ne garip ilerliyor zaman. bazen sıcak bazen soğuk. bazen de hem sıcak hem soğuk. sonbahar, bu sıcak soğuk ilerleyen zamanın kararsız piçi...
kararsız zamanları sevmiyorum. bir hüzün mevsimi gibi gelip ansızın çöreklenen. hüzün evet hüzün. kimilerine göre sarı dökülen yapraklar. ani bir rüzgarda savrulup çapraz bastıran yağmurda yüzüne yapışan bu ölü artıklar. kimilerine göre ise insanın kendinin bile bilmediği, bilemediği çukur dehlizleri kışkırtan bu sonbahar.
sonbahar'a hüzün yüklemeye çalışırız hep. hüzün de bir insan ihtiyacıdır, hüznü de arar insan ve hüzne en yakışan mevsim sonbahardır. belki adında son geçtiği için, belki sürekli yağan yağmurlar gözyaşlarını andırdığı için, belki de güneşin üstünü örttüğü, yazı bititrdiği için. sebebi ne olursa olsun hüznü temsil eder sonbahar ve o yüzden sevilmez aslında; tabi hüzün sevenler hariç.
ben de sevmem sonbaharı, ama hüznünden değil. salgın hastalıkların en çok kol gezdiği mevsim olduğu için. her sonbaharda mutlaka bir kere yatak döşek hastalandığım için.
ama romantiktir bu ay. bir şarkı yazarsın ve adını istanbul'da sonbahar koyarsın, daha baştan kazanmıştır şarkı. insanlar merak ederler dinlerler, severler, çünkü hüznü severler ve hüzünlenebilirler.
sonbahar deyip genelleme yapmayalım da daha çok kasımla problemim var benim. altı sene önce hayatımın çok önemli bir bölümünü kapsamış olan kişi, her sonbahar ve her kasım da yeniden canlanır her parçasıyla.
(o değil de yaşlandım lan ben.)