toplumların gelişmesinin, toplumsal ilişkilerin, bu ilişkilere tekabül eden sosyal alanın kendine göre bir mantığı vardır. özellikle alt üst oluşların yaşandığı ve paralel olarak uluslararası gelişmeler, yaşanılan toplumun aktörleri, yani ilişkinin tarafları ve eylemlilikleri üzerinde inanılmaz etkileri vardır.
12 eylül müdahalesi tek başına faktör değildir. ülkemiz bu karabasanı yaşarken, ülke ekonomisi olsun, uluslararası politik-ekonomik, politik-stratejik, askeri dinamiklerde yaşanılan derin ve köklü değişimler, toplumumuzun yeni döneme hazırlıksız ve baskılı rejim altında yer alışı, dünü ve bugünü belirlemiştir.
solun, sağın hemen her siyasi görüşün, kadro ve toplumsal bağlarının adeta imha edilmesi neticesinde, cunta ve takip eden yeni anayasal süreç, aktörleri itibariyle riyakar ve aşırı bencil nitelikte olmuştur. geçmiş tarihsellikle kültürel, siyasal bağları olmayan kadrolar, bir yandan geleneksel siyasi yapıyı dejenere ederken, aynı zamanda devletin diğer, emniyet ve savunma güçlerini de tanınmaz hale getirdi. bu belki sosyalist hareket için vasat olabilirdi ama bu çürümenin ileriye taşınabilmesi, olumluluğa evrilmesi için politik güç kalmamıştı.ya fiziki olarak imha edilmişlerdi, kalan unsurların hemen tamamı hapiste, bir kısım önder unsurlar yurt dışındadır. böylesine elverişsiz ortam sürerken, ekonomik yaşam iç, dış şartlarda kabuk değiştirmeye başlamış, geleneksel kamu özel dengesi, özel teşebbüsün lehine gelişmiştir. bu yapısal evrim, bir bakıma rusyada kapitalizmin gelişmesine benzer çizgi izlemiştir. o dönem rusyasında kapitalizm geleneksel yapıyı sarsarken, özellikle narodnik ve bazı sosyalist gruplar, yıkılan dönemin savunuculuğunda canlı realitenin dışına savrulmuşlardı. lenin ve arkadaşları o dönem itibariyle, yeni ilişkileri kavrayarak kapitalist gelişmenin önlerine getireceği sorunlarda yoğunlaşmışlar, yeni ittifak ve toplumsal bağlarını bu perspektiften düzene sokmuşlardı. bizde de maalesef benzer yol izlenmiştir. sanki kamuda daha az sömürü inancı doğmuş, kamu birikimleri güya müstakbel sosyalist iktidarın hazır, konsantre ekonomik gücü olacakmış tarzında, kapitalizmin kendi mantığında gelişen, yenileşen iktisadi evriminde adeta taraf olmuştur türkiye solu, rus narodnoya benzeri şekilde. sol, kapitalizme özelleşme, kamuda kal benzeri talimat veren, polemik yapan hareket olamaz. sol, ekonomik ilişkilerin yönünü anlar, yeni hayata adapte olarak, sosyal hayata müdahale eder, solun mantığı budur.
çıkarılan af yasalarıyla peyderpey serbest kalan sosyalist kadrolar, maalesef yaşadıkları fiziki koşullar nedeniyle kendilerini yeniye hazırlayamamış, yurt dışı kadrolar birbirlerine egemen kavgasında onlarda izole olmuşlardı. bu koşullarda yeniden siyasi hayata adapte olmaya, yeni toplumsal bağların peşine düşen sosyalist kadrolar teorik çözümlemede en eski şartların hüküm sürdüğü varsayımıyla yeniyi anlayan, çözümleyen argümanlar geliştirememiştir.
elbette türkiye siyasası beklemiyor, yerinde durmuyordu. bir yandan milli görüş etrafında yeni, daha ileri, günü anlayan kadrolar-görüşler oluşuyor, ilaveten doğudan başlayan pkk hareketi askeri-siyasi-toplumsal bir realite olarak karşımıza çıkıyordu. sol zaten dağınıkken bu iki yeni ve güçlü dalga karşında savunmasızdır ve yeniler arasında dağılıyor. kimisi yeni atılımcı gelişmeye dahil oluyor, kimileri leninden miras ulusların kaderini tayin hakkı teorik zırhın-korumanın arkasında kürt hareketine monte oluyor, bir kısmıda neo milli görüş karşıtı, temelde darbeci izler taşıyan ulusalcı bir hat izliyor.
zaten cılızlaşan solun, yeniden yeniden parçalanması, farklı vektörlerde artık konumlanma demeyeyim, o vektörlerde erimesi, netice itibariyle başlığın tarifine benzer durum ortaya çıkmıştır.
ümitsizlik iyi bir şey değildir. 1950 lerde benzer durum yaşamıştı ülkemiz. uzun süre şiir, edebiyat kısaca sanata dalmıştı. ama unutmayın ki kültürle beslenen, uykuya yatmış gibi görünen sol, 1960lar itibariyle şahlanabilmişti.