Platon diyaloglarında gerçek bir filozofun tam da sokrates gibi olması gerektiğini söylüyor. Gerçek filozof bedensel hazlardan uzak duran, bunu yönetmeyi çok iyi bilendir. Filozof her şeye düşünce ve şüpheyle yaklaşan, düşünceyi mutlaklaştıracak temellendirmeleri açık, seçik ve sağlam seçebilen, varolanları kendi halleriyle algılamaya çalılandır. Gerçek filozof Ruhun hakikate ulaşma çabasında engel olan duyum ve algıdan uzak duran ve bunu yaparken ruhların arındırıcılığını sağlayan felsefeyi kullanmayı becerendir. Platon’da duyumların hakikatin dışında tutulmasının nedeni yanıltıcı, değişen ve farklılaşan olmasıdır. Hakiki olan değişmez, dönüşmez, farklılaşmaz ve tek olandır. Bu yüzden idealara hakikat vurgusu yapmıştır.
Bir gün sokrates hayli geç bir saatte eve sarhoş gelir.
Cazgır karısı önce büyük bir gürültü koparır, ortalığı yıkar, ardından da yüzüne tükürür, sokrates hiç karşılık vermez.
Fakat karının hırsı geçmemiştir ve bir kova soğuk suyu sokratesin başından aşağı boşaltır.
Sokrates, sukunetini hiç bozmadan :
"Bu gök gürültüsünün ardından gelen ilk damladan sonra, ben de böyle bir sağanak bekliyordum." Der.
Güne bugün onunla başladık (bkz: #43834566). Sokrates, cezanın kesinleşmesinden sonra, haksız yere mahkûm edildiğine inandığını söyler ve konuşmasını şöyle bitirir:
“Artık ayrılma vakti geldi çattı, ben ölmeye, sizler de yaşamlarınızı sürdürmeye gidiyorsunuz. Hangisinin daha iyi olduğunu sadece tanrı bilebilir."
Sokrates'in Savunması, Platon
sokrates'in öldürülmesi insanlığa iki şey öğretti: devlet gücünü ele geçirmediğin sürece haklı olmanın ve tartışma yoluyla haklılığını ispatlamanın sonucu öldürülmek olur; ne kadar akıllı olduğun yıkıcı güç elde edip devlet gücünü eline geçiremediğin sürece maddi olarak anlamlı değildir.
Gün gelecek insanlıktan sokrates'in intikamı alınacak. O gün geldiğinde tüm gezegende soykırımlara yapılıyor olacak.
antik yunan felsefesi’nin kurucusudur. yani dostoyevski edebiyatta neyse, sokrates de felsefede öyle bir dönüm noktasıdır. dolayısıyla dostoyevski psikologların psikoloğuyken, sokrates filozofların filozofudur. platon onun öğrencisiydi mesela…
çünkü sokrates’ten önceki filozoflar daha çok bilim insanı gibi takılıyormuş. dolayısıyla "dünya dönüyor mu? güneş her gün nasıl doğuyor?" ya da "suyun bileşenleri nedir?" gibi sorularla ilgileniyorlarmış. sonra sokrates çıkıp, "iyi tamam da neden hayattayız .mına koyayım? yaşamın anlamı ne?" diye sormaya başlayınca çarşı karışmış.
çarşı harbiden karışmış, çünkü sokrates çıplak ayaklarla dolaşan, nadiren duş alan toplum dışı bir adamdı ve çarşı pazar dolanıp karşılaştığı insanlara hayatın anlamını sorardı. sebebi ise tuhaf bir şekilde, filozofun kitaplara 'karşı' olmasıydı. o, kitapları didaktik bulurdu ve oturup kitap yazmak yerine insanlarla yüz yüze konuşmayı ve bilge olmasına rağmen cevap vermektense sürekli yeni sorular sormayı tercih ederdi. öyle ki sokrates hiç kitap yazmamıştır, ancak neyse ki platon onun diyaloglarını yazarak kitaplaştırmıştır.
sürekli, “sorgulanmamış bir hayat yaşamaya değmez.” derdi. kalıplaşmış düşünceleri sorgular ve azınlıkta kalan fikirleri önemserdi. sonra birkaç kişi, onu gençlere kötü örnek olduğu bahanesiyle şikâyet etti. bunun üzerine sokrates mahkemeye çıkartıldı ve ölüme mahkûm edildi. ona felsefeyi bırakırsa canını bağışlayacaklarını söylediler, ama o tam aksine, tarihe geçecek bir savunma yaptı —ve öldü. çıkarıldığı mahkemede yaptığı savunma, gene platon tarafından sokrates'in savunması olarak kitaplaştırıldı.
peki onu şikâyet edenlere ne oldu dersiniz? birkaç yıl sonra atina’dan sürüldüler. bazılarının intihar ettiği de söyleniyor, çünkü bu olaydan sonra kimse onlarla konuşmamış. yani atinalılar büyük bir hata yaptığını fark eder, ama artık iş işten geçmiştir. gene de bugün kimse o şikayetçi puştları hatırlamıyor ama biz 2.500 yıldır sokrates’i okumaya devam ediyoruz.
benimle arkadaşım hakkında konuşmaya başlamadan önce, bir süre durup ne söyleyeceğini düşünmeni istiyorum.
birinci filtre "gerçek filtresi."
"bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam anlamıyla gerçek olduğundan emin misin?"
"hayır" dedi adam "aslında bunu sadece duydum ve.."
"tamam" dedi sokrat.
öyleyse, sen bunun gerçekten doğru olup olmadığını bilmiyorsun.
şimdi ikinci filtreyi deneyelim, "iyilik filtresini"
"arkadaşım hakkında bana söylemek üzere olduğun şey iyi bir şey mi ?"
"hayır, tam tersi.."
"öyleyse" diye devam etti sokrat. onun hakkında bana kötü bir şey söylemek istiyorsun ve bunun doğru olduğundan emin değilsin. fakat yinede testi geçebilirsin, çünkü geriye bir filtre daha kaldı.
"işe yararlılık filtresi."
“bana arkadaşım hakkında söyleyeceğin şey benim işime yarar mı ?”
"hayır" gerçekten değil.
"anlaşıldı" der sokrates; " söyleyeceğin şey, ne gerçek, ne iyi ne de faydalı. o zaman neden söyleyeceksin ki?!"
"insanlar genellikle 'yanlış olduğunu biliyordum ama kendime engel olamadım' der. Sokrates cevap verir: Bu hiçbir zaman doğru değildir. O anda başkalarının senin yaptığının yanlış olduğunu düşündüğünü biliyor olabilirsin, ya da sana yaptığının kötü olduğu söylenmiş olabilir; fakat eğer kendin kötü olduğunu bilseydin, yapmazdın.
Senin hatan bir vukuf bozukluğuydu. iyiyi göremedin ve o anda iyi gibi görünen bazı hazlar tarafından yanlış yönlendirildin. Eğer iyiyi görseydin, sen de onu isterdin ve ona göre davranırdın. Hiç kimse, gerçek iradesi içten ve açık bir görüşle nesnesine, yani iyiye yönlendirildiğinde, ona aykırı davranmaz."
f.m. cornford - sokrates öncesi ve sonrası (çev. a.m. celal şengör ve senem onan, iş bankası yay.)
Mahkemesindeki savunma, meşhur apolocya’da öyle Yüksek ifadeler ve açık deliller ile kendisini savunmuştur ki hakkında idam kararı veriliyor. Derler ki, Sokrates sıradan bir savunma yapsaydı başka bir ceza ile geçiştirilecekti; fakat maskeleri öyle düşürdü ki ancak onu öldürmekle ondan kurtulacaklarını anladılar.
devlet yönetimi öyle bir işti ki, insan aklı hiçbir zaman tam olarak buna yetmezdi; en ince zekâların engel tanımayan düşüncesini gerektirirdi. en bilge kişiler tarafından yönetilmedikçe, toplum nasıl kurtulur ya da sağlam temellere oturtulabilirdi? derken; her iki tarafın da son nefesine kadar savaştığı devrim gelip demokrasi kazanınca, sokrat’ın da alın yazısı belli oldu. kendisi ne denli barışsever olursa olsun, aynı zamanda devrim partisinin fikir önderi, nefret edilen aristokratik felsefenin kaynağı, tartışma yoluyla serseme çevirdiği gençleri baştan çıkaran kişiydi. demokratların önderi anitos ile meletos, sokrat’ın ölmesi gerektiğini, böylesinin daha iyi olacağını düşündüler. hikâyenin sonrası herkesçe bilinir: eflâtun(platon) bu yiğitçe savunmayı şiirden de güzel bir düzyazıyla kaleme almıştır. felsefenin verdiği ilk şehit, savunmasında özgür düşüncenin haklarını ve zorunluluğunu açıklıyor, devlete karşı değerine sahip çıkıyor, her zaman hor görmüş olduğu kalabalıktan acıma dilenmeye yanaşmıyordu. onu bağışlama yetkileri vardı, ama kendisi sığınmayı onuruna yediremiyordu. kudurmuş kalabalık ölümünü isterken, yargıçların onu serbest bırakmaları gerektiğine inanması, kuramlarının garip bir doğrulamasıydı. tanrılar yoktur dememiş miydi? insanlara, öğrenebildiğinden daha hızlı bir şekilde öğretmeye kalkanın sonu buydu. sokrat’ın baldıran içerek ölmesine karar verildi. dostları hapishâneye gelip onu kolayca kaçıracaklarını söylediler; sokrat ile özgürlüğü arasına giren herkese para yedirmişlerdi. ama o bunu kabul etmedi. yaşı yetmişti (m.ö. 399); artık ölmesi gerektiğini düşünmüştü belki de. daha sonraya kalsaydı, ölümü hiçbir şeye yaramayabilirdi. ağlayıp sızlayan dostlarına: “kaygılanmayın,” dedi. “gömdüğünüz sadece bedenimdir.” eflâtun(platon), bu sahneyi, dünya edebiyatının en büyük eserlerinden biri olan, “phaidon” adlı eserinde şöyle dile getirir:
“sözünü bitirince, sokrat ayağa kalktı. yıkanmak üzere başka bir odaya geçti. kriton bize kalmamızı söyleyerek arkasından gitti. aramızda konuşulanları, konu dışına çıkmaksızın tekrar tekrar gözden geçirdik. aynı zamanda, içine düştüğümüz felâketin büyüklüğü üzerinde konuşarak onu bekledik. gerçekten de babasız kaldığımızı hissediyorduk, bundan böyle yetimler gibi yaşayacaktık! yıkandıktan sonra, yanına çocukları getirildi. onun henüz ikisi küçük, biri büyük üç çocuğu vardı. yakınlarından kadınlar da geldiler, kriton’un yanında, kendilerine öğütler vererek onlarla konuştu. sonra kadın ve çocuklara çekilip gitmelerini söyledi, kendisi de bizim yanımıza geldi. güneş batmak üzereydi. sokrat içeride çok kalmıştı. yıkanıp gelince, oturdu. bundan sonra konuşma pek kısa sürdü, çünkü onbirler’in uşağı önüne dikildi. “sokrat!” dedi, uşak: “başkalarına ettiğim sitemi, doğrusu sana edemem. ‘hâkimlerin buyruğu olan bu zehiri içeceksiniz,’ dediğim zaman, bana kızıp güceniyorlar, beni lânetliyorlar. başka başka fırsatlarda olduğu gibi onların aksine olarak, senin en yiğit, en yumuşak huylu ve şimdiye kadar buraya gelenlerin en iyisi olduğunu, buraya geleliden beri anlamakta gecikmedim. şimdi bile buna kızıp gücenmediğinden eminim. sen onları, buna sebep olanları pek iyi tanırsın; onlara kızıyorsun. şimdilik, sana ne haber vermeye geldiğimi biliyorsun; haydi, allaha ısmarladık, alın yazın neyse o olur; elinden geldiği kadar dayanıklı ol!” (döner dönmez gözlerinden acı yaşlar döküldü.) o zaman sokrat ona bakarak: “sana da allaha ısmarladık, dediğini yapacağım” dedi. sonra bizlere dönerek ilâve etti: “ne ince duygu var şu adamda! burada bulunduğum sürece beni görmeye, benimle ara sıra konuşmaya geldi. insanların en iyisiydi o; şimdi de ne kadar temiz ve açık yürekli, benim için ağlıyor! haydi bakalım, kriton; sözünü dinleyelim. ezilmişse, zehiri getirin, değilse ezin!”
kriton ona karşılık verdi: “fakat aldanmıyorsam, sokrat; güneş henüz dağların tepesinde; daha batmadı. başkalarının da buyruktan pek çok sonra, iyice yiyip içtikten, hattâ bazılarının sevdikleriyle baş başa kaldıktan, seviştikten sonra zehiri içtiklerini biliyorum. acele etme, daha vakit var!”
sokrat: “pek tabiî, kriton” dedi. “sözünü ettiğin adamların, senin bu dediğini yapmaları, bunu bir kazanç saymalarındandır. bana gelince, böyle bir şey yapmamam pek yerindedir. çünkü zehiri biraz daha geç içmekle, sanırım kazanacağım bir şey yok; böylece hayata bağlanmakla, artık bir şey kalmadığı hâlde onu korumak ve esirgemekle, kendi kendime gülünç olurum. artık konuştuğumuz yeter, haydi sözümü dinle, dediğimi yap!”
bu sözler üzerine kriton yanında duran kölesine işaret etti. köle dışarı çıktı ve biraz kaldıktan sonra zehiri verecek olanla birlikte içeri girdi. zehiri bir kap içinde ezilmiş olarak getiriyordu. sokrat adamı görünce: “ee, dostum,” dedi. “sen bu işleri iyi bilirsin, söyle bakalım, ne yapmaklığım gerek?”
zehri veren: “çok bir şey değil, yalnız içtikten sonra bacaklarında bir ağırlık duyuncaya kadar gez, sonra da uzan yat; böylelikle etkisini gösterir,” dedi ve hemen kabı uzattı. sokrat, eşsiz bir sükûnetle, titremeksizin, bet beniz atmaksızın aldı. ekhekrates, o bildiğim boğa bakışıyle adama bakarak: “ne dersin,” dedi, “bu içkinin birazını, bir tanrının üzerine dökmeme izin var mı, yok mu?”
zehri veren: “sokrat,” dedi. “biz ondan ancak bir içimlik eziyoruz.”
sokrat da: “anlıyorum,” diye karşılık verdi. “hiç değilse, bu dünyadan ötekine göçerken bunu kolaylaştırmaları için, tanrılara yalvarılır, yalvarmak bir görev bile. benim de onlardan istediğim bu. dileğimi yerine getirirler mi? benim duam işte: tanrı kabul etsin:” bunları söyler söylemez durmadan, irkilmeden, tiksinmeden dibine kadar içti.
o ana kadar ağlamamak için elimizden geleni yapmıştık. ama içtiğini, içip bitirdiğini görünce kendimizi tutamadık. ben de dayanamadım, gözyaşlarım seller gibi boşanıverdi. yüzüm örtülü, iki büklüm, kendim için (muhakkak onun için değildi,) evet, böyle bir arkadaştan mahrum olan kendim için, kendi felâketim için ağlıyordum. hattâ benden çok önce, kriton da gözyaşlarını tutamaz bir hâlde kendini dışarı dar atmıştı. hiç durmadan ağlayan apollodoras’a gelince, o da acısından, öfkesinden bağırıp çağırmaya başladı. bunlar sokrat’tan başka, orada bulunanların hepsinin yüreğini parçaladı. o zaman sokrat bağırarak: “ne yapıyorsunuz, dostlar?” dedi, “amma tuhafsınız, kadınları yollayışım en çok bunun içindi, onların bu gibi ölçüsüzlüklerini önlemek içindi. çünkü ölürken uğurlu sözlerle ölmek gerektiği öğretilmiştir. sakin olunuz, metin olunuz.” bu sitemleri işiterek, utancımızdan kızardık ve ağlamamak için kendimizi zor tuttuk.
ona gelince: biraz dolaştıktan sonra bacaklarının ağırlaştığını söyledi. adamın ona salık verdiği gibi, arkası üstü uzanıp yattı. aynı zamanda zehri vermiş olan adam, eliyle ayaklarına ve bacaklarına dokunarak ara sıra onları yokluyordu. sonra ayağını kuvvetlice sıkarak, bir şey duyup duymadığını sordu ona. sokrat: “hayır,” dedi; bundan sonra adam, bacaklarının aşağısını sıktı ve ellerini daha yukarıya götürerek, vücudun soğuyup katılaştığını bize de gösterdi. ona tekrar dokunarak, soğukluk kalbe gelince, sokrat’ın öleceğini söyledi. karnının altı aşağı yukarı çoktan soğumuştu bile. sokrat örttüğü yüzünü açtığı vakit şu son sözlerini söyledi:
“asklepios’a bir horoz adadık, onu yerine getir, unutma!”
kriton: “peki, olur,” dedi, “ama bize başka bir diyeceğin yok mu?” bu soruya artık karşılık vermedi. biraz sonra bir kıpırdanma ve silkinme oldu. adam onun örtüsünü açtı: gözleri dikilmişti. bunu görünce, kriton ağzını ve gözlerini kapadı.
işte, ekhekrates dostumuz, diyebiliriz ki zamanımızda, bizim tanıdığımız insanların arasında, en bilgini ve en doğrusu olan bu adam böyle öldü.
mö 469 yılında dünyaya gelmiştir. üç tane oğlu vardır. 35 yaşından itibaren atinalılarla, özellikle de gençlerle hayatın anlamı, neyin gerçekten iyi olduğu, insanın gerçek amacının ne olması gerektiği gibi soruların belirlediği çerçeve içinde felsefi tartışmalar yaparak bir moral reformu gerçekleştirme çabası için olmuştur. bir nevi, topluma adamıştır hayatını.
düşünce tarihinde politika felsefesinin kurucusu olarak kabul edilir. ona göre yunan kent/devleti polis'in varlığının nedeni sadece yurttaşlarının canlarını korumak değildir. aynı zamanda yurttaşlarını gerçek mutluluğa eriştirmekle, onları ruhlarına özen gösteren iyi insanlar haline getirmekle de mükelleftir. fakat bu ütopyası o kadar uzaklardaydı ki..
devlet, yönetim konusunda uzman olmayanlar tarafından temsil ediliyor, yasalar, adaletin ne olduğunu bilmeyenler tarafından uygulanıyordu. sokrates demokrasiye şiddetle karşı çıkar bu yüzden.
etik anlayışından da kısaca bahsedersek, ona göre gerekli moral bilgiye, yani gerçek adaletin, gerçek cesaret, dindarlık ve ölçülülüğün bilgisine sahip olan kişi, zorunlu olarak bilge, adil, cesur, dindar ve ölçülü bir insan olacaktır. hiç kimsenin bilerek kötülük yapmayacağına inanan sokrates'e göre erdemlerin bilgisine sahip olmak aynı zamanda erdemli olmak demektir. erdemli insan da kendi özüne uygun eylemlerde bulunan, kendini bilen ve potansiyelini gerçekleştirmiş mutlu insandır.
ve işin sonunda, hemen hemen herkesin bildiği üzere, politik eleştirileri yüzünden idam cezası almıştır. aslında cezayı veren heyetin amacı sokrates'i idam etmek değil, af dilemesini sağlamaktır. fakat sokrates düşüncelerinin ardında durmuş, bunu jürinin önünde de tekrarlamıştır. 220'ye 280 oyla haksız bulunmuş, mahkumiyet cezası almıştır. bir ay sonra da idam edilmiştir.