rock müziğin, 1950'lerde abd'de "rock and roll" olarak doğduğunu kabul edersek, seksen yıllık geçmişi ya vardır, ya yoktur. rock müzik için, “yaklaşık seksen yıl öncki kuşakların sistemi sorguladıkları, belki bir anlamda müzik dilini kullanmak suretiyle, kendiliklerinden ürettileri bir başkaldırı yöntemi idi” denilebilir. diyenler yok değil. bu sorgulama ve başkaldırının, özellikle abd ve ingiltere’ de 2. dünya savaşı’ nın ardından yükseldiği yazılır. bu iki ülkede genç kuşaklar, isyana yöneldiler. mâkul bir sebepleri vardı bunun için. anlamlandırmakta güçlük çektikleri bir savaş, babalarını alıp götürdükçe kafalarındaki sorular da çoğalmaya başladı. bu sorular karşısında aldıkları cevaplar da, doğrusu pek o kadar anlamlı ve inandırıcı değildi onlar için. rock, aynı zamanda döneminin bir tür özgürlük arayışıdır. özellikle zenci halkın trajik ve baskı dolu yaşama tarzlarının bir ifadesi olan blues’ a, bu sebepten dolayı beyaz gençler de rağbet etmeye başladılar. çünkü sorun dünyeviydi ve bu noktada renk, ırk, hiç de önemli bir ölçüt değildi. bu gençlik, abd’ de edebiyat bazında ilk tepkici hareket olan “beat generation” dan sonra, müzikte de beyaz gençlerin coşku ve tepkilerine denk gelen rock’ ın roll’ u yaşamlarının kopmaz bir parçası yapmıştır. bud powell ve johny holliday ile başlayan bu duygu dolu tepki, elvis presley ile 1955’ lerde büyük bir yaygınlığa ulaşmıştır.
bir anlamda “başkaldırı süreci” diyebileceğimiz bu sürece öncülük eden ilk ve en önemli grubun beatles olduğu söylenebilir. bu grup, gençliğin bireysel isyanının gelişmesinde en önemli rolü oynayacaktı o yıllarda.1965 yılında beatles’ tan esinlenerek yeni yeni rock müzik grupları ortaya çıkmaya başladı. rolling stones gibi ...animalo ve the who gibi. rolling stones, kısa rock tarihinin en önemli ve en uzun ömürlü topluluklarından biridir. the who’ yu da anmak gerekebilir, çünkü özellikle 1969 yılında hazırladıkları “tommy” adlı parçaları, müzik otoritelerince “rock-opera” adı verilen tarzın en önemli örneği sayılıyordu.
isyanın kokusu her müzikçi ya da toplulukta farklı müzik türlerini de beraberinde getiriyordu. ancak rock, bütün bu farklı yaklaşımların ya da müziksel bir ifadeyle farklı seslerin ana sesi gibiydi. ve giderek, sınır tanımayan bir tarz haline geldi rock müzik. hem de çok kısa bir süre içinde ... belki bu dönemlerde country müzik motifleriyle süslü bir rock’ tan söz edecek olursak olursak eğer, neil young’ ı zikretmek gerekebilir. onunla birlikte janis joplin’ i ... ve amerikan kökenli rock stilinin temsilcileri olan “the beach boys” u, “the doors” u ve “the velvet underground” u. çünkü bu isimler ve topluluklar, bir takım eskimiş müzik kalıplarının dışına çıkarak, dinleyicilerin ufuklarını açtılar, en azından gençliğin de bir dili olduğunu ortaya koydular. bu arada, bob dylan’ ı da anmak gerek. bir dönem, fazla mistik takıldığı ileri sürülerek toplumcular tarafından dışlanan bob dylan, folk-rock’ ın öncüsü kabul edilir ve bugün bile tavrından ve tarzından hiçbir şey kaybetmediği ileri sürülür. bir “protestocu” dur, bob dylan. yalnızdır. gitarı elinde sistemin karşısına tek başına dikilir. yani bir tür “don kişot!” 70’ li yıllar, rock müziğin endüstriyel anlamda hızla yükseldiği yıllar olarak kabul edilir. teknolojinin gelişmesiyle birlikte rock müziğin sesi daha bir gür çıkmaya başladı; üretim hızlandı, üretim hızlanınca satışlar da arttı. ancak bu gelişme, yıldızı çarçabuk parlayıp sönen rockçıların sayısını da arttırdı. üretim bol, satış bol, ancak “rock estetiği” adı verilen özellik yoktu. belki bu dönemlerin ardından “hard rock” adı verilen tarzın ve bu tarzın temsilcileri sayılabilecek dört topluluğun: queen’ in, deep purple’ ın, led zeppelin ve uriah heep’ in yükselişinden söz etmek de gerecektir. özellikle queen, stadyum rock, hard rock, heavy metal, opera rock tarzlarıyla rock müziğe çok farklı bir boyut kazandırmış ve çok büyük katkılarda bulunmuştur.
70’ li yıllardan sonrası için rock müziğin giderek, o ilk çıkış yıllarındaki katışıksız biçiminden, ruhundan uzaklaşmaya başladığı yıllar diyebiliriz. artık bir “ticari rock” tarzında bahsedilebilir bu yıllarda.rock’ ın para ve şöhret getirdiğini gören bir yığın müzikçi, birden “rockçı” kesildiler. ancak, 68 ruhunun etkili olduğu anlarda, kendisini tam da “underground” tavrın ortasında bulan pink floyd’ u atlamamak gerekir.tabii çok politik bir topluluk olan genesis ile, “karamsar” king crimson’ ı da hatırlayarak. pink floyd, daha çok etkili oldu, iz bıraktı. “ummagumma”, “atom heart mother” ve “meddle” adlı albümlerinde parçalanmış iç dünyalarla reel hayat arasındaki çelişkiyi ortaya koyar pink floyd.yine “the dark side of the moon” ve “wish you were here” adlı albümleri, rock çevrelerince bir avant-garde rock bildirisi olarak kabul edilmiştir. daha ileriki yıllarda hazırladıkları “the wall” adlı albümlerinin etkisi de bir başka olmuştur pink floyd’ un.
1975 yılında rock gitaristi, şarkıcısı ve bestecisi tim buckley’ in ölümü, bir dönemin kapanışı olarak kabul edilir. onun geride bıraktığı asi ve berrak “rock” tavrından söz edilebilir. ondan sonra da, 80’ li yılların sonuna değin rock müziğe damgasını vuracak olan ve bu dönem rock müziğin ana gövdesi sayılan bruce springsteen’ den ... aslında springsteen, rock müziğin köklerine ve romantizme dönüşü simgeliyordu ve o dönemlerde ekonomik eşitlik, düşünce özgürlüğü ve çevre sorunları gibi konulara, müziğiyle ciddi bir biçimde eğiliyordu. springsteen’ in açtığı kapıdan daha sonra tom patty ve southside johnny girdi. her ne kadar springsteen, bir dönemin en önemli rockçısı olarak kabul ediliyorsa da, “sıkı anarşist” patti smith ve sonunda yaman bir rockçı olup çıkar.
70’ lerin sonlarında, sex pistols’ ın öncülük ettiği “punk-rock”, pek uzun ömürlü olmadı. bu grubun ne yaptığı tam olarak belli değildi bile. daha sonraları başını u2 ve the smiths gibi toplulukların çektiği ve onların öncülüğünde ortaya çıkan “post-punk”; punk’ a bir nevi anti-tez olarak doğan new wave, rock için gelip geçici bir heves oldu denilebilir. zaman içerisinde rock müziğe damgasını vuran topluluklar dağılıp gitti. sonraları yeniden kurulmaya çalışılan pink floyd bile, 1982 yılında çözüldü. tam da, rock müzik,” ellili yıllardaki eski havasını, o başkaldırı ruhunu, özgürlük arayan sesini kaybetti, rock, “rock” olmaktan çıktı da yok olmaya yüz tuttu. ” diye sızlanırken, sözlerin ve müziğin gitgide sertleşmeye başladığı rock müziğin önemli bir dönemine girildi. metallica, nirvana, ıron maiden, the clash, the damned, black flag, giibi metal grupları birbiri ardınca arzı endam etmeye başladılar. özellikle metallica büyük bir hayran kitlesine sahip oldu. bugün belki eskinin rock tarzını tam olarak terk etmemiş müzikçiler vardır, kıyıda köşede. ama günümüzde bile rock’ ı hala rolling stones taşıyor. o da ne kadar taşıyor, tartışılır.
90’ lı yıllarda, kimi müzik eleştirmenleri: “yüzyılımızın ikinci yarısında ortaya çıkan ve dinamizmi ile bilinçlere bir yaşam biçimi, bir ahlaki/siyasi tavır olarak yerleşen rock, diriliğinden ve aykırılığından, ayrıca gelişen kuşakları tek dünya/tek yazgı temel düşüncesi doğrultusunda yönlendirme işlevinden fire vermeden 2000’ lerin derinliklerine doğru adım atacak gibi görünüyor” diyorlardı, rock müzik için ama, bugün durum epey farklı. özgürlük arayışı, direniş, protesto ... büütün bunların bir sonucu olarak ortaya çıkan rock, o eski rock değil. beatles’ ın en önemli elemenlarından biri olan paul mccartney hala yaşıyor ve müzik yapıyor. ama beatles’ ın havası yok. bob dylan kendisini tekrar ediyor. deep purple kuru gürültü. rock müzik, bir zamanlar, alt kültür olarak ve genç bireye varlık ve ifade bilinci sağlaması bakımından önemli bier işlevi yerine getirmiş , bir zamanlar kalıcılığını ispat etme çabasını sürdürmüş, ama bugün için manzara farklı.
artık rock’ ı üretecek toplumsal altyapı da yok. aslında herkes, eskilerle idare ediyor.