sol bekent

entry1 galeri0
    1.
  1. -Seninle sol bekent çalışmamız lazım Nilay, akşam burda kal.

    bozuldu Nilay, kendini beceriksiz hissetti, üstelik hoca böyle derken seray ve o diğer sinir bozucu iki kız da alaylı alaylı bakmışlardı sanki, belki de bakmamışlardı ama nilay öyle sanmıştı işte.
    akşam herkes birer birer dağılmıştı, hoca yanına geldi.

    orta yaşın biraz üzerinde olan kerem bey yaşıtlarına göre fit sayılırdı. hareketleri fazlaca yumuşaktı, "yavaş at, topu sürükle, sürükle", derdi her seferinde. nilay da kendini kasar, sert vururdu toplara, "enerjin çok" der gülerdi.

    önce karşıya geçti bir kova topla. bir yandan nasıl atması gerektiğini boyuna tekrarlıyor bir yandan teker teker atıyordu topları. "raketi açma" dedi ve yanına geldi, yan döndürdü nilayi, raket tutan elini kavradı, arkasına geçti, "dik dur ama" derken sol eliyle karnından aşağısını bastırdı. bu yakınlaşmada bir terslik olduğunu sezinledi nilay. hocası boyna konuşuyor, ne yapması gerektiğini anlatıyordu ama duymuyordu artık. hocasının bir sonraki hamlesini anlamaya çalışıyordu, iyice kasılmıştı. kerem beyin sırtına değen karnından başka hissettiği biryer daha olmaya başladı ki sıçradı;
    -noldu
    +hocam, ben yoruldum, bırakmak istiyorum.
    -niye? daha yeni başladık?
    +hocam!

    kerem bey'in eşofmanındaki potluğu fark etti ve başka tarafa bakmaya çalıştı.

    -peki öyleyse, ama bu bekenti yapman gerektiğini biliyorsun, yarışma tarihi yaklaştı sayılır. yarın yine çalışmamız lazım böyle, hadi topla topları.
    sinirleri bozulmuştu. kerem bey salondan ayrılınca gözlerini yere dikip düşünmeye başladı. öyle mi sandım diye defalarca sordu kendine, sanmadığını bile bile, inanmak istemezcesine. çünkü ortada birşey yokmuş gibi davranmıştı hocası ve o hocaydı, düzgün insandı, yani öyle olmalıydı.
    yarın gitmek gelmiyordu içinden. 17 yaşındaki genç kız, akşam hocasını evden arayıp bir bahane uydurmalıydı;

    -hocam ben çok hastayım, üşütmüşüm sanırım dün, ateşim var, yarın gelmesem...
    +tamam canım ama çabuk iyileşmeye çalış, he nilaay!
    -efendim hocam?
    +ben bugün arabanın anahtarlarını düşürmüşüm sanırım salonda, sen bi çantana falan baksana belki yanlışlıkla almış olabilir misin ya da cebimden düşürdüysem?
    -bakayım...
    +bulursan beni ara.
    -tamam...
    "ben napayım senin anahtarını be, pis herif", diye geçirdi içinden. "canımmış". derken elini çantasına attı, anahtar elinin sağındaydı, en üstte, öylece...

    -hocam anahtarınız bende ama nasıl çantama girmiş olabilir ki yani?
    +he tamam canım sen onu bana yarın okuldayken uğrayıp versene,
    -...ee
    +yarın görüşürüz.
    o gıcık telefonun kapanma sesi...artık bu bir oyun olmalıydı, bu konuşmadan sonra hislerinde yanılmadığını farketti. koskoca hoca sırf kendi küçük oyunları için bugün eve dolmuşla mı gitmişti yani? tekrar şüphe sardı içini. tek gerçek yarın yine onun yüzünü görmek zorunda kalışıydı.

    -hocam, anahtarınız!
    +sağol canım yoksa bugün de zor giderdim eve, arabaya alışınca insan hehe... otursana çay söyliyim gel, işim yok ben de oturuyodum.
    -hocam, gideyim dersim var.
    +iyi görünüyosun bugün....yani haslığın geçmiş gibi.

    göz kırptı, sırıttı. nilay gözlerini kocaman açmıştı, öksürse o an inandırıcı olmayacaktı, vazgeçti.giderken öksürürdü belki. o sırada tuttu kolundan kerem bey hemen yanındaki sandalyeyi çekti. ahtopot gibiydi elleri, yapışkan, çabuk ve rahatsız edici, aynı ona bakan gözleri gibi. iki çay çoktan gelmişti.
    -dediğim gibi nilay, sol bekente biraz daha çalışmamız gerek. sana güveniyorum, sadece daha rahat oynaman lazım.
    teneffüs zili çalınca kaçar gibi çayından son yudum alıp teşekkür ederek sınıfına çıktı nilay. kabus gibiydi, o turnuvaya katılmayı çok istiyordu ve onu çalıştıracak tek kişi kerem beyden başkası değildi. o gün başına geleni hiç olmazsa annesine anlatmayı ve üzerindeki yükü atmak isterdi ama utandı, anlatmaya annesinden bile utandı. sanki kendi suçuymuş gibi...sanki "akşam kal" dediğinde kalmaması gerekiyor

    sonraki gün gittiğinde de yalnız kaldılar yine. her seferinde aynı taktikti raketi kullanmayı gösterirken...üçüncüsünde histerikli bir yapışmaydı artık, nefesini boynunda hissetti iyice, tam sessiz bir anda. elleriyle itti işte o an adamı.
    -yeter...yeter.
    ilk yeter çığlığında şaşkınlıkla birbirlerine bakakaldılar.
    +ben...yanlış anladın...

    raketini hızlıca kılıfına geçirmeye çalıştı nilay, terli ama daha çok kirli hissediyordu.

    +nilay beni yanlış anladın. ben burda küçük çocuklara da ders veriyorum biliyosun. çantayı toplaıyışını seyrediyordu adam;
    "o küçük çocukları düşünmek bile istemiyorum o halde" demek istedi genç kız ama sustu.
    -hocam ben turnuvaya falan katılmak istemiyorum, sizi de görmek istemiyorum.
    çantasını koluna geçirdi ve hızlıca salondan çıktı.

    kimseye bahsetmedi yaşadıklarını, 40'ına merdiven dayamış bir adamın merdiveni nereye dayayacağını bilmez bir kart zampara olduğunu kimseye diyemedi. o akşam ağladı ama. adamın içine akıtmaya çalıştığı zehir, kir, gözyaşlarıyla o akşam akıp gitti sanki vücudundan dışarı. niye ben? dedi bir ara, neden seray ya da diğer o kızlar değil de sadece ben. susacağını yalnızca nilay gibi uslu bir kızın kimseye anlatmayacağını biliyordu belki de kimbilir.

    turnuvaya katılamadı böylece. seyretmeye bile gitmedi, içinden gelmedi. onu orda görüp tekrar sinirleri bozulacak, seyrettiğinden birşey anlamayacaktı. o gün bindiği vapurda adamın cep numarasının hala rehberine kayıtlı olduğunu hatırladı. hemen numarasını silmeye kalktı ki, durdu parmakları...vapurun umumi tuvaletinde kapı arkalarında yazılan cinsel içerikli yazılar ve cep numaraları geldi aklına. gitti ve tahta kapının arkasına güzelce kazıdı sayıları. altına "beni ara" yazdı sadece ve tuvaletten çıkmadan sildi telefondan numarasını.
    bir parça olsun mutluydu. intikam almış bir kadının hafif gülümsemesini kondurdu suratına. mavi suları ve martıları keyifle seyredaldı.
    3 ...
© 2025 uludağ sözlük