En kaliteli dizilerden biridir. Bitmesin diye ağır ağır izlemeye çalışıyorum fakat diziye başladığımdan beri fisher ailesinden biri gibi hissediyorum kendimi. Sanki tüm cenaze törenlerinde ben de vardım, sanki ölüm benim de yanı başımdaymış gibi.
Birkaç üniversiteli genç muhabbete başladığında konu genellikle yabancı dizilere gelir bir şekilde. Herkes birbiri ardına beğendiği dizilerin reklamını yaparken, six feet under izleyen genç sfu'yu önermeden önce karşısındakileri önce bir tartar. Bu diziyi hak edip etmediklerine, izlediklerinde dizinin hakkını verebilecek durumda olup olmadıklarına bakar. Öyle bir dizidir.
hakkında ya hiç birşey söylenemiyecek ya da sayfalar doldurulsa yetmiyecek bir finalle aramızdan ayrılmıştır.
--spoiler--
keşke herşey claire fisher'ın düşündüğü gibi olsa, geride mutlu bir hayat yaşadığımızı hissederek 102 yaşında ölsek. ölürken yatağımız etrafında sevdiklerimizin 80 yıl önceki fotoğrafları olsa. brenda chenowith gibi sevdiklerimizi anlayabilmek için hiç görmediğimiz babalarını görsek düşümüzde. david fisher gibi kökümüzden ayrılmadan yeni aileler yetiştirsek. ruth fisher gibi gözün görüş mesafesinin alabildiğince sevdiklerimiz olsa son nefesimizde. nathaniel fisher jr. gibi öldükten sonra bile ilham verebilsek geride kalanlara.
ve nathaniel fisher gibi büyüklerin yaşlanmasına, çocukların büyümesine, ölümlere, doğumlara, üzüntülere, sevinçlere katılsak öldükten sonra bile.
--spoiler--
eğer eşin ölürse, sana dul diyorlar. eğer bir çocuk ailesini kaybederse ona yetim diyorlar. Ama çocuğunu kaybeden birine ne denir ? Sanırım bu bir ismi hak etmeyecek kadar korkunç bir şey.
--spoiler--
finaliyle ağlatmıştır, sorgulatmıştır ve kimilerine sigara yaktırtmıştır. bu dizi o kadar içimizdedir ki, izlerken karakterlerin hissettiklerine asla yabancı kalamıyoruz. ne zengin, üç katlı villasında güllük gülistanlık yaşayan para babaları var bu dizide ne de her istediği alınan, her şeye sahip olabilen gençler var.
ama bu dizide gerçeğin ta kendisi var. asla değiştiremeyeceğimiz hakikat: ölüm.