Ben küçükken sobaya hiç dokunmadım. Sobanın yaktığını başkalarından öğrendim. izninizle hemen konuya gireceğim. izninizi rica ettim çünkü siz bana izin verip hikayeyi anlatmama, yani hikayeyi okumaya devam etmezseniz, küçükken sobaya hiç dokunmadığımdan başka bir şey anlatmış olmam ve bu cümle aslında her şeyi anlatsa da yeterince güçlü değil.
Zamanında, ta ilkokulda Selma diye bir kızcağız, oyuncağına takılıp sobanın üstüne düşmüştü. O yaşta insanın refleksleri pek kuvvetli olmaz. Hal böyle olunca yüzünün yarısını yapıştırdı merete. Evde üç kişiydik, Selma , Hazal bir de bendeniz. Biz iki arkadaş, kızın çığlığındaki ciddiyeti fark edene kadar karnımız ağrıyana kadar gülüştük. Malumunuz o yaşlarda algılamak da epey yavaş işleyen bir sistem. Zavallı annesi kızını öyle yarı Freddy, yarı bahçede ip atlayıp şarkı söyleyen kız olarak görünce olduğu yere yığıldı kaldı. Ne yapacağımızı bilemedik, biz de başladık ağlamaya. Kolu komşu kapıyı yumruklamaya başlayıncaya kadar devam ettik. Hazal akıl etti de gitti açtı. Sonra bizi Selmanın kapı komşuları olan yaşlı bir teyzeye emanet eden apartman sakinleri cümbür cemaat hastaneye koşturdu. Epey bir süre gelmedi okula, annesine o gün felç inmiş, bir daha adam akıllı konuşamamış diye duyduk. ikinci dönem okuldan da ayrıldı. Geçenlerde karşılaştık, yüzünün yarısını kaplayan, siyah mı siyah bir perukla dolaşıyordu. Uzaktan bakınca Satanizmi yanlış anlamış ergenlere benziyordu. Ayak üstü yarım saat kadar konuştuk. Rızanın altına sıçmasından tutun da ibrahim Hocanın sandalyesine ters raptiye koymamıza kadar her şeyden bahsettik. Yalnız o gün hakkında ikimiz de tek bir laf etmedik. iyi de oldu.
Bir de anneannemlerin varmış eskiden, sonra ben çok küçükken kalorifer döşetmişler, büyüyüp de ayaklanınca, allah muhafaza, yakarım kendimi diye. Anneannem demişken; yemekleri güzeldir. Ve bana küçüklüğümden beri Beşiktaş Meydanında bir fırıncının, adamın tekini öldürüp fırınında yaktığını anlatır durur. Bütün Beşiktaşı yanık et kokusu sarmış. Fırına giren polisler ekmeklerin üzerine kusmaya başlamış. Halbuki ekmekler ne de güzel kokarmış. Fırıncının trajik hikayesinden hemen sonra Adnan Menderesin ruhunun da bir zamanlar Beşiktaş dolaylarında ikamet ettiğini iddia eder. Anneannem çok sever rahmetliyi, bana sorarsanız yüksek divan kararlarını bir okuyun derim. Anlattığına göre geceleri ona oy veren insanların karşısına çıkıp Beni yarı yolda bıraktınız, karnım tok fakat gözüm açık gittim! diye inim inim inlermiş. inlemek dediysem, öyle acınacak gibi değil; ahirete kabul edilmeyen hortlaklar gibi, terk edilmiş ahşap evler gibi inlermiş. Mahalleli de sabah ezanına müteakiben camiye koşar, birbirlerine Adnan Beyin kendisine en aşağı iki beden küçük gelen takım elbisesinden ve elinde tutup musallat olduklarına salladığı ilmekten bahsedermiş. Hikayenin devamı yok. Zaten hikaye diye anlatılan; imralı Adasından atılan bir çığlık en nihayetinde. Her yankıda biraz daha eksilmiş, sonunda tamamen unutulmuş.
Birkaç defa dokunacak kadar yaklaştığım oldu tabi, ama o fırsatları da ben değerlendiremedim. Mesela sobayla ilk karşılaşmam; bir bayram günüydü sanırım, annemin maddi durumu pek iyi olmayan uzak bir akrabasını ziyarete gitmiştik. Fazla büyük değildi, yuvarlak hatlı parlak, sahte, acayip kahverengi ,önünde ufak, parmaklıklı bir göz, içinde alevli odunlar takırdıyor. Yanındaki kanepeye uzanan kadından korktuğumdan mıdır, yoksa sobanın üstünde buharı tüten çaydanlığı görüp, zaten dokunulmayacak bir şey olduğunu anladığımdan mıdır bilmem, yaramaz sayılabilecek bir çocuk olmama rağmen o gün annemin dibinden hiç ayrılmadım. Ziyaretten sonra annem uslu durduğum için bana fazladan harçlık verdi, sobanın ve yağ kokan tombul akrabanın hiçbir önemi kalmamıştı.
Aslında ilk paragraftan sonra birçoğunuzun bildiği günümüz vecizelerinden: Aşk; Bir Bakıma Sobaya Dokunmak Gibidir. Bir Defa Yanarsın, izi Kalır. Sonra Bir Daha Dokunmazsın Sadece Yanına Yaklaşırsın. tümcesini verip konuyu hepten aşka bağlayacaktım. Sonra nasıl olduysa, radyoda küçüğüm çaldı, bileğimdeki yara izi gözüme çarptı, kütüphaneden eski bir fotoğraf düştü filan derken, aşk başka hikayeye kaldı.