlığa dönüşmesi demektir. [ ] Ebediyetten mahrum kalmak insanları daraltır ve ümitsizce sınırlar. Bu daralma sadece ahlâkî bir fakirlikten ibaret değildir. Oysa dış dünya fikrin, hazzın yahut insani meşgul eden önemsiz şeylerin daralmasından bahseder. Çünkü zihin sınırlı şeylere ebedî bir değer atfeder. insanların düşünceleri gerçekten ihtiyaç duyduğu yegâne şeyi bilmeksizin küçücük farklarımıza takılı kalır. Bu daralmanın, fakirleşmenin, Benliği kaybetmenin şuurunda değildir. Benliklerin yitirilmesi Ebediyette dahil olmaktan mütevellit değildir. Tersine sınırlı, sonlu, sayılabilir olanlara, eşyaya hapsetmiştir kendisini. Ben olmak yerine sadece bir sayıdır artık. Herkesin içinde, kalabalıktan biridir. Sonsuz sayıdaki sıfırın bir tekrarı gibi
aydınlanma, doğa bilimlerini sıkı sıkıya örnek alan bir bilgi ve rasyonalite anlayışı benimsedi. aydınlanma rasyonalizmi sonuç olarak, birçoklarının geleneksel ahlak ve dinin hakikatleri diye gördüğü doğrulara karşı düşmanca bir tavır aldı. böyle ifade edersek eğer, hegel'in felsefesi bu hakikatleri aceleci ve önyargılı bir eleştiriden kurtarma ve onları daha sağlam temeller üstüne oturtma yönünde bir teşebbüs olarak anlaşılabilir. hegel, insan aklıyla inancını, inancı akıl için kabul edilebilir hale getirerek birbirleriyle uzlaştırmaya çalışan hümanist bir teolojiye yakındır.
kierkegaard, bunun tam tersine, dini inancın, akılla inancı uzlaştırmaya kalkışmak bir yana, ikisi arasındaki yarığın önemine işaret eden bir savunuyu önerir. gerçekten de, o dini inancın sadece insan aklına indirgenmek suretiyle güçlendirilmek yerine zayıflatıldığını dile getiren teolojik bir "fideizm" geleneğini canlandırmıştır. felsefesinin can alıcı bir parçası da, batı felsefesi geleneğinde merkezi bir rol oynayan, rasyonalist nesnel bilgiyi reddetmektir.
dünya ya da kosmosun çıkar gözetmeyen ve özü itibariyle pratik yönü bulunmayan gösterimi olarak teori düşüncesi, ilk kez olarak klasik yunan felsefesinde ortaya konur. aristoteles teorik bilgiyi, ezeli ebedi ve de değişmez olanla ilgili olarak tanımlar.
bu amcamız, aydınlanmanın getirdiği ve hegel'in piyasaya modifiye ederek yaydığı nesnel bilgi idealine şiddetle karşı çıkar. çünkü bu ideal insanın öznel varoluşuna karşı duyarsız kalır. nesnel teorik bilgi, insan yaşamına yararlı hiçbir katkı yapmaz. dinin hakikatleri öznel varoluş alanına girer ve teorik bilginin soyut kategorileriyle kavranamaz. varoluş yalnızca öznel biçimde ya da içeriden bilinebilir veya anlaşılabilir.
öznel hakikat üzerinde yoğunlaşmasının bir diğer sonucu da aydınlanmanın teorik bilgi yorumlarının merkezi öğesine, kesinlik arzusuna ilişkin gözden geçirilmiş bir değerlendirmedir. kierkegaard, şüpheciyle rasyonel olarak doğrulanabilen bir ahlak sistemi ya da din olamayacağı inancını paylaşır. belirli bir hayat tarzının lehinde olan, çürütülemez hiçbir rasyonel kanıt, ahlakta da, dinde de var değildir. her halükarda dini ya da ahlaki hakikatle ilgili kavramsal kesinlik, bizi kesinsizlikten kurtarırken, özgürlüğü ortadan kaldırmaktadır. yine rasyonel argüman, bizi doğru yaşamakta olduğumuza inandırabilse de, asla öznel olarak ikna edemez ya da bizi fiilen bu şekilde yaşama durumuna getiremez. öyleyse bu dostumuz için kesinsizlik, öznel hakikatin bir kusurundan ziyade, özüdür. kesinsizlik, insan hayatı en temel olan şeyin, yani seçme ya da karar verme özgürlüğümüzün bir sonucudur.
kierkegaard'ın birbirleriyle ilişkili olan özgürlük, kaygı ve korku kavramları; düalist bir metafiziği yansıtmaktadır. insan varlıkları insani olanla tanrısal olanın, sonluyla sonsuzun huzursuz ya da tedirgin bir karışımıdır.
kierkegaard için özgürlük imkanı tinsel doğamıza bağlı bulunmaktadır. ama insan varlıkları bir yandan da hayvandırlar. adam bize hayvan diyor... neyse. öyleyiz zaten biraz.
özgürlük, çatışma ve korku olarak yaşanır: "korku, insanın içindeki iki dünya, tinin dünyasıyla doğal dünya, tanrının dünyasıyla hayvanın dünyası arasındaki kesişme noktasıdır."
insan varlıklarının karşı karşıya kaldıkları en temel seçim, özgürlüklerini tehdit etme ya da ondan kaçınma teşebbüsü arasında yapılacak olan seçimdir. kierkegaard'ın kendisi seçmiş olduğu misyon, bireyin umutsuzluğunun farkına varması ve böylelikle de, kendisini özgür bir tin olarak tanımasını sağlamaktır.
buradan sonrasında hz. ibrahim'in o meşhur evladını kurban verme örneğini inceler bu ağabeyimiz. tanrının iradesinin tam da anlaşılamayacağı kanaatindeyim ben. yani en azından kierkegaard'ın söylemlerinden kendime bunu pay biçtim. yani sonuçta bir insan oğlunu öldürmek konusunda karar verdiğinde ahlaki açıdan çok saçma bir noktaya geliyoruz. fakat bunu tanrı yapınca kocaman bir alkış kopuyor. tabi burada bilinmelidir ki tanrı ibrahim'e kurban etmesi için bir koç göndermiştir. ibrahim, varoluşuna bu tarz bir şeyle kavuşmuş oluyor. neyse. çok yazdım.