sindirilmiş kaos

    1.
  1. -hayatında hiç yer edinmemişim gibi davranıyorsun.
    +yer edindiğini de nereden çıkardın. her yaşadığımızı ileride hatırlayacak kadar aptal olamayız herhalde?
    -sen hatırlamak istemiyor olabilirsin ama ben, beni unutacaksın diye vakit geçirmedim seninle.
    +unutulma ihtimalini hiç mi düşünmedin?
    -düşünmem gerektiğini düşünmedim...

    ***

    'insanlara yukarıdan bakıyorsun' demek değil ki bu. denizlerin sonunu görebiliyorsun, dağların ötesini, güneşin aydınlattığı ve gölgede bıraktığı yerleri, insanları kaosa sokan trafiği, diğerlerinden daha çok meşgulmüş gibi davranan kırmızı ışık insanlarını, istiklal'de yürüyüş yapan duyarlı ama pek de bilgisiz kalabalığı... tanrı gibi değil, bir kuş gibi. bazen ilk defa, bazen de ilk defaların alışkanlığa dönüştüğü kadarını görebiliyorsun. işte ben, bu lanet dünyadan sadece iki kanatla kaçabilen ve hayatın saçmalıklarını gülerek izlemek için 1 dakikaya ihtiyacı olan kuşlara baktığım gibi bakıyorum ona; kıskanç ve ölümlü. sanki her an kanatlanıp uçacakmış gibi özgürlüklere. bana da, bırakacağı tüyleri toplayarak ağlamak kalacak sadece. ah ne kadar sıradan, iki yanak götüm kadar da boktan!

    hayvanların aile kurmaya ihtiyacı yok, sevmeye, eğlenmeye, saklanmaya, korkmaya-korkutmaya... hakları yok demiyorum, ihtiyaçları yok. sadece avlanarak ve dinlenerek de yaşayabiliyorlar. biraz önce saydıklarımı yapmasalar isyan ederler mi? eksikliğini bile hissetmezler. peki ya insanlar... sadece yemek yiyerek ve uyuyarak geçirecekleri bir hayat sunsan ve çalışmalarına gerek olmadığını söylesen hemen çıldırırlar. düşünmek, o kadar da iyi bir şey olmasa gerek. bir insan kaybetme ihtimalini gördüğü halde neden bağlanır başka bir insana? korkumuzla yüzleşeceğimizi bildiğimiz halde saklanırız. acı çekeriz, ağlarız, sonra eğleniriz. sonra yine ağlarız. bir insana desen ki: "1 ay mutlu olacaksın, 5 ay acısını çekeceksin" kabul eder mi sence? o kadar da aptal değil insanoğlu. planlı mutsuzlukları kabul etmeyiz ama mutsuzluk olasılığını bile bile aşık olabiliriz. yani şunu demek istiyorum: yaşadığımız evi güçlendirmek yerine, depremin ne kadar hasar bırakacağını görmek isteriz. belki de göremeyiz. şunu da eklemek isterim ki dostum: bir ay boyunca her gün, 1 asker ölürse kimse önemsemez. ama bir günde 30 asker ölürse kaos olur. tabi bunların olduğu yerde her gün kaos yaşanmıyorsa. sonuçta alışkanlıklar yeniliklerin tekrarlanmasıyla meydana gelir.

    ***

    daldan dala atladığımın farkına varmışsındır, aşk insanın saçmalamasına imkan veriyor. saçmalamak derken, söylediklerimin doğru olmadığını ima etmiyorum. bir ülke düşün; yüksek eğitim alan insanları işsiz, eğitim alamayanları şehit, işçisi yoksul, suçluları özgür, özgürlük isteyenleri ise suçlu. ne kadar saçma geliyor kulağa değil mi, peki böyle olmadığını söyleyebilir misin? düşünme boş yere, iyi bir şey değil demiştim.

    ne diyordum? aşk... evet. çikolata gibi biraz, kare bitter. sana, yaşadığını hayal ettireceğim güzel insan. buzdolabını açıp, yumurta rafında çikolata paketi görüyorsun. -neden şaşırdın, dondurma kabında reçelin olmadı mı hiç?- paketten bir parça koparıp dolabın kapağını kapatıyorsun ve odana doğru dönerken... dur! gidemiyorsun tabi, bir parça daha yiyesin geliyor. yiyorsun tabi... işte sen ve ben gibi ayrılıyor insanlar da tam burada. sen bunu yaptıkça şişko kalmaya devam edeceksin, benim gibiler ise muhtaç olduğu halde kilo alamayacak. bünye meselesi diyelim biz buna. işte aşk da böyle; güzel bir buluşmanın sonunda, vedalaştıktan sonra, insan dönüp bakar arkasına: "bir daha sarılalım!" aşık olan insan bunu yapmasa: "keşke bir kere daha sarılsaydım" diyor, sevdiğiyle uzun süre görüşemeyeceğini düşünerek, pişman oluyor; yaptığında ise ona sarılmayı özlüyor. inan bana, insan bazen birilerine sarılmayı özlüyor.

    sen şişko kalıp acı çekmeye devam edeceksin koca adam, ben ise her zaman çikolata yiyebileceğim! sanıyor musun ki hep böyleydim. çok acı çektim, mutsuz yaşadım. bir zaman sonra mutsuzluğun saçma olduğunu anladım. güven bana, tamamen tercih meselesi. yokluğunu fark etmeyenlerin varlığını kabul ettiğin sürece, mutsuzluktan söz etmek aptallıktır. itiraz etme lütfen, bunu anlayabilmen için çok fazla acı çekmene gerek yok. mutlu olabilmek için çok fazla seçeneğin var, mutsuzluk içinse kendi kuruntuların. yani gökten 99 kişiye elma, sana da armut düştüğünü düşün. "neden bana armut?" diyecek kadar aptal olmamalısın. bırak da "neden buna armut, bize elma?" desinler. mutsuzluk için bir sebep söylesene bana, aşk acısı ve ölüm dışında. bugünü yaşayabilmiş olmanın ve yarına umutla bakabilme ihtimalinin mutluluğu yerine, dünde kalan acıları hatırlayıp üzülmenin nasıl bir izahı olabilir ki? ben tercihimi, onun bana yarın gelebilme ihtimalinden yana kullandım. onun, bir isme sahip olmasına gerek yok. ben mutlu olduğum sürece değişebilmeli, anlıyor musun?

    ***

    -başlarken beraber karar alıyoruz ama nasıl oluyor da tek başına bitirebiliyorsun!
    +bana aşık olduğunu söyleyen sendin, bunu söylerken benden izin mi aldın da gitmeme engel olmaya kalkıyorsun.
    -bana karşılık vermek zorunda değildin.
    +denemeye değerdi.
    -ben deneme tahtası değilim! bir şey hissetmiyorsan başlamamalıydın.
    +hani başlarken beraber karar almıştık?
    -bana karşı boş değilsin diye düşünmüştüm.
    +hayat defterimde boş bir sayfayı işgal edebilecek kadar doluyum sana.
    -hayatında hiç yer edinmemişim gibi davranıyorsun.
    +yer edindiğini de nereden çıkardın. her yaşadığımızı ileride hatırlayacak kadar aptal olamayız herhalde?
    -sen hatırlamak istemiyor olabilirsin ama ben, beni unutacaksın diye vakit geçirmedim seninle.
    +unutulma ihtimalini hiç mi düşünmedin?
    -düşünmem gerektiğini düşünmedim...

    ***

    hiç konuşmadan, muhabbet kuşları gibi, çift olsak. ikimizin duyacağı bir frekansta sessiz kalsak, sabaha kadar. sevinç çığlıklarımıza tercih ederim yalnızlığımızı. güneş aydınlığı fısıldarken gökyüzüne, onu izleyerek uyanmak her şeye rağmen... her şeye değer. -evet bence de, güzel şarkı olur. iyi para kazanacağımı mı düşünüyorsun bu işten? yanılıyorsun, ticaretin olduğu yerde samimiyet pahalılaşır.- insan sevdiğinin yanında uyanmalı, bu duygu paha biçilemez. bir ilişkinin, aşkın... adını ne koymak istersen koy, en ufak hoşlantının bile başında ya da sonunda, acı çektiği için isyan etmemeli insan. acıyı tatmadan, mutluluğun kıymetini anlayamayız. kıymet bilmenin yanı sıra; bedelini ödemeden mutluluğu hissetmek, hiç kimsenin hakkı değil.

    sadece kendi bildiklerini doğru kabul eden, gösteriş budalası sevgi şaklabanları vardır. "böyle aşığım, şöyle çok seviyorum" diyenler... bunların hemen karşısında da "böyle acı çektim, şöyle ağladım" maymunları vardır. bunlar daha tehlikelidir; yudum ilgi görsünler başlarlar "böyle aşığım, şöyle çok seviyorum" demeye. "ticaretin olduğu yerde samimiyet pahalılaşır" demiştim; işte bu şaklabanlar ve maymunlar, aşk pezevenkleridirler. samimiyet onlar için satın alınabilir olur, kıyafet satan mağazalardaki, satış elemanlarınınkiler gibi. kıyafet demişken, çoğu kadının aşktan ne anladığını anlatabilirim sana. alışveriş, kararsızlık, rekabet. kadın mağazaya girer, elbise beğenir, fiyatına bakar; almaz. yan mağazaya girer, elbise beğenir, fiyatına bakar, almaz. gecenin gündüzü takip ettiği gibi devam eder bu süreç. ta ki; yanındaki insanın sabrı bitene ya da eve dönüş saati yaklaşana kadar. en iyisini ve en dikkat çekenini ararlar, bulamazlar; çünkü, bütün kadınların aradığı şey bu olduğu için rekabet asla ve asla bitmez. beğenilenlerden 'herhangi' biri alınır, -süresi belli olmamakla birlikte- eskiyene kadar giyinilir... elbise kelimesi geçen yerleri "erkek" ile değiştirdiğin zaman, bu döngüye sadece kadınlar itiraz eder; ezilen taraf erkekler olmasına rağmen. gülümsediğinin farkındayım, sanırım biz; kadınları anlamıyoruz.

    ***

    -gidiyorsun yani?
    +yanıldığın bir şey var, ben hiç gelmedim sana. gelen sendin, geldiğin için de kaçmadım. o yüzden bir yere gittiğim yok. yaşananların tadını çıkardım, tadımız kaçmaya başladı artık, o yüzden sen gitsen iyi olacak.
    -senin de yanılabileceğini hiç düşünmedin mi?
    +yanılıyor muyum?
    -ben sana geldiğimde... neyse, siktir et. dilimi daha zevkli işler için kullanabilirim.

    ***

    isimler, hatıralar, sözler... hepsi gelip geçicidir, akılda yer edinirler sadece. önemli olan, kalpteki yerlerini kime bıraktıklarıdır. anlamamız gereken bu. acı ve mutsuzluk kendi kuruntularımız, düşünmemiz gereken insanı biz seçiyoruz. kalbine de yeri geldiğinde "sus!" demeyi öğrenmelisin. düşünmeyi ve ruhuna hükmetmeyi beceremiyorsan; organ nakli çok hayırlı bir iştir. en azından cami çıkışlarındaki kutulara para atarak din tüccarlarının karınlarını doyurmak yerine, bir insana hayat kazandırabilirsin. dünyada başkaları acı çekmiyormuş gibi davranan insanlar, mutluluğu hak etmiyorlar.

    (bkz: söykü dergisi sayı 13 kuş)

    not: tüm hakları "tanzamanitanyeri" adlı yazara aittir. izinsiz kullanılamaz.
    3 ...
© 2025 uludağ sözlük