sis

    12.
  1. bir tevfik fikret şiiri.

    Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman,
    beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan
    ağırlığının altında herşey silinmiş gibi,
    bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü;
    tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar
    onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar!
    Ama bu derin karanlık örtü sana çok lâyık;
    lâyık bu örtünüş sana, ey zulümlér sâhası!
    Ey zulümler sâhası... Evet, ey parlak alan,
    ey fâcialarla donanan ışıklı ve ihtişamlı sâha!
    Ey parlaklığın ve ihtişâmın beşiği ve mezarı olan,
    Doğunun öteden beri imrenilen eski kıralıçesi!
    Ey kanlı sevişmeleri titremeden, tiksinmeden
    sefahate susamış bağrında yaşatan.
    Ey Marmara'nın mavi kucaklayışı içinde
    sanki ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın.
    Ey köhne Bizans, ey koca büyüleyici bunak,
    ey bin kocadan artakalan dul kız;
    güzelliğindeki tâzelik büyüsü henüz besbelli,
    sana bakan gözler hâlâ üstüne titriyor.
    Dışarıdan, uzaktan açılan gözlere, süzgün
    iki lâcivert gözünle nekadar canayakın görünüyorsun!
    Canayakın, hem de en kirli kadınlar gibi;
    içerinde coşan ağıtların hiç birine aldırış etmeden.
    Sanki bir hâin el, daha sen şehir olarak kuruluyorken,
    lânetin zehirli suyunu yapına katmış gibi!
    Zerrelerinde hep riyakârlığın pislikleri dalgalanır,
    içerinde temiz bir zerre aslâ bulamazsın.
    Hep riyânın çirkefi; hasedin, kârgüdmenin çirkeflikleri;
    Yalnız işte bu... Ve sanki hep bunlarla yükselinecek.
    Milyonla barındırdığın insan kılıklarından
    Parlak ve temiz alınlı kaç adam çıkar?

    Örtün, evet ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir;
    örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahbesi!
    Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
    Kaatil kuleler, kal'ali ve zindanlı saraylar.
    Ey hâtıraların kurşun kaplı kümbetlerini andıran, câmîler;
    ey bağlanmış birer dev gibi duran mağrur sütunlar ki,
    geçmişleri geleceklere anlatmıya memurdur;
    ey dişleri düşmüş, sırıtan sur kafilesi.
    Ey kubbeler, ey şanlı dilek evleri;
    ey doğruluğun sözlerini taşıyan minâreler.
    Ey basık tavanlı medreseler, mahkemecikler;
    ey servilerin kara gölgelerinde birer yer
    edinen nice bin sabırlı dilenci gürûhu;
    "Geçmişlere Rahmet!" diye yazılı kabir taşları.
    Ey türbeler, ey herbiri velvele koparan bir hâtıra
    canlandırdığı halde sessiz ve sadâsız yatan dedeler!
    Ey tozla çamurun çarpıştığı eski sokaklar;
    ey her açılan gediği bir vak'a sayıklıyan
    vîrâneler, ey azılıların uykuya girdikleri yer.
    Ey kapkara damlariyle ayağa kalkmış birer mâtemi
    sembole eden harap ve sessiz evler;
    ey herbiri bir leyleğe yahut bir çaylağa yuva olan
    kederli ocaklar ki, bütün acılıklariyle somutmuş,
    ve yıllardır tütmek ne... çoktan unutulmuş!
    Ey mîdelerin zorlaması zehirinden ötürü
    her aşâlığı yiyip yutan köhne ağızlar!
    Ey tabiatin gürlükleri ve nimetleriyle dolu
    bir hayata sâhip iken, aç, işsiz ve verimsiz kalıp
    her nâmeti, bütün gürlükleri, hep kurtuluş sebeplerini
    gökten dilenen tevekkül zilleti ki.. sahtadir!
    Ey köpek havlamaları, ey konuşma şerefiyle yükselmiş
    olan insanda şu nankörlüğe lânet yağdıran feryât!
    Ey faydasız ağlayışlar, ey zehirli gülüşler;
    ey eksinlik ve kaderin açık ifadesi, nefretli bakışlar!
    Ey ancak masalların tanıdığı bir hâtıra: Nâmus;
    ey adamı ikbâl kıblesine götüren yol: Ayak öpme yolu.
    Ey silahlı korku ki, öksüz ve dulların ağzındaki
    her tâlih şikayeti yapageldiğin yıkımlardan ötürüdür!
    Ey bir adamı korumak ve hürriyete kavuşturmak için
    yalnız teneffüs hakkı veren kanun masalı!
    Ey tutulmıyan vaitler, ey sonsuz muhakkak yalan,
    ey mahkemelerden biteviye kovulan "hak"!
    Ey en şiddetlikuşkularla duygusu körleşerek
    vicdanlara uzatılan gizli kulaklar;
    ey işitilmek korkusuyle kilitlenmiş ağızlar.
    Ey nefret edilen, hakîr görülen millî gayret!
    Ey kılıç ve kalem, ey iki siyasî mahkûm;
    ey fazilet ve nezâketin payı, ey çoktan unutulan bu çehre!
    Ey korku ağırlığından iki büklüm gemeye alışmış
    zengin, fakir herkes, meşhur koca bir millet!
    Ey eğilmiş esir baş, ki ak-pak, fakat iğrenç;
    ey tâze kadın, ey onu tâkîbe koşan genç!
    Ey hicran üzgünü ana, ey küskün karı-koca;
    ey kimsesiz; âvâre çocuklar... Hele sizler,
    hele sizler...

    Örtün, evet, ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir;
    Örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi!
    9 ...
  2. 150.
  3. welcome to "silent hill" tabelasını hatırlatır.
    7 ...
  4. 137.
  5. Tevfik fikret'in istanbul'a olan nefretini kaleme aldığı şiirdir.
    5 ...
  6. 38.
  7. iki şehri var gecenin,
    biri gözümde tütüyor,
    birinin dumanı üstünde yağmur gibi çöken siste.
    bana bu uykusuz şehri niye bıraktın
    göze alamadığım bir şehrin yerine bütün şehirlerdesin,
    gece değil istediğin hayli karanlık
    bakışlı bir şehrin gözleriyle çarpışmak hevesindesin!
    Gözlerini anlıyorum henüz
    bağışlayabileceği gözleriyle çarpışmadı kimsenin!
    gözlerimizi uzaklıklar değil ki yalnız
    göze alamadığımız yakınlıklar da acıtır
    ve gözleri ancak gözler bağışlayabilir.
    öyle acıyor ki gözlerim kim bağışlayacak...
    sis değil, uykusuzluk değil, iki uzak
    şehir gibi ayrılıktan kavuşmuyor gözlerim;
    Biri hepimizle gözgöze gibi hala uykusuz,
    biri sis içinde kirpiklerine kadar açık.
    bu sessizliği kim bıraktıysa,
    göremiyorum konuşkan gözlerinde tek sözcük bile,
    gözlerimiz birbirine değmiyor gecenin iki şehrinde
    Kimsenin kimseye gözü değmiyorsa, şiir niye ?

    (bkz: haydar ergülen)
    6 ...
  8. 54.
  9. ilhan irem'in cennet ilahileri albümünde bulunan harika parçası.

    Sis

    Havada uçuyordu
    Duvarlardan geçiyordu
    Elverdi şatlup / ışıktan geçti
    Maya ağacının kökleri üzerinde melaikeler bekliyordu.

    Odalarına gir cennet yüreğinin
    Yıldızları yad et birbir.
    Gecenin derinliklerinde anahtarlar şıkırdar
    Hava kızları raksederler

    Sis / gökyakutlarda
    Sis / rüyalarda
    Sis / yasak meyva
    Sis / dudaklarda

    Hüzün / yüzyıllar boyu
    Tövbe / günahlara
    Veda / zehirli elma
    Gonca / dudaklarda

    Eski zaman elbiseleri akıp gidiyor üzerinden
    Sekiz bulut dağının prensesi
    Mevsimlik heveslerini dökmüş çiçeklerin ecesi
    Olan olmadı biten de bitmedi.

    Gizli bahçelerde lirik bahar senfonileri
    Geçmiş - an ve gelecek
    Varolmuş ve olacak
    Havadis avcısı adamotları topladı kehanet ırmağının kıyılarından
    La mekan ! la kuyud !
    Salamender'in tılsımı ateşte.
    Tozdan geldin toza dön !
    Ayna krallığının sihirli tacı görünmez oldu.
    Kum yatağında kum. dikenler parçaladı avuçlarını
    Silinip gitti.
    Yüzü önce / sonra elleri / ve sonra tebessümü bile unutuldu.

    Hırs akrebi vahşice kanırttı acımasız, meşum
    Kim daha yükseklerde o mu ben mi ?
    Başında kainatın sarkacı
    Geçmiş - an ve gelecek
    Varolmuş ve olacak.

    Sekiz bulut dağının prensesi
    Mevsimlik heveslerini dökmüş
    Eski zaman elbiseleri akıp gidiyor üzerinden
    4 ...
  10. 131.
  11. alakası yoktur.

    o 'sis atma o.ç' nun sis' i dir!
    3 ...
  12. 128.
  13. 145.
  14. 165.
  15. bulut adı verilen, su damlacığı ya da buz kristallerinden oluşan atmosferik yapının, yer yüzeyine yakın bölgelerde oluşması. kimyada aerosol adı verilen karşımlara bir örnektir ve havanın taşıyabileceği nem kapasitesinin üzerine çıkıldığı durumlarda ortaya çıkar.
    4 ...
  16. 17.
  17. ispanyol yazar miguel de unamuno'a ait roman.* Sokakta gördüğü bir kadın karartısına aşık olan ve onun peşinden giden bir ispanyol asilinin öyküsünü anlatıyor; aşkı, aşık olmayı, terketmeyi, terkedilmeyi sorguluyor.
    3 ...
© 2025 uludağ sözlük