sadelikle mükemmelliğin yakalanması her zaman çok zor olmuştur. özcan alper bunu başarmış. aslında türk sineması ekol olmak istiyorsa belli ki bu yoldan gitmelidir. çünkü baya becermeye başladı yönetmenlerimiz. yusuf'un sonunu bildiğimiz hikayesi, artvin ve sonbaharın harika uyumuyla yakalanmış şahane manzaralar, karadeniz'in doğasından gelen ve amatör oyunculara da yansımış samimiyet. tanıma gelirsek evet bu film türk sinemasının en iyi 5 filminden biri. dünya sinemasında da ilk yirmi filmden biri belki de. bunu söylemek için zaman gerekiyor.
--spoiler--
giriş sahnesi ve son sahne kesinlikle muhteşemdi. girişte filmin atmosferi amatör kamera, anonslar ve yusuf'u ilk tanıdığımız sahne ile belli edilmiş. son... aman allahım hem de nasıl son? fonda tulum eşliğinde bir ağıt, pencereden yaratılmış bir hapishane parmaklığı ve uzaktan görülen cenaze. yakından tanık olmuyoruz cenazeye. filmin tamamında yusuf'a çok yakından yaklaşamadığımız gibi sonunda da aynı sadelikle ve biraz tüyler diken diken belki de yaşlar akmaya yaklaşmışken yine çok yakınlaşamıyoruz. aslında yusuf'un da sıkıntısı bu biraz. kendisine pek yaklaşamıyor, kimseyle konuşmadığı gibi kendiyle de pek konuşmuyor. akışına bırakmış. filmdeki doğal akış yusuf'un ruh halini yansıtıyor aslında bir anlamda. aslında yusuf'un matematik bilgisini de dikkate alırsak delilik ile dahilik arasındaki ince çizgide olduğunu da söyleyebiliriz.
--spoiler--
vesselam sinemaya ihanet etmeyin bu filmi izleyin.
- okullar başlar. beraberinde sınavlar başlar.
- yaz aşkları biter. yeni aşklar başlar.*
- hüzün etrafınızı sarmaya başlar.
- yağmurlar başlar.
- havalar soğumaya başlar.
- yapraklar dökülmeye başlar.
- günler iyice kısalmaya başlar.
- geceler uzamaya başlar.
- renkler değişmeye başlar.
- eskiyen her şey yenilenmek için ölmeye başlar.
belki de tüm bu başlangıçlardan dolayı insan sonbaharda huzursuz olur biraz. bu kadar değişikliğe ayak uydurmak zorunda kalan insan yorulmaya başlar. ama sonbahar sevilir. çünkü başlayan yağmurların kime ne getireceği belli değildir. tıpkı çok sevdiğim birinin dediği gibi "ne malum yüzüne düşen yağmurun, benim gözümden buharlaşmadığı?" değil mi...
teoman mevsimi. ıslak, nemli, yağışlı havalarda açarsınız teomanın o hüzün veren şarkılarını, hem havayı solursunuz, hem geçmişte yaşadıklarınızı. hoşgeldin sonbahar.
izmir'e çok yakışan yakıştığı kadar da iç acıtan hatta güçlü rüzgarla beraber acıdan savrulmanı sağlayan, hayatımda hep ya çok mutlu olduğum yada bi boka tutamadığım ama hala en çok sevdiğim mevsim.
'..her daim düşleri peşinde koşan sabırsızlık zamanının güzel çocuklarına..' adanmış,Onur Saylak'ın başrolünü oynadığı,senaryo ve yönetmenliği Özcan Alper'e ait,inanılmaz Karadeniz manzaraları ve insanın içine işleyen ağıtı ile unutulmaz film..
90 sonrasını arka planına alarak bir dönemin ironisini, acımasızlığını ve gerçekliğini ele alan bir filmdir. filmde yakın tarih hem belgeleniyor hem de eleştirel bir süzgeçten geçiriliyor.
aslında şu 10 gün önceki sel felaketiyle geldiğini bağır çağır duyurmuştun ama ben bir türlü kabullenemedim. havaların düzeleceğini telkin ettim kendime. şu günlerde dışarı çıkmayı pek sevmesem de dışarıda havanın güneşli olması güzel birşeydi sanırım. ama ne yazık ki öğrendiğime göre bayram boyunca gözyaşlarını fazlasıyla akıtacakmışsın üstümüze. yok yok artık buralardasın galiba. zaten okullarda açılıyor. of...
film devletin üstünü örttüğü bir konuyu ortaya koyması bakımından önemli bir film.
film bir kere ciddi ciddi insanı o döneme dair sorgulamaya itiyor. bu sorgulamayı yapabilmek için elbette döneme dair en azından fikrinizin olması gerekir. "ölüm oruçlarına son vermek için" devlet tarafından öldürülenleri gören ve ölümden kıl payı kurtulanların hikayesidir bu. daha doğrusu kurtulduğunu sananların. o operasyona maruz bırakılanlar hala bir yerlerde her gün ölüyorlar. yaşadıkları unutulmaz. unutamazlar. unuturlarsa çektikleri acıya ihanet edeceklerini bilirler. filmde bunu görmek mümkün aslında. aslında yusuf'un yaşadıklarını sürekli hatırlama nedeni işte bu yüzdendir. muhtemelen yönetmen o operasyondan sağ kurtulanlar ve onların psikolojisine dair bir araştırma yapmıştır.
bu filmi izlerken aklıma diyarbakır cezaevi geldi ansızın. filmi baştan kurguladım. yusuf'un yerine baran adlı bir kürt gencini koydum, karadeniz yerine güneydoğu anadolu'ya yolladım onu. damı çatlamış evinin önünde annesinin "eskiden ne güzel çalardın" lafının peşi sıra yitip giden bir baran koydum. diyarbakır cezaevi'ni anlattım kendime. oysa topluma anlatmak gerekiyordu. işte bu film hayata dönüş operasyonu'nu anlatırken bir görevi yerine getirmiş oluyordu. bir ülkede göz göre göre unutturulan bir ölüm operasyonunu anlatıyordu. umutlandım. bir gün birisi elbette diyarbakır cezaevi'ni de anlatacak bu topluma.
sosyalizmi savundu diye öldürülenlerin hikayesidir bu film. başkalarının yaşam koşulları normalleşsin diye kendi hayatlarından vazgeçenlerin hikayesi... tecrite, yalnızlığa, umutsuzluğa, hukuksuzluğa hapsedilenlerin hikayesidir. özgürlüğü kendi bedenlerine hapsedenlerin hikayesidir. o bedenler ki kefenleridir haksızlığa direnenlerin...anlatılmalıdır daha fazla, daha fazla izlenilmelidir. unutulmaya yüz tutmuş hemşince diliyle yakılmış bir ağıt eşliğinde hesap sorulmalıdır ölenler adına, her gün düşleriyle ölüp ölüp tekrar dirilenler adına...
geldin dimi yine... günü erkenden kesmelerin mi desem, sabah kalkıp işe giderken soğunu yüzüne haince çarpman mı desem? hangisi seni daha çok kötüleyebilir acaba... veya otobüs beklerken ıslanmaktan sıçana dönmüş insan manzalarını mı?
nedendir bilinmez hiç bi zaman seni çok sevemedim be karanlık mevsim... hep okulun başlangıcını hatırlattın bana mesela sabah erken kalkmayı, üstüne iki paça bir şey giyinmeyi değilde kat kat giyinmeyi öğrettin kıçımız donmasın diye... kısacası rahatımı bozdun hep. ama nerden bileyim ki bütün bunlar olmasa okul açıldığı zaman yeni aşklarıma yelken tutamaycağımı veya ben kat akt giyinirken fakirin fukaranın hala iki parça giysi ile dımdızlak ıslanacağını...
sevmesemde seni bana hep kötülükleri öğrettin hep iyiye giden yolum usen çizdin...
Yusuf ve eka.
Birinin idealleri digerinin üzerine devrilmesi ile tanışa gelmiş iki genc insanın hikayesi bu film.Filmin güzelliklerden bahsetmek istemiyorum.izleyenler bunları kendileri keşfetmeli.Sadece icimde burukluk ve sırtımında bir yük vardı film bittiginde.Filmin son sahnesinde agladım.Annesi pencereden bakarken ben aglıyordum.
izlenilmesi gereken özcan alper filmi. film kimilerine sıkıcı gelebilir. yavaş ilerliyor gibi görünsede her karedeki sessizlik anlarını, izleyicinin yorumuna ve duygularına bırakmış gibi. hayata dönüş operasyonundan, sosyalizme, aşka, arkadaşlığa, anne sevgisine kadar bir çok duyguyu yalın bir şekilde hiç göze batmadan anlatıyor.
filmdeki görsellik bile izlenilmesi için yeterli bir sebep. nasıl bir şehirmiş artvin gidip yaşamak istiyor insan.
'' her daim düşleri peşinde koşan sabırsızlık zamanının güzel çocuklarına'' sözüyle bitiyor film öylece kalakalıyor insan.