Solun uzun zamandır gündeminde olan bir tartışma var: 'genel siyasi af tartışması'. Bugün bizim ilkin, kendi içimizdeki sorunlara, geçmişten gelen, esasında sermaye iktidarlarından başka kimseye yaramayan kavgalarımıza bir af çıkartmamız gerekmektedir. 80'den sonra mücadeleyle tanışmış olan bir çok insanın -ki bunlar bugün tüm sol örgütlerimizin en geniş nüfusuna denk gelir- bu kavgalardan siyasi olarak en ufak fayda sağladığını görmüyoruz. Hatta bu tartışmalar, uzun kış gecelerinde büyüklerimizin anlattığı soba başı hikayeler gibi dinlenmekte. Bu durumda yapılması gereken yeni bir örgütlenme, yeni bir siyasi propaganda ve mücadelede biçimi geliştirilmesidir. Bunun için de ortak akla ve kuvvete ihtiyacımız daha önce hiç olmadığı kadardır. Gerekirse, örgütlerin korunduğu, çok parçalı bir birliktelikli bir yapıya ulaşılmalı. Bunun için, her türlü ayrılıkçı, solu birbirine düşürücü yayın, propaganda yapanları özeleştiriye davet etmemiz gerekmekte. Diğer bir değişle çoktan kaybetmiş olduğumuz ikinci altın anahtarı kullanmaya. Elbette içinde iyi niyette olan, aklı fikri salim insanlarımız bu çağrılara kulak verecektir.
Bazı örgütlerimiz, bu tarz tartışmalar sırasında genelde geçmişten gelen sorunları kastederek devrimci gurur ve onur görüşlerini dile getirmektedir. Yapılan şey tamamiyle feodal bir 'kan davası'ndan ileriye gitmemekte. Her 15-16 Haziranda, her 1 Mayısta, yitirdiğimiz insanların bize bıraktığı mücadelenin ne duruma geldiğini hala göremiyor muyuz? insanlarımız, kardeşlerimiz alanlarda coplar altında ezilirken, emekçilerin milliyetçi-şoven-gerici siyasetlerde çözümler aradığı, F tiplerinde resmen çürütme politikalarının sürdüğü bir ortamda biz hangi gurur ve onurdan bahsetmekteyiz?
Yazımızın en başında belirttiğimiz gibi, kapitalizm ilerliyor, gelişiyor ve kendi içinde her gün daha tutarlı bir hale geliyor. Daha başka bir deyişle, ırkçılığın, savaşların, sömürünün, insan bedenini satmanın ve ucuz iş gücünün daha da içselleştiği bir yapıya ulaşıyor. Bununla birlikte her türlü imkanını da geliştiriyor. Bu durumda birliktelik, ortak akıl bu amansız güce karşı durabilecek tek çözümdür. Emekçilerin, halkın ve tarihin bugün bizlere verdiği görev budur. Güçlü olabildiğimiz sürece kapitalizm kağıttan bir kaplandır. Aksi taktirde, kapitalizm elindeki her türlü imkanlarla bizleri yutacak, birbirimize düşürerek yok edecek bir canavardır. Bunu başarabilirsek, tarihte yeni bir kopuşun, yeniden barış için çalışabilecek bir dünyanın ilk müjdecileri olabiliriz. ilk önce kendimizi bu fırsattan mahrum bırakmamalıyız. Yüz yılı aşkın bir süredir bu topraklarda bu dünyaya hasretiz. insanlığımızın geleceğine, çocuklarımızın, anaların ve gençlerin hayatlarına ihanet etmemeliyiz. Kaybettiğimiz her insan, çözüm üretebileceğimiz durumda olmamıza rağmen bunu yapmamamızdan, birbirimizi daha da küçültmek için uğraşmamızdan dolayı birer ihanet gibi ensemizde nefesini hissettirmektedir. Tarihin bize gösterdiği gibi halkına ihanet eden, her kim olursa olsun yok olmaya mahkumdur. Birliktelik dileğiyle içten selamlar...
insanlığın, artı ürüne (artı değere) ulaşmasından itibaren gözlemleyebileceğimiz gibi kapitale dayalı sistem, gün geçtikçe kendi içerisindeki tutarlı yaşamını sürdürmekte. ilk başlarda, iktidarda olan sermaye sahiplerinin (ve ya kontrolcülerinin) yakın akrabalık ve ticaret ilişkileriyle güçlendirdikleri iktidarlarının yükselmesi, daha güçlü bir hale gelmesi, belirli bir tarihsel döneme kadar herhangi bir sapmaya uğramadan kolayca devam etmiştir. Bu yükseliş içinde ilkel sermayeye dayalı sisteminin, kendisi dışındaki sermaye sahibi kesim dışında karşısında bulunan bir gücün olduğu düşünülemez. Karşı karşıya kaldığı bu durum esasında, sermaye iktidarının son bulması değil, sadece el değiştirmesi olarak açıklanabilir. Hatta zaman zaman bu el değiştirmelerin, yeni ticaret ilişkileri ve akrabalıklar yoluyla bu sistemi daha karmaşık ve görece profesyonel bir sisteme ulaştırdığını düşünebiliriz. Yapısı gereği durmadan büyüyen (ya da büyümesi gereken) sermaye sistemi her geçen gün yeni emekçilere ihtiyaç duyarak kendisi dışında da bir kitleyi büyütmekteydi.
Büyüyen bu emekçi kitlenin, sistemin profesyonelleşmesi sürecinde, daha kompleks makinaları kullanarak ve bunların yarattığı görece daha kompleks sorunları çözerek emekçilerin de gün geçtikçe profesyonel bir niteliğe bürünmeleri tarihsel evrim açısından gözle görülür bir gerçekliktir.
Emek-sermaye çelişkisinin tarihsel materyalist çerçevede, emekçilerin binlerce yıldan bu yana geliştirmiş oldukları bu niteliklerin iktidara yöneltilmeye başlanması ile, diğer bir değişle emekçi sınıfın uzlaşmacı, elindeki güçten bir haber yaşamasının önüne geçilmesiyle sermayeye dayalı sistemin ilk kesintilerini görmekteyiz. 70 günlük Paris Kömünü'nünden, Sovyet deneyimine kadar insanlık bu çekişmenin nasıl sonuçlanacağını merakla ve korkuyla izlemiştir. Bu durumda yine tarihsel evrim olgusu açısından, sermaye sahibi iktidar sahipleri bu yeni, alışılmadık olgu karşısında kendilerini geliştirmişlerdir ve sermayenin el değiştirmesinden daha öte bir durum olan; sermayenin her türlü gelişimini ve yönelimini ele geçiren, sermayenin yaratıcıları karşısında başarıya ulaşmışlardır. Başarıdan kastımız, iktidarların (yani sermayenin) tekrar 'ait olduğu' kesimin eline geçmesi, sermayenin iktidarının devamının sağlanması durumudur.
Son yirmi yıllık devrim mücadelesinde Türkiye'de solun paramparça halinin korunuyor olması da sermaye iktidarının ne denli gelişkin ve güçlü bir durumda olduğunu gayet güzel göstermektedir. Hatta daha ileri giderek, halk tarafından desteklenen, (ve yine sermaye iktidarlarının sayesinde) 'sol' partileri istediği gibi oynatabilmektedir. Burada bir kuşkulu yaklaşım göstermemiz bilimsel sorumluluk icabıdır şöyle ki: 'Bu partilerde bulunan insanlar ya isteyerek, bilerek ve kendilerine vaat edilenlere boyun eğerek kitlelere solun çözümlerinin de aynı olduğunu söylemektedirler, ya da çoktan kopmuş oldukları sosyalist teoriyi unutarak artık sermaye sisteminin en doğru sistem olduğunu ve bunun 'sosyal' yanlarını biraz daha ayakta tutarak geliştirilmesi gerektiğini savunmaktadırlar'. Her iki durumda da büyük bir ihanet ve çürümüşlük görülmektedir. ihanet konusuna daha sonra geleceğiz ancak, ilk önce çürümüşlüğü açıklamak gerekmekte. Bahsi geçen partilerin bugün, halka giderken kullandıkları temala'rın, söylevlerin tamamıyla, sağ/sermayeci kesimine aittir. Nedir bunlar? Milliyetçilik, ulusalcılık, yurtseverlik, karma ekonomi, Avrupa birliği, sosyal demokrasi v.s... Burada hangi söylevlerin kime ait olduğu açıkça herkes tarafından bilinmektedir, tekrar tekrar isimlerini anmaya gerek duymuyoruz.
Çürümüşlük, bu noktada başlamaktadır, solun elinde her zaman için iki altın anahtar vardır. Bunlardan birincisi diyalektik, ikincisi ise özeleştiridir. Sol bugün, çeşitli sebeplerden dolayı ya diyalektik gibi her zaman için en karmaşık sorunlar karşısında insancıl çözümler üretebileceği düşün sistemini kaybetmiştir. Bir bakıma, Türkiye'de sol maalesef düşünebilme yeteneği kaybetmiştir diyebiliriz. Düşünme ve üretim, birbirini takip eden iki arkadaş gibidir. Birisi olmadan, diğerinin hiçbir zaman için işlevi olmaz. Bugün de görmekteyiz ki, düşünme yeteneğini kaybeden sol, sadece kopya çekmekte, en basit, en basiretsiz ve aciz olanı yapmaktadır. Burada yine bir parantez açmamız gerekmekte, bu durum bazı sol örgütlerimiz için esasında çekirdek eğitim kadrolarının F tipi zindanlarda hem dünyadan hem de örgütlerinden izole edilmesi sonucunda ortaya çıkmıştır, yazımızın amacı herhangi bir örgütü olmadığı şekilde göstermek amacında değildir. Bu durum, esasında 19 Aralık olaylarında solun, içeride kalan kısmının -dışarıda süren örgütçülük, lider v.s... kavgalarına rağmen- ortak bir akıl yürüterek, alışılmadık, -en azından Türkiye'de- bir çözüm etrafında buluşmasıyla gösterebiliriz. Ancak aradan geçen, kısa sürede dışarıda durumun pek de değişmediğini görmekteyiz. Her birleşme isteği ya örgütlerimizi feshedip bir örgütün çözümü etrafında toplanmak olarak anlatıldı, ya da böyle algılandı. Bu da sorunlarımızı çözmekten daha çok arttırdı.
Bugün solun ihtiyacı olan gayet açıktır. Yukarıda bahsi geçen partilerde dahi hayatını sosyalist mücadeleye adamış insanlar bulunmakta. Bu insanları dahi kıskacına alabilmiş, kukla gibi elinde oynatmasını bilen, savaş bağırtıları göklere kadar çıkan, milliyetçi-şoven söylevleri ağızlarından döktüren, televizyonları, gazeteleri ve her türlü propaganda imkanını kullanan sermaye iktidarına karşı durabilecek siyasetler üretmek solun boynunun borcu ve ihtiyacıdır. Bunu elde edebilmek için ilk önce solda barışın sağlanması, insanlarımızın bir araya gelip çözümlerini sunabileceği ortamın yaratılması gerekmekte. Bunu başaracak olanlar ilkin, bu mücadelede söz sahibi olan, hayatlarını bu mücadeleye adamış olan aydınlarımızdır.
Eğer sol, emekçi sınıfının içinde yer almadığı, birbirinden tamamen kopuk ve üretmeyen yapısıyla devam ederse gelecek günler ülkemiz adına çok karanlık olacaktır. Çünkü hem ülkemiz hem de bütün orta doğu hem siyasi hem de ekonomik açıdan farklı bir yola girmekte. Ülkemizdeki kapitalizm doğadaki büyümekte olan her şey gibi inanılmaz bir çılgınlıkta önüne gelen her şeyden faydalanarak gittikçe gelişmiş ülkelerin sistemlerindeki ilişkilere erişmeye başlıyor. Bu baş döndürücü gelişmeler emekçi kısmını daha fazla ezmekte, halkımızı daha da köleleştirmekte. Bu yeni durum solumuzun sadece teorik olarak içinde bulunduğu, henüz içinde yaşamaya başladığı, emperyalizmin çağ atladığı küreselleşme dönemdir. Sermaye iktidarlarının çelişkileri gittikçe artan halka muhalefet olarak sunduğu kukla sol da gün geçtikçe zaten umudu soldan yana az olan halkımızı soldan daha da soğutarak -bilerek ya da bilmeyerek- kendisine verilen görevi yerine getirmektedir. Hem sol hem de ülke adına karanlık günlerin ayak seslerini duymaktayız.
Elimizden geldiğince solu takip etmekteyiz. Her kesimin gayet doğru, ileriyi gören tahlilleri bulunmakta. Hatta çoğu zaman bu tahliller, Türkçe'mizin zenginliğinden faydalanarak bir tespiti aynı kişinin iki farklı şekilde anlattığı hissiyatı bile uyandırmaktadır. Bu durumdan daha fazla görülen durum ise ortak akıl, ortak siyaset üretme ihtiyacını körükleyen ikinci durumdur. Bu durum bazen bir örgütün eksik kaldığı, net gösteremediği veya göremediği bir noktanın başka bir örgüt tarafından açıklanmasıdır. Ancak bu tahliller, kısıtlı güce sahip olan, kendi içinde sorunları kangren haline gelmiş ve en önemlisi emekçi kesimden, halktan destek bulamayan bir soldan çıktığı için kitlelere ulaşamıyor. Boşluklara haykırılan çığlıklar gibi...