Bu soruyu zamaninda cok arastirma yapmis birisi olarak merak edenler icin bilimsel bir sekilde anlatmak isterim.
Biliyorsunuz ki biz insanlar 3 boyutlu varliklariz. Herkes okulda x, y ve z koordinatlariyla tanismistir. Ve biz insanlarin hareket kabiliyeti bu 3 boyut kadardir. Gerisini algilayabilecek kapasitede degiliz. 4. boyut zamandir. Eger biz 4.boyutta da hareket etme kabiliyetine sahip olsaydik bir bakista tum gecmisi ve gelecegi gorebilir, zamanda hareket edebilirdik. Bir bakima zaman kavramindan soyutlanmis olurduk.
Sonuc olarak arkadaslar 4. boyuta ve bilimadamlarinin varsaydigi 10 boyutun 10una da hakim olan bir yaraticinin sizin sonunuzu gorebilmesi kadar dogal bir sey olamaz. Siz kendi kararlarinizi kendi iradenizle verirsiniz, onunuze gelen seceneklerden istediginizi secersiniz. Dini acidan bakacak olursak nasil bir kul olacaginiza hur iradenizle ve aklinizla kendiniz karar verirsiniz. Yaratilma amaciniz da budur zaten.
varsayalım ki tanrı var ve gerçekten insanları yaratıp onları bir çeşit sınav yapmak istiyor olsun. bu durum, rasyonalitesi araştırılması gereken bir konudur ve yepyeni sorular üretir. bu rasyonaliteyi araştırırken akla şu sorular geliyor:
1-tanrı'nın insanları sınav yapmasının bir sebebi var mıdır? varsa, bu sebebi bilebilir miyiz? neden?
2- insanları sınav yapmak isteyen bir tanrı'nın onlara ''tam bir özgür irade'' vermesi daha mantıklı olmaz mıydı? biliyoruz ki tam olarak seçimleri değiştirmese de; genler, yaşanılan ülke ve çağ, aile ve yakın çevre, özellikle bazı beyin hastalıkları vb. insanların seçimleriyle doğrudan alakalı faktörler ve bunlar bireysel özgür iradeyi -bence- imkansız kılıyor.
3- cennet ve cehennem gibi ''sınavın sonunda vaadedilen ödüller/cezalar'' doğrudan insan psikolojisine etki eden bir ''pekiştireç'' görevi görmüyor mu? cennet isteğiyle iyilik yapan bir insan ile cehennemden ve acıdan korktuğu için kötülük yapmayan bir insan ne kadar ''özgür'' seçimler yapmıştır? ne kadar dürüstlerdir?
4- insanların ''sınav olduğunu bile bilmemesi'' ve onlara ''tam bir özgür irade verilmesi''(bu; ülkelerin, dinlerin, ırksal ayrımların vb. olmaması ile sağlanabilirdi ve insanlar sadece ''yaptığı iyilik ve kötülükler'' üzerinden değerlendirilebilirdi. bu tanrı için pek zor olmamalı) daha iyi ve daha adil bir sınav ortamı sağlamaz mıydı?
5- bazı dinlerde, sınavdaki en büyük ölçüt ''tanrı'ya inanıp inanmama'' oluyor. özellikle hayatı boyunca kendini ve insanlığı geliştirmek için uğraşmış, çeşitli yardımlarda/iyiliklerde bulunmuş bir insan eğer ''ateist'' ise cehenneme gidiyor. en büyük ve belirleyici ölçütün ''tanrı'ya inanıp inanmama'' olması mantıksız değil midir?
6- sınavın ana ölçütünün ''iyi/kötü'' olmasının daha mantıklı olacağını söyledim ama bunda bile problemler var. şöyle ki ''iyi ve kötü''nün ne olacağı eğer tanrı varsa, ona bağlı oluyor. yani karşımıza kendi koyduğu iyi ve kötü ölçütlerini esas alarak insan yaratıp onları sınav yapan ve sonunda sırf kendi koyduğu ölçütlere uymadığı için insanlara acı çektirebilen bir tanrı tasviri çıkıyor. üstelik sınav yaptığı canlılar tam olarak özgür bile değiller. bu durumda tanrı nasıl ve neyi ölçüt alarak mantıklı ve adil olacak bir sınav yapabilir?
bu soruları bir kenara bırakıp içinde yaşadığımız evrende olan duruma bakarsak insanların din ve tanrı gibi şeyleri özellikle ölümden sonra, bu yaşadığı dünya'da yaptığının ve kendisine yapılanın karşılığını mutlaka görmek istemesi vb. gibi sebeplerden dolayı uydurduğu iddiası gerçekten bir tanrı'nın var olduğu ve bizleri gerçekten ''adil'' bir anlamda sınav yaptığı iddiasından daha rasyonel gözüküyor.
Müslüman alimler bunu şöyle açıklar: Allah, sonunu bilmesine rağmen sana karşı çıkma fırsatı bırakmamak için seni kendi halinde bırakır ve sende zaten Allah'ın bildiği sonucu kendin de yaşamış olursun. tabii inanıp inanmamak sana kalmış.
dünyadaki sebep-sonuç ilişkisinin sonucu olan bir soru.*
bu konuyu açman imanının taklitten tahkike(soruşturmak) çıktığını göstermektedir. elbette ki bir mümin kafasına takılan soruları araştırmalı, sormalı bunda herhangi bir beis yoktur.
iman kabul etmek ve inanmak anlamına gelir. mümin olarak bizde inanıyoruz ki allah c.c. her şeyi bilendir. nitekim bizim sonumuzu da bilmektedir. ama bu şu anlama gelmemektedir, allah c.c. yarattığı kullarını bunlar cennete, bunlar cehenneme diye ayırmamıştır. allah c.c. adildir, ve bütün noksanlıklardan münezzehtir. allah c.c. tüm insanları ihtiyacı olan tüm donanımları ile birlikte mükemmel bir şekilde yaratmıştır. külli iradesinden bir parça (cüz-i irade) vermiştir. bu cüz-i irade ile insanı yapmış olduğu hal ve hareketlerden mes'ul etmiştir. dünya hayatında uymamız gereken kuralları, nasıl yaşamamız gerektiğini ve kendisine nasıl ibadet etmemiz gerektiğini bize kuran-ı kerim ile bildirmiş ve peygamber aracılığıyla anlamamızı sağlamıştır. biz bu bilgilere yaratılmış olduğumuz ülke ve ailemizin etkisiyle biraz daha kolay ulaşmış bulunmaktayız. ama bu bizim kesin olarak cennete gideceğimiz son nefesimizde imanımızı kurtarabileceğimiz manasını taşımamaktadır. nitekim yabancı ülkede de başka dine mensup aile tarafından dünyaya gelmiş bir insanında kesin cehenneme gideceği manasını taşımamaktadır.
eğer ki allah c.c. kullarını direk olarak dünya hayatı - ahiret hayatı - hesap günü olmadan sizler cennete, sizler cehenneme diyerek ayırsaydı bu sefer insanlar "rabbimiz bize zulm etti" diyeceklerdi. dünya hayatında insanları imtihan edip yaşayışlarını münker ve nekir ile kayıt altına alıp ahiret ve hesap gününde herkes kendi amellerine bakıp "şüphesiz ki biz kendi nefsimize zulm ettik" diyecekler. aradaki ince çizgi budur. sonumuz elbette bellidir. ama o sonu nasıl hak edeceğimiz , bizi bu sona götüren tavır, davranış ve hareketlerimizi yaşamamız, bizi iyi veya kötü bir sonuca ulaştıran şeyleri cüz-i irademiz ile tercih etmemiz allah c.c.'nun bizim üzerimizdeki arzusu değil bizim kendi tercihimiz olmaktadır.
sorunun kökündeki mesele biraz araştırılırsa sorunun yanlış bir bilgiden yola çıkıldığı anlaşılabilir. lakin sorunun alt bilgisi doğru olsaydı dahi şöyle bir cevabı vardır: o fark birşeyi yapmış olmakla yapmamış olmak arasındadır. bir durum rivayet edilebilir fakat yaşanmış ve kayıt altına alınmış olması bunu legal kılar. dürüstlüğü ve etikliği sağlar.
benimde son zamanlarda kafami kurcalayan sorudur. bazilari allah'a kulluk ve ibadet etmek icin yaratildik diyor. ancak allah'a kulluk ve ibadet için yaratildiysak allah egoist mi sorusu akla geliyor. egosunu tatmin etmek icin mi yapiyor? iste işin ilgincligi burda. paradoks bir soru aslinda bu.
Acı çekip ölmek için . Başka türlüsü var mı ? Her şey ölüyor. Başka bir anlamı yok bu hayatın. Tüm güzellikler ele geçince anlamını yitirir geriye acılar kalır. Insan boşluğunu duymamak için yaratır. Yarattıklarına esir olur. Esirliğini sever çünkü sonsuz boşluk gibi değildir. En azından onu ciddiye alır parmaklıklar.
Usta şoför olabilirsin ama ehliyetin yoksa ceza yersin. Buraya kadar sorun yok senin takıldığın nokta ben şoför olmak istemedim ki kısmı işte orada yaratıcı sonsuz güç sahibi ne isterse o olur ama adilane... Bunu kabullenenler kul olurlar... Kul olmak istemeyenler ise özgürdür ki onlara göre zaten yaratıcı cennet yada cehennem yoktur. O zaman sorun da yok...
Ne kadar düşünülürse düsünülsün icinden cikilamayacak bi sorudur. Cikabilenlerde iman etmis veya hic düsünmeyen kimselerdir. Ki bence bunlari düsünmek yerine hani olan olmuş artik zaten su kisacik hayati olabildiğince yararli bi birey olarak gecirmeye calismak lazim.
sen sonunu bilemiyorsun işte dostum tüm paradoks orda... hayat herşeye rağmen güzel be panpa. takma kafana böyle şeyleri, insan ol, doğru ol, kul yetim hakkı yeme,yalandan riyadan dalkavukluktan uzak yaşa senin sonun zaten güzel olur be ya...
mantıksız bir soru. mantığın var olduğu düşünülürse mantıksızlığın da mantık kadar varlığı oluşunca -1 kalıyor. bunu insanlr eğer osururlarsa hayvanlar neden osurmasın? ile eş tutulabilir. o zaman hayvanların yediklerini insanların da yemesi gerekir ki yiyorlar, o zaman yem ile yemek arasındaki farkın son iki harften ibaret olduğunu düşünmemek gerekir.