diablo 2 deki karakterlerden biri. büyücüdür, büyü yapar. eğer tüm skill pointleriniz level 24 e kadar saklayabililecek kadar sabırlıysanız, o seviyeden sonra oyun felaket kolaylaşacaktır. ayrıca sanırım kendisi en kolay boss*** kesen karakterdir. normal zorluk seviyesinde bitirdikten sonra nightmare seviyesini bitirmeniz güzel bir rush ile 3-4 saat sürecektir. ama hell de olaylar biraz değişecektir. yaratıkların en az bir tane immune oldukları element türü olduğu için tek bir elementi geliştirmek ölüm olur. hatta bazen bazı yaratıkları es geçmeniz gerekecektir çünkü bazıları sadece fiziksel zarar alırlar. siz yaratıklara yakın olmayacağınız için hand 2 hand bir mercenary işini pek görmez çabuk bir şekilde yatar. 1. yada 3. sehirden alacağınız ice tabanlı mercenary ler işinize yarayabilir. onlar düşmanı yavaşlatırken siz de fire yada lightning büyüleri ile deli gibi damage koyarsınız. pvp ye gelince; vatandaşın teleport büyüsü onu felaket bir şekilde güçlü kılıyor. assassin* ve amazon* dışındaki karakterlerde sorun çekeceğini hiç zannetmiyorum. ama yanılıyor da olabilirim.
(bkz: hatalıysam ara)
1.11 güncellemesini sakın kurmayın 1.09 ile level 71 de oyun biterken; 1.11 ile level 89 da hala act 2 de cebelleşiyorum.
opeth'in, 2016'nın sonlarına doğru çıkaracağı albüm.
grup, son iki albümü ile büyük bir kumar oynasa da çok güzel tepkiler aldı. pale communion ile birlikte mikael sevdiği, gönül verdiği türü grubun adına empoze etti diyebilirim. prog prog diye ölüp bittiği şeyi üretiyor şu an çocuk, bırakın alsın hevesini.
sorceress da bu çıtadan ilerleyecek sanırım. umarım opeth, son albümünün üzerine bir şeyler koymuştur zira pale communion bayağı oturaklı bir albümdü.
öncelikle söylemeliyim ki, kesinlikle hayal kırıklığına uğramadım. hatta ve hatta bu riff'i ancak opeth yazar dediğim riffler bulunması beni ayrıca mutlu etti.
yaklaşık 2011'den beri (heritage zamanları) eski opeth tınıları duymak isteyen bir opeth dinleyicisi olarak öğrendim ki; her albümü kendi içerisinde, kendi atmosferiyle değerlendirmek gerekiyor. her albümün kendine has bir tadı var. bunu öğrenmemin yaklaşık 3 (yazıyla üç) albüm sürmesi ise beni üzdü diyebilirim. heritageve pale communion'ı pek alıcı gözüyle dinlememiştim, o sebepten dolayı.*
şarkı şarkı değerlendirme yapmaya çalışacağım.
persephone: soldan soldan morningrise vuran bir açılış parçası. albüme hoş bir giriş olmuş, ayrıca kendisinden sağlam bir sorceress introsu da olurmuş. her ne kadar sorceress ile müzikal anlamda çok ortak yanları olmasa da opeth bu, ne zaman ne yapacağı belli oldu mu ki? (bkz: heir apparent outrosu)
sorceress: albümün yayımlanan ilk parçası, ayrıca albüme adını veren parça. ilk dinlediğimde bu ne amk iki akor ile riff yazmışlar desem de, albümün atmosferine cuk diye oturuyor.
3.14 ile 3.41 arasındaki back vokalde mikael brutal'i aldım sanki.* dinlemeyenler heyecanlanmasın öyle belli olan bir şey değil. *
the wilde flowers: 100 sene düşünsem opeth'in türk dizisi jeneriği gibi bir intro yapacağı aklıma gelmezdi. sözleri hece hece okumuş mikael, garip bir şey denemiş ve olmuş gibi. hoş bir solosu var ve kesinlikle albümün dikkat çeken şarkılarından.
ayrıca 4.15 civarında başlayan kısma bayıldım.
will o the wisp: albümün yayımlanan ikinci parçası. harvest'ı alıp damnation'ın içine gömün, sanırım böyle bir şekle bürünür. solosu da bir hayli güzel. herkesin beğenebileceği bir şarkı olmuş, ayrıca kapoyu bayağı bir ilerilere çekmişler diye düşünüyorum.
chrysalis: naptın lan sesine? şarkısı. 0.57'den sonrası ghost reveries için yazılmış gibi sanki. çok tipik opeth riffleri barındırıyor.
outro muazzam.
sorceress 2: bundan haftalar önce albümde bulunan şarkılar arasında görüp, kesin patterns in the ivy 2 misali arpej üstüne kurulmuş bir şarkıdır. dediğim şarkı. tuttuğunu da söyleyebilirim. esrarengiz bir arpeje sahip. ayrıca (bkz: brain damage)
the seventh sojourn: bunu, bunu bana bırakın. bunlar hep ibrahim tatlıses hayranlığından değilse ben de bir şey bilmiyorum. mikocum, ibo sana bakmaz. zorlama.
bleak, closure, cusp of eternity derken adamlar bayağı sevdi bu oryantal atmosferini.
şarkıda bağlama var hocam.
strange brew: albümün en iyi parçası diyebilirim. introda steven wilson'dan tüyo alınmış olma ihtimali oldukça yüksek. şarkının duraklama kısımları muazzam, outro ayrı muazzam. sona bırakın bunu.
ayrıca 3.36'daki riff ve solo, albümün ilk göze çarpan kısmı oldu bende. öncesinde neredeyse brutal geliyormuş, anlık olarak heyecanlandım lol.
a fleeting glance: en büyük beklentim bundaydı. albümün track by track review'larını okuduğum zaman hakkında muhteşem şeyler duymuştum. mikael yaptığımız en iyi şeylerden biri dedi, porcupine tree atmosferi var bunda dedi ve dolayısıyla albüm önüme düşer düşmez direkt yapıştım kendisine. içerisinde bulunan aksak riff çok hoşuma gitse de, outro'su için aynı şeyi söyleyemeyeceğim fakat strange brew'den sonra ikinci sırayı bu parçaya vereceğim.
1:50 nefis!
era: review'da heavy metal esintileri diyordu, bu yorum ne kadar şaşırttıysa şarkı 2 katı kadar daha fazla şaşırttı. gerçekten ilginç olmuş. catchy dediğimiz olay var şarkıda, playlist'te 50 kere dönse kulağınızı tırmalamaz.
her ne kadar her albümü kendi içinde değerlendirmek gerek desem de dayanamayıp diğer albümler ile benzetmeler yaptım. insanın alıntı yapası geliyor ne yalan söyleyeyim.