bir kere istediğim. bir kereliğine tanrı'dan rica ettiğim.
yalan oldu! tanrı yüzüme bir tokat olarak attı, o aşkın mektuplarını. yaktım ben de. hem yaşadığım o eski evi. hem de o mektupları.
oysa istemiştim. karanlık bir gecede, yastığa kafamı koyduğumda rica etmiştim. yalvarmıştım. sonsuza dek, artık hiçbir şey istemeyeceğime dair söz vermiştim tanrı'ya.
olmadı.
eski yunan mitolojisinde bahsedilen, birbirini çok seven iki kişiyi tanrı'lar kıskanırlar, onun için kavuşmalarına izin vermezler düşüncesi gerçek galiba.
olmadı. vuslat; düşten ibaretmiş.
elimden geleni ardıma koymadığım bir zaman diliminin en rahat ve kutsal anında olmadı. bir yaz sabahının, kuş sesleri eşliğindeki uğultusunda olmadı.
olmadı.
sadece bu dünyada değil ölümden sonra da o insanla yaşamak istemiştim. cennet, cehennem farketmeksizin.
olmadı.
bir şeyler bir şeylere dar mı geldi yoksa çok mu bol bilmiyorum ama;
bir kadın anlatıyor:
kocam bir mühendisti. onunla sâkin tabiatını sevdiğim için evlenmiştim.bu sâkin adamın göğsüne başımı koymak içimi nasıl da ısıtırdı. gel gör ki iki yıl nişanlılık ve beş yıl evlilikten sonra bu sâkinlik beni yormaya başlamıştı. eşimin (bir zamanlar çok sevdiğim) bu özelliği artık beni huzursuz ediyordu. iş ilişkiye gelince oldukça içli, hatta aşırı hassas bir kadınım. romantik anlara, küçük bir çocuğun şekere düşkünlüğü gibi can atıyorum. oysa kocamın sakinliği, başka bir deyişle vurdum duymazlığı, evliliğimize romantizm katmaması beni aşktan almış, uzaklaştırmıştı.
sonunda kararımı ona da açıkladım: boşanmak istiyordum.
şaşkınlıktan gözleri açılarak 'niye?' diye sordu.
'gerçekten belli bir sebebi yok' dedim, 'sadece yoruldum.'
bütün gece ağzını bıçak açmadı. düşünüyordu. bu hâli ise hayal kırıklığımı daha da artırmaktan başka bir işe yaramıyordu.
işte, sıkıntısını dışarı vurmaktan bile aciz bir adamla evliydim. ondan ne bekleyebilirdim ki?
sonunda sordu: seni caydırmak için ne yapabilirim?
demek ki söyledikleri doğruydu: insanların mizacı asla değiştirilemiyordu.
son inanç kırıntılarım da kaybolmuştu.
'işte mesele tam da bu. sorunun cevabını kendin bulup kalbimi ikna edebilirsen kararımdan vazgeçebilirim.' dedim.
diyelim dağın tepesinde bir uçurum kenarında bir çiçek var. o çiçeği benim için koparmak, düşüp
vücudunun bütün kemiklerinin kırılmasına, hattâ ölümüne mâl olacak. bunu benim için yapar mısın?
yüzümü dikkatle inceledi ve 'sana bunun cevabını yarın vereceğim.' dedi.
bu cevapla son ümidim de yok olmuştu. ertesi sabah uyandığımda evde yoktu. boş bir süt şişesini mutfak masasının üzerine koymuş, altına da bir not bırakmıştı.
'sevgilim' diye başlıyordu...
'o çiçeği senin için koparmazdım.'
kalbim yine kırılmıştı. okumaya devam ettim.
''çünkü her zaman yaptığın gibi bilgisayarın altını üstüne getirip çökerttikten sonra monitörün önünde ağladığında, onu tekrar düzeltebilmem için ellerime ihtiyacım var. anahtarları her zaman evde unuttuğunu bildiğimden, senden
önce eve varabilmem üzere koşmam gerektiğinden bacaklarıma ihtiyacım var. arabayı kullanmayı çok sevdiğin halde şehirde hep yolu kaybettiğinden, yolu gösterebilmem için gözlerime ihtiyacım var. sâdık arkadaşının her ayki ziyaretinde sebep olduğu, karnındaki krampları rahatlatabilmem için avuçlarıma ihtiyacım var. evde oturmayı sevdiğinden, içe kapanıklığını dağıtmak, can sıkıntını hafifletmek üzere sana şakalar yapabilmem, hikâyeler anlatabilmem için ağzıma ihtiyacım var. sabahtan akşama kadar bilgisayara bakmaktan gözlerinin bozulması kaçınılmaz olduğundan, yaşlandığımızda tırnaklarını kesebilmem, saçlarında görülmesini istemediğin beyaz telleri ayıklayabilmem, merdivenlerden aşağı inerken elini tutabilmem, çiçeklerin renginin gençliğinde senin yüzünün rengi gibi olduğunu söyleyebilmem için gözlerime ihtiyacım var.
ama seni benden daha fazla seven biri varsa, evet o uçuruma gidip, o çiçeği senin için koparırım birtanem.''
baktım, mektuptaki yazının mürekkepleri yer yer dağılıyordu. göz yaşlarım mektuba düşüyordu.
'mektubu okuduysan ve kalbin ikna olduysa lüften kapıyı aç canım. çok sevdiğin susamlı ekmek ve taze sütle kapıda bekliyorum.'
koşarak kapıyı açtım.
endişeli bir yüzle ve ellerinde sıkıca tuttuğu susamlı ekmek ve sütle kapının önündeydi.
artık çok iyi biliyordum. beni ondan daha çok kimse sevemezdi. o çiçeği uçurumun kenarında bırakmaya karar verdim.
bu gerçek aşktı.
ilk yıllardaki heyecanlar içinde görmeye alıştığımız aşkın, seneler sonra o heyecanlar kaybolup gittiğinde, huzur ve durgunluk içinde de hep var olmaya devam ettiğini göremeyebiliyoruz. oysa aşk hep vardır. belki artık heyecansız, belki artık romantik değil belki sıkıcı, tekdüze, hatta belki yüzsüz. ama hep oralarda bir yerdedir.
çiçekler ve romantik dakikalar ilişkinin başlaması için elbette gereklidir.
bir zaman sonra bunlar gitse de gerçek aşkın sütunu ebedi kalır.
bunu isteyen kişi gerçekten de ne istediğini çok iyi biliyordur. bu da ancak ya kişi; yıllar içerisinde aşkı evirip çevirmiş olacak, bir çok deneyimden sonra "işte budur" diyecek, ya da gerçekten tanrı tarafından bahşedilmiş özel bir "hiçbir şey yaşamadan da ne istediğini zaten biliyor olma hali" ile ödüllendirilmiş olacak.
birinci gruptakiler için genellikle zaman çok geç olur, ikinci gruptakiler de bizi bulmaz.
bu öyle bir istektir ki peşinde bencilliği sürükleyip getirir. hani o an bir güç olsa elinizde onu ölene dek kendinize bağlı tutacaksınızdır.
ben çok rastladım sevdiğini "seni sevdim" diye kaçırıp gunlerce, haftalarca, aylarca bırakmayanların haberlerine. vardır bu istek ve en hayvani insan isteğidir.
diğer türlü yani; karşındaki de bunu istiyorsa yat kalk şükret. sahip olamasan da karşılıklı istemesi dahi güzel.
bu şeye benzer; hani sarılırsın sevdiğine ama öyle bir sarılırsın ki kemiklerini kırarcasına. canının acıdığını bilirsin ama daha da sıkı sarılırsın hep..
Elimde olsaydı bırakır mıydım onu hiç? Bir kenarda saklardım kimsenin görmemesi, benden başkasının dokunaması için. ama pamuklara sarmalayıp da saklardım. tek bir kılına dahi zarar gelemesin diye.
eminim elimde olsa yapardım. insalık değilmiş.. etik değilmiş.. doğru değilmiş.. yemişim hepsini! tutku deliliğin bir adım öncesi ve ben sonuna dek yaşardım bu deliliği. hemde büyük bir zevkle!
hasrettir. ne denli imkansız olduğunu bilenlerinse, akıllarına bile getirmediği bir ütopyadır. o kişiyle bir dakika birlikte olmak için yıllarca bekleyenler için ne lükstür bunu istemek bile. istek duymaya bile cesareti olmamak ne acıdır. o "sonsuza dek"in içinden bir dakika çalabilme hayal ve ümidine kuşkuyla bakarken. rüyada bile tadılamayacak bir şeydir sonsuza dek birliktelik. en uzun rüyamız bile kaç dakikadır ki ?
kimsenin ayrılmak için evlenmediğini düşünürsek tüm evli çiftlerin bu amaca hizmet ettiği aşikardır.fakat koca bir yalandır! tamam isersin belki gerçekten ama geçicidir.bi süreliğinedir yani..
ilk olarak gerçekten neyi istediğini bilmek gerekir... aşık olduğun birisiyle sonsuza kadar yaşamak mı? mutlu olacağın birisiyle sonsuza kadar yaşamak mı? onu ölümün eşiğine kadar yalnız bırakmamık mı?
aşk denen şey basit bir yalanlar üçkenin, belirli bir süre sonra dalından koparılıp göz göre göre solacağını bilmektir. önemli olan saygının bitmemesidir saygı sevgi uçları ile bağlandığında işte ozaman sonsuza kadar birisiyle yaşamak insana mutluluk verir, yıllar geçse de her yeni bir güne, yeni umutla başlarsın.