4000 yılın ardından açık hava müzesi olarak kapılarını açan, 2000 yılında boşaltılmış eski hapishane.
müzenin içine çöp atan bir millete, tarihi değerlere ucube diyen bir hükümete sahip olmamız bu anlamda çok üzücü. hapishane resmen terk edilmiş halde, hani boşaltılıp kaçılmış gibi. boşaltıldığından beri tek bakım yapılmamış, bakımı geçtim düzenleme dahi yapılmamış. her yer örümcek ağı, toz, pislik. gelen ziyaretçiler duvarları kazımış, yazı yazmış. ne kadar öküz bir millet olduğumuzun 4000 yıllık şahidi koca bina. 1.kısımda bir dut ağacı var mesela, dökülen dutlar yerlere yapışmış, kararmış. belli ki çok uzun zamandır temizlenmiyor.
düzenleme yapılan tek yer 2. kısım. burada 1 koğuş, dizi seti olarak kullanılmış ve sonrasında hiç bozulmadan ziyaretçilere açılmış. sobanın üzerindeki güğümü, duvardaki kafesi, ranzanın başındaki tesbihi görünce insan daha bi etkileniyor atmosferden.
sabahattin ali' nin de yattığı koğuş da 2. kısımda. şöyle; https://galeri.uludagsozluk.com/r/476267/+ ranzanın kenarına asılmış görselde bu hapishane de yazılmış aldırma gönül şarkısının sözleri yazıyor. denize neredeyse sıfır cezaevi ve malum dışarıyı gören tek bi yer yok. bu anlamda; 'dışarda deli dalgalar, gelip duvarları yalar, seni bu sesler oyalar' sözlerinden etkilenmemek de mümkün değil sanırım.
içeriye girdiğiniz andan itibaren, koğuşları tek tek gezerken, sanki oralardan biri sizi bir köşeden izliyormuş hissine kapılıyorsunuz. iç karartıcı, ruh bunaltıcı bir havası var. kim bilir neler yaşandı o koğuşlarda. duvarlar 'burada vaktiyle işkence yapıldı' diye bağırıyor sanki. yapılmamış da olabilir ama, islah evi denince akla ilk gelen işkence oluyor ne yazık ki. gidip görülmeli. insan sessiz sessiz koridorları aşındırırken, sahiden başka bir dünyada hissediyor kendini.