Çileyle doğmuş mağduriyetlerin, sermayeyle mağrura ve siyasal Guccilere ve binlerce dolarlık eşarplara dönüşmesinin ibretlik halimiz.
Değerlerin amalarla zenginleşmesi.
tam 9 saatlik bir belgesel. 1990-2002 arası türkiye'nin neler yaşadığını anlatıyor. üşenmedim izledim. bunu izlemeden halkın neden akp'ye oy verdiğini anlayamazsınız. ayırın bir gününüzü izleyin. bugün özgürlük diyenlerin o gün neler yaptığını bir görün. bu ülkenin medya ve asker tarafından nasıl yönetildiğine inanamıyacaksınız. ve şahsi kanaatimdir; 28 şubat asker tarafından değil bizzat medya tarafından yapılmıştır. akp'nin neden medya üzerine bu kadar eğildiğini şimdi çok daha iyi anlıyorum. insanlar resmen bu sikimsonik olaylardan sebep tayyip erdoğan'a sarılmış, bırakmıyor. haklılar mı derseniz? haklılar derim.
ehehe, mehehe. yanlı belgesel yeaa diyen kozmik ergenleri gösteren beyandır.
belgesel ulan belgesel, ha belki yaşınız o günleri hatırlamaya yetmez ama biraz hafif bile kalmış diyor izleyenler, o günleri yaşayanlar.
ayrıca, benim bu belgeseli izledikten sonra vardığım kanı şudur .
-başbakan dersine o kadar iyi çalışmış , önceki durumlara öyle önlemler almıştır ki, ibretliktir.
dipnot: belgeselin en komik yeri, bana göre konya da şeriatçı amcaların koşturmaları olmuş. sanırım birileri çok pis gaza getirmiş. adamlar 100 metreyi 10 saniyenin altında koşmuş nerdeyse lajdkasjdlak
basiretsiz ve çıkarcı siyasiler bir yanda, israil'in ayarttığı medya-ordu-yargı çetesi öte yanda. ve ortada mahvolmuş, geleceği karanlıklar içine gömülmüş bir ülke...
ve bütün bunlar demokratik bir ülkede yaşanıyor. vay anam vay. demokrasiye bak. yıllarca uyutulan ve kandırılan halk oy verip birilerini iktidara getirecek, iktidara gelenler ülke çıkarlarını bir yana bırakıp kutuplaşmaya gidecek ordu da medyanın gazıyla tank yürütüp "demokraiye balans ayarı çektim" diyecek...
ortaçağda bile böyle bir komedi yaşanmamıştır sanırım.
necmettin erbakan ne kadar suçluysa ismail hakkı karadayı ve çevik bir de o kadar suçludur. tansu çiller ne kadar suçluysa mesut yılmaz ve bülent ecevit de o kadar suçludur. süleyman demirel ne kadar suçluysa şevki yılmaz ve hasan mezarcı da o kadar suçludur. müslüm gündüz ve fadime şahin ne kadar suçluysa emin çölaşan, ertuğrul özkök ve fatih çekirge de o kadar suçludur.
kısacası o dönemde ki tüm siyasi, medyatik ve bürokratik figürlerin hepsi suçludur ve bu halkın 10 yılını çaldıkları için hepsi hesap vermelidirler. eğer bu dünyada vermezlerse ahirette bu milletten çok çekecekleri var.
90'lı yıllarda türkiye'nin ne hale getirildiğini gözler önüne seren güzel bir belgesel.
bir çok eksik ve (özellikle) son bölümlerde kendini belli eden yanlı bir sunum var (haliyle).
o dönem lise üniversite arası olan insanlardan ziyade şu an liseden üniversiteye geçiş aşamasında yada üniversite başında olan gençlerin izlemesi gereken belgesel.
olup biten hakkında en azından bir fikirleri olur ve (kaba taslak) ne zaman ne olmuş bunun cevabını bulabilirler.
ben ne olursa olsun yanlı, yansız, eksik, vs bu tip işlerin yapılmasından çok mutlu oluyorum. özellikle yakın tarih hakkında
oldukça eksikleri olan ama sunuş itibari ile kendini izlettiren belgesel. o dönemde üniversitede olduğum için siyasetle en çok ilgilendiğim dönemdi ve halen olayların gelişimini dün gibi hatırlıyorum. öncelikle refaha kadar kesinlikle üniversitelerde başörtüsü sorunu yoktu. kendi üniversitem dahil bir çok üniversitede başörtüsü serbesti. hatta ben tek tük bile olsa çarşaflı bile biliyorum, anadolu üniversitelerinde. benim de merhabalaştığım türbanlı arkadaşlarım vardı, çok samimi olduğum vardır desem yalan olur ama türbanlılarla konuşurduk, kantinte beraberde otururduk arkadaş grubu olarak, özellikle tabi sınav dönemlerinde ama tokalaşmıyorlardı, onu hatırlıyorum. şimdi ki durum nedir bilmiyorum. neyse refah'ın çok sağlam geleceği belliydi aslında çünkü 5 nisan kararları resmen milleti düzmüştü. özellikle esnaf ve orta kesimin üzerinden silindir gibi geçmişti. inanması zor ama bir gecede herşey %100 zamlanmıştı. o krizin etkileri halen devam ederken o meşhur iski skandalı patlat vermişti. dürüst sosyal demokratlar öyle bir vurgun yapmışlardı ki bir anda üzerlerine yapışıp kalacak yolsuzluk iddiaları ile boğuşur olmuşlardı. biz istanbulular ise susuzlukla boğuşuyorduk. çok iyi hatırlıyorum, beykoz'da ki evimizde sabahın beşinde kalkıp duş alıyoduk, su ancak o zaman akıyordu. sonra çöpler toplanmamaya başlamıştı. istanbul tam bir çöp şehir olmuştu. ne hikmetse bunlardan zerre bahsedilmemiş ama bu o kadar çok halkı etkiledi ki oy verenlerin büyük çoğunluğu, bu rezillikten kurtulmak için ve bunlar müslüman, daha az çalarlar diye tayyip erdoğan'a oy verdi. o zamanlar doğan medyasının muhtar bile olamaz diye başlık attığı ama belgesellerine bunlar hiç yaşanmamış gibi yansıtmadığı tayyip erdoğan, istanbul belediye başkanı olmuştu. işte tayyip'i tayyip yapan bence o ilk iki yılı idi belediyede. adamlar o kadar halkla iç içeydiler ki ilk icraatları hemen çöp ve su oldu. çöpler haftasında sokaklardan kaldırıldı. su sorunu da üç ayda çözüldü. sonraları shp'liler bizim yaptığımız tesisleri rte açtı dese de tayyip erdoğan çoktan halk arasında efsane olmuştu. sonrasında ki hapis olayı cilası oldu.
diğer taraftan refah partisi hiçbir zaman laikliğe ve demokrasiye inanan bir parti değildi. üniversitede ki refahçı eksende ki arkadaşların genel kanısı demokrasinin batı icadı, şeytani bir şey olduğu ve kemalist düzenin yıkılması gerekliliği idi ve bunu da onlar yapacaktı. hatta hiç unutmam mümkün değil, o zaman ki kız arkadaşım ile bir kafede otururken, kamyonetlerin arkasına doluşmuş, kafalarında refah bandanaları ile bir grup genç seçim öncesinde bizden oy toplamak için bağıracağına bize küfretmişti, el kol hareketleri de cabası. yani islam devrimi ilan ediyoruz dense sokakta milleti kesecek bir taban vardı, ama azdı ama çoktu önemli değil pek nihayetinde böyle bir taban vardı. fakat sezarın hakkı sezara, belgeselde bu durum ayrıntılı olarak işlenmiş gerçi, erbakan hiçbir zaman şiddetten yana olmadığı gibi bence gereğinden fazla altta aldı ve gereğinden fazla uzlaşmacı idi.
28 şubat'a en çok direnen ise tansu çiller olmuştur. en sert açıklamları o yapmıştır, doğan medya grubuna savaş açmıştır, yine bir demir leydi, meral akşener'i iç işleri bakanlığına getirterek, olası bir darbenin önlenmesi için her türlü istihbarat imkanlarını kullanmıştır. hatta belgeselde de bahsedilmiş eğer erbakan karşı çıkmasa dönemin kuvvet komutalarını görevden almayı kafasına koymuştu. garip bir siyasi kimliktir tansu çiller ama ayrı bir konu tabi bu.
belgeselde hemen hiç değinilmeyen konu ise özellikle doğan medya grubunun nasıl darbenin sesi ve silahı olduğu, o dönem ki attığı manşetler ile nasıl ülkeyi kaosa sürükledikleri idi. belgeselde neredeyse hepsi sütten çıkmış ak kaşık.
hatta birand kendine paye biçmiş ama asker birand'ın üstünü çizene kadar nasıl postal yaladığından hiç bahsetmemiş. neyse ki yazıları arşivde. bilgi çağı böyle bir şey işte.
bir başka noktada cemaatin tutumu idi. cemaat sanılanın aksine gerçektende refahtan zerre kadar haz etmiyordu ama tabanında refaha oy veren bir kesim hep vardı. 28 şubatın ilk dönemlerinde televizyonlarda refah tu kaka, biz ılımlı islamız pompalanmaya çalışıldı. ecevitte, cemaati destekliyordu. fakat, refahtan sonra sıra cemaate geldi ve birden aynı cenderenin içine cemaatte girdi. ondan sonra ileri demokrasinin yılmaz bekçileri oldular.
çiller ve yılmaz denen iki siyasetçi kadar tabanı aynı ama birbirinden nefret eden iki kişi daha gelmemiştir bu dünyaya. yılmaz'ın darbe olsun ve çiller al aşağı edilsin diye kedinin ciğere bakması gibi baktığı günlerdi o günler. sonradan, demirel sayesinde hükümeti kuran yılmaz, askeriyenin kendisini de yönettiğini fart etmiş ama iş işten çoktan geçmişti. asker, refahı bir merdiven olarak kullanmıştı, refaha basılıp, 1000 yıl sürecek bir veraset düzeni kurulması hedeflenmişti. işte benim o dönem solcu arkadaşlara anlatamadığım da bu idi. herkesin refah yüzünden gözü dönmüştü, kimse arka planda olup bitenlerle ilgilenmiyorlardı.
üniversitelere gençliğe hitabe asıldı yahu. halende asılı sanırım. ondan sonrada üniversitelerimiz neden bilim yuvası olmuyor diyoruz ama o dönemki sosyalist arkadaşlarım bile bunu garipsemediler. halende bunu normal bulan bir sürü zihniyet vardır. iş zaten bu noktada kontrolden çıktı. yahu lise sona kadar sen bu adama devlet ideolojisini vermişsin, bırak üniversite de serbest olsun, özgür olsun. özgür olmayan bir ruh nasıl yanilikçi ve çağdaş olabilir?
refah korkusunu birileri kullanıp nasıl ülkeyi gizliden gizliye yönetmeye başladığına, hangi ülkelerle nasıl anlaşmalar yapıldığına, içeride ne rantların döndüğüne kimse kulak asmadı o dönem. laik kesim refahtan gerçekten rahatsızdı ve onun yerine askerin gelmesine kafa olarak nasıl doğan medyası sayesinde hazırlandı, nasıl o kaset furyasına, fadime şahinlere herkes kandı kimse sorgulamadı sonrasında. askeriyenin laikliği nasıl demoklesin kılıcı gibi inancı sadece cumadan cumaya namaza gitmekte olanların üzerinde bile sallamaktan çekinmediğine kimse dikkat etmedi.
velhasıl 90larda çocuk değil bir yetiştin olduğum için 90ların o kaotik dönemini 80ler gibi tabu haline getirmek istenmesine acayip gülüyorum. 90lar bu ülke için tam bir kabustu, iyi ki bitti. yine millet şimdi kızıyor ama akp'nin bu kadar oy almasında halen 90ların o kaotik dönemi büyük rol oynar.
bir döneme ışık tutan belgeselin o dönemin yürekli ismi muhsin yazıcıoğlundan hiç bahsetmemesi objektifliğine gölge düşürse de izlenmeye değer bir belgesel.
ordunun hükümeti nasıl asimile edip, açıkça söylenmese de nasıl yönetime el koyduğunu gösteren başarılı belgesel. şevki yılmaz ve hasan hüseyin ceylan ı tekrar görüp kahkaha attım lan. unutmuşum adamları.
o zamanlar ülkeyi nasıl yönettiklerini, halkı nasıl yanlış yönlerdiklerini anlamaya vesile belgesel. aynı şeyi demirkırat ve 12 eylül belgeselinde de hissedilmişti. bütün bunları yan yana getirince acaba biz nasıl bir filmin içindeyiz acaba diye düşünmeye sevk eden belgeseldir.
beşinci bölümünde koalisyonların, siyaset güdümlü bürokratların, oy uğruna her türlü kepazeliği yapabilecek siyasilerin bu ülkeye neler kaybettirdiğini vurgulamıştır.
belgeseli izledikçe ak parti hükümetinin kıymeti bir kez daha anlaşılıyor. bu ülke meğer ne badireler geçirmiş. halkın üzerine ateş ettirilen polisler, 14 yaşındaki gençlere uygulanan akıl almaz işkenceler, halkın teveccühüne rağmen erbakan başa gelmesin diye tüsiad-anap-dyp-genelkurmay-medya çetesinin çevirdiği entrikalar.
sayın başbakana diyorum ki "bu işin sonuna kadar gitmelisin". silivri bu adamlara az bile. o dönemden kalan ne kadar pislik varsa hepsini temizle sayın başbakan. medya, darbeci komutanlar, çıkarcı bürokratlar, şovmen siyasiler... bu ülkeyi hepsinden temizle lütfen.
dyp nin 90 li yillarda memleketin anasini nasil belledigini, shp`yi de bu surecte nasil diplere cektigini anlatan umdugumdan da guzel bir belgesel. 4. bölümünde Gazi Mahallesi olaylari, 95 genel secimleri, kuzey irak sinir ötesi operasyonu anlatilmistir.