Mısır kokularının eşlik ettiği en iyi atmosfer. ( yazar bu entry'nde arka koltuktaki elemanların fanfirifinfon girişimlerini yoksayarak iyi niyetli yaklaşımını koruyor. )
zaman gelimi, sinema hayatın perdedeki yansımasıdır.90' larda yükselişiyle altın çağını yaşayan minimalist özgürlükçü bağımsız sinemayı aslında bütünüyle sinemayı tekelci bir yaklaşımla insan odağından bağımsız değerlemek abesle iştigal olur. yani sinema demek insan odaklılık demekte istemiyorum fakat sinema hayatın perdedeki yansıması değildir lafı garip bir laf her haliyle. x sinemadır, y sinema değildir gibi kati-kesin tanımlamalar belki sinema duayenlerinin yapabileceği yorumları içermekte. buna yorum yapmak istememekle beraber zaten sinema duayenleri o tip kategorizasyon olgusuna mesafeli bakar. yoksa tür sevmek başka bir şey. falanca fantastik filmleri sever, bazısı düşsel realite arar, benim gibisi insan odaklı sanat merkezli bağımsız sinema der. tür sevmek ayrı bir şey de sinema şu değil bu olamaz tanımlamaları yüzeysel yapılmış öngörüleri aşamaz doğal olarak.
çetin inanç'ın çekim hatalarıyla dünyanın en absürd filmi seçilen dünyayı kurtaran adamına- garip bir önemi vardır da bir film nasıl çekilmemeli nasıl olmamalı gibi falan- sinema filmi deyip yakın dönem türk sinemasının en nitelikli işlerinden uzak'a sinema filmi değil demek göreceli olduğu kadar, demin bahsettiğim kategorizasyon ve tür seçiminin dayattığı mekanizmayla oluşmakta aslında.
sonuç editi: mevzu bahis insansa sinemayı da kültürü de sanatı da tiyatroyu da hatta birçok derinlikli konuyu genel kalıplardan uzak tutmayı yeğlerim. insanla ilgili hiçbir şey kesin yargılar içermez, doğası itibariyle içeremez. bu bağlamda sinemayı insandan uzak tutmak hayattan bağımsız değerlemek olmaması gereken gibi durmakta!
gereksiz edit: entellektüel değil entelektüel!
bonus editi: dünyanın en mühim yönetmenlerinden ingmar bergman bir evlilikten manzaralar adlı filmiyle ilgili şöyle bir yorum yapar: bir evlilikten manzaralar'ın farkı belki de üstünlüğü tüm hayat tecrübemle yoğrulmasında yatmakta! o kadar gözlem içermekteki film yaşama insana binaen
ancak bu kadarı yapılabilirdi diyor. tabi anlayana.
türk sinemasının en iyi 100 filmini belirlemek için okuyucusuna sunduğu 10 filmlik minimal okuyucu anketini kullanan dergi. agah özgüç'ün ve sinema ekibinin belirlediği (tivibu işbirliğiyle) 350 film içinden 10 film seçiliyor. şu balon ve abartılan filmler seçkisinden daha özenli bir iş yapılırsa tadından yenmeyeceğini düşünmekteyim.
iyi de kim bu erol egemen tadında saatlerce tartışırız sonra uygar şirin 'le. tamam anladıkta karanlıkta dans 'ın orda ne işi var? kim bu erol egemen ya?
anketi göndereli bayağı oldu.
yaptığım liste şöyleydi:
1)umut...
2)yol ...
3)muhsin bey ...
4)uzak ...
5)masumiyet...
6)düttürü dünya...
7)aaah belinda...
8)sonbahar...
9)çoğunluk...
10)karpuz kabuğundan gemiler yapmak...
edit:habire eksileyip duran iqsü düşük arkadaş film izle sen! anlamazsın ama, gene de izle.
edit büdüt: (bkz: http://donanimhaber.com/t...aspx?pid=11&nid=29063)
yıl 2011. türkiye'de, sinema salonunun olmadığı 5 tane il var: tunceli, bayburt, şırnak, ardahan, kilis. ( bu sayı 4 sene önce 21'di! )
türkiye genelinde ise, toplam sinema salonunun sayısı, 400 bile değil! bu sayıyı ülkemizdeki şehir sayısına bölünce, sinemaya olan bakış açımızı daha net anlayabiliriz.
ülkemizde 30 sene önce, toplam sinema salonu sayısının, 3000'den fazla olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda... günümüzde bu sayının 400'ü bile bulmamasını, her evde bir televizyon olmasına bağlamak ise en korkuncu!
bu sayının 3000'lerden, 300'lere düşmesinin asıl sebebi; insanların bir araya gelebildiği, sosyalleştiği... her yeri ortadan kaldıran, 12 eylül zihniyetidir.
özellikle 80'lerden sonra, bir bir yok olmaya başlayan sinema salonlarını sunay akın, dizelerinde şöyle anlatmıştı:
"artıyor kara çarşaflılar
yurdumun her köşesinde
neden olacak
siyaha boyanıp
kadınlara giydiriliyor
yıkılan sinemalardan
geriye kalan
onca beyaz
perde!"
en dramatiği ise: emek sineması! yıktırmayacağız! o ayrı... ama onca zamandır, kapalı olmasının ayıbı bile, 70 milyona, 70 yıl yeter!
sinema, sabahları işe giden insanlarda gördüğümüz telaştır...
sinema, akşamları işten dönen aynı insanlarda, işçi servislerinde gördüğümüz uykudur...
sinema, bir ağaçta erik çıkması... veya o erik için, çocukların ağaca çıkmasıdır...
sinema, solucanı yemek için bir kuşun yere konması... veya o kuşa göz koyan kedinin, pusuya yatması... veya o kediyi yakalamak için bir köpeğin, koşmasıdır...
bir deli dünyanin baska bir ucunda bir hayal kurar, biz de bunu izleriz oturdugumuz yerden. simdi demeyin ki bunun oyuncusu var, isikcisi var, o'su var bu'su var. hersey bir delinin hayaliyle baslar. ve bazen o hayal sizi bile icine alir binlerce km. öteden.
kisacasi sinema bir hayaldir. hic var olmayan ya da onsuz olmayan, izlerken gercek sandigimiz bir hayal..
nice dahiler var sinemaya gönül vermiş. gerçek dünyada yaşamayan. gerçeği, onun hayal perdesi olan sinema ile iç içe katmış kimseler vardır. bir nevi delilik veya çocukluk. sinema gibi yaşamak, sinemada yaşamak. insan gerçeğin kabalığından usanır, ölür. öyle insanlar var, hayal gibidirler.
yaşadığın mı gerçek, film mi, filmdeki o sahne mi, filmde olmak istediğin sen mi? bunları ayırt etme derdin yok. ayırt etme yetini de bir süre sonra kaybediyorsun. dışardaki insanları sinema izler gibi izliyorsun. filmdeki sanheleri de dışarıyı izler gibi.
başka bir tat beyazperde.
sinema dendiği zaman aklıma bir anım geliyor; kalabalığız bir sırada oturuyoruz üç kişi gittik kola, mısır alıyoruz. benim elime verdiler 3 büyük boy kolayı getiriyorum birini ortaya sıkıştırmışım tam bizim sıraya geldim, bir abiii yardım amaçlı ortadaki kutuyu elimden aldı ama ne alış dengesini kaybetti bütün kolayı öndeki beyefendinin başından aşağı döktü. meğer yanındaki bayanda yeni sözlüsüymüş, onun yanındaki de kaynana. kızacaklar kızamadılar, gülmeye çalıştılar gülemediler, bizimkisi peçeteyle adamın üstünü temizlemeye çalışıyor, her kelimesi özür... ne zaman sinemada bir yere otursam arkamı kollarım aman ha.
her hafta bir filme giderdik, şimdi nerede o yıllar!... sinemaya bir kaç kere de tek başıma gittim, film bittikten sonra kalabalıkta biraz yürüyüş o kadar iyi geliyor ki çok değişik bir tat.
bu günlerde sinema isteği geliyor içimden sanırsam, bekle beni beyaz perde.
marxçı bir ideoloji kuramı içinde bir film kuramı dile getirmek isteyen herkesin karşısına çıkan başlıca sorun, eninde sonunda böyle bir kuramın bulunamamasıdır...