cumhuriyet gazetesi ankara temsilcisi mustafa balbay'ın, ergenekon davası nedeniyle tutuklu bulunduğu silivri cezaevi'nden yazdığı ilk kitabı. bu kitabı olanaksızlıklar yüzünden elle yazmış.
birinci bölümde dava ile ilgili bilgiler verirken, ikinci bölümde kendisine yöneltilen suçlamaları, üçüncü bölümde ise silivri hapishanesi'nde yaşam başlığıyla adı üzerinde tutuklu olduğu günlerde kendisinin ve diğer tutukluların başından geçenleri anlatıyor. tüm kalbimle söylüyorum ki, gerçekten güzel bir kitap. konusu espiriye pek müsait olmadığı halde, tipik m. balbay üslubunun etkisiyle yer yer güldürüyor. özellikle de üçüncü bölümde.
bu davayla ilgili ilk bilgilerimi adil giray çelik'in sokrates'ten sivas'a, tarihin yargıladığı davalar kitabından tazeleyip nisan 2009 sonunda bir yazı yazdım.
gardiyanlardan biri yazıyı ertesi gün geri getirdi. sayfaları sallayıp haberleşme gözünden seslendi :
" mustafa bey bu yazıda sorun var diyorlar "
...
yazı buydu. (yüzbaşı alfred dreyfus'un yargılanmasıyla ilgili)
- bu yazının neresinde sorun var ?
" mustafa bey ben sizin televizyon konuşmalarınızı da izlerdim. "
- eyvallah ... yazının diyorum.
" siz kelimelerle de çok oynuyorsunuz. bazen bölüyorsunuz, farklı alamlar çıkarıyorsunuz. bazen çok bilinen bir kelimeyi farklı bir anlam çağrıştıracak şekilde söylüyorsunuz. "
- bu yazıda öyle bir şey yoktu.
" dreyfus demişsiniz "
- evet, dreyfus'un başına gelenlerle ilgili bir yazı.
" dreyfus diye biri var yani ? "
- tabii var. yazdığım gibi adamı gizli belge bulundurmuşsun, casusluk yapmışsın diye suçlamışlar. sonunda beraat etmiş.
" mustafa bey siz dreyfus demekle birilerine deyyus demek istemiş olmayasınız ? "
özkök ifadesinde kendisinde iddiaları doğrulayacak deliller olmadığını vrguladıktan sonra, " o dönem akp hükümetine yönelik herhangi bir talebin, herhangi bir iç değerlendirmenin olup olmadığına ilişkin soruya şu karşılığı veriyor :
" türk silahlı kuvvetleri'nin temsilcisi olduğundan, zaman zaman birçok konuda kendisine teklifler, endişeler, arzlar geldiğini, bunları zaman zaman müzakere ettiklerini, türk silahlı kuvvetleri'nin hassasiyeti olan konuların kendisine iletildiği zaman kendisi de doğrudan kamuoyu paylaşmak yerine bizzat başbakana gidip, ' böyle böyle endişeler var, kaygılar var ' şeklinde ilettiğini, herzaman kurumlar arasında düşmanlık değil, birlik ve beraberliğin ön plana çıkması için çalıştığını ... "
bu ifade hem benim 23 mayıs 2003'teki " genç subaylar tedirgin " başlıklı haberimin içeriğini doğruluyor, hem de o dönemdeki kimi rahatsızlıklarla ilgili olarak başbakanla genelkurmay başkanının görüştüğünü ortaya koyuyor.
diyelim ki avukatınız geldi. hapishanenin verdiği kimlik kartını üzerinize alıp çıktınız, kapıdaki gardiyana verdiniz. gardiyan kimliğinizi aldı, üzerinizi aradı, koridora çıktınız. avukat görüş kapısından geçip görüştünüz. dönüşte, avukatla görüşme koridorunun başındaki gardiyan üzerinizi arıyor. dedektörden geçiriyor. ayakkabılarınızı çıkarıp bir kez ters çevirerek yere vuruyorsunuz. koğuşunuza doğru gardiyanla birlikte ilerliyorsunuz, koğuş girişinde bir kez daha üzeriniz aranıyor. haftada ortalama 20 kez üzeriniz aranıyor.
...
bütün bu kontrollerin üstüne bir de ortalama ayda bir kez yapılan koğuş araması var. on beş - yirmi gardiyan koğuşa giriyor. habersizce. ne durumda olursanız olun, üstünüz aranıyor. sonra genel bir arama yapılıyor. dış güvenlikten sorumlu oldukları için jandarmalar da belli aralıklarla arama yapıyor.
bu hayallerin genişlettiği konuşma konularının etrafında volta atarken 30 temmuz cuma günü öğleden sonra yepyeni bir öneriyle karşılaştık. tam koğuş kapısındaydım, avukata gitmek üzere, üzerim aranıyordu. bir gardiyan hızlı adamlarla koğuşumuza doğru geliyordu. nefeselnip sordu :
- imam ister misiniz ?
bir an duraladım :
nasıl yani ?
- imam mustafa bey, imam ister misiniz ? hani siz sosyal faaliyet diyordunuz ya, o kapsamda ...
bize imam mı getirdiniz ? imamla nasıl bir sosyal faaliyet yapacağız ?
- yok, şöyle haftada bir gün silivri müdürlüğü'nden görevlendirilen imam, vaiz arkadaşlar geliyorlar. koğuşları dolaşıp dini sohbet ediyorlar. soruları olanlara cevap veriyorlar.
15 eylül'de gürbüz çapan ve nusret enem'in bulunduğu f - 7 koğuşuna geçtim.
koğuşa geldiğimde çapan'la nusret abi takıldılar.
" yanındakileri ya hastahaneye gönderip tahliye ettiriyorsun ya da doğrudan evlerine gönderiyorsun artık bize de bir iyilik yap ... "
alttan almadım sordum : " tercihinizi söyleyin, ona göre bakalım. "
bir de küçük kanalizasyonu cennet edinmiş siyah böcekler vardı. bir gün fatih hoca (hilmioğlu), erol hoca (manisalı) havalandırmada yürüyoruz. erol hoca o böceklerden birini görünce refleksle bağırdı :
- burada böcek var !
fatih hoca yarı hiddetle bağırdı :
- yapma yaaa, burada da mı dinliyorlar !
az sonra bastık kahkahayı.
cumhuriyet çalışma grubu (cçg)'nun 7 ekim 2003'te, jandarma genel komutanlığı bünyesinde özel arşiv ve istihbarat ube müdürlüğü'nün adının istihbarat yönetim şube müdürlüğü olarak değiştirilerek kurulduğunu iddia ediliyor.
ancak jandarma genel komutanlığı'nın mahkemeye gönderdiği resmi yazıda böyle bir grubun kurulduğuna dair kendilerinde hiçbir bilgi ve kayıt bulunmadığını belirtiyordu.
iddianameye göre benim meşhur " genç subaylar tedirgin " başlıklı haberimi cçg yaptırdı.
iddianame cçg'nin 7 ekim 2003'te kurulduğunu yazıyor. benim haberin yayımlandığı tarih 23 mayıs 2003 !
iddianame, cçg'de j.kur.kd.bnb. mustafa koç'un görevlendirildiğini yazıyor. koç da bu dava nedeniyle tutuklandı. mart 2010'da tutukluluğunun birinci yılı dolduktan sonra sorgusu yapılmadan serbest bırakıldı.
sevgili okur, seni bir kez daha düşünmeye çağırıyorum. bir örgüt var ki, türk silahlı kuvvetleri'ni ordu komutanlığına kadar ele geçirmiş, genelkurmay karargahında toplantı düzenletecek kadar etkili, bir yandan da terör örgütlerini yönlendirmeye girişiyor.
bu " mantık " kurgusunu tamamladıktan sonra devam edelim.
işte o örgütler :
pkk, dhkp/c, tit, mlkp, hizb - ut tahrir ...
devletin terörle mücadele eden birimleri diyelim ki, ergenekon izine hiç rastlamadı. yukarıda sözü edilen terör örgütleriyle ilgili sürekli operasyonlar yapılıyor, yönetici kadrolar, belgeler ele geçiriliyor, madem ki bunların üstünde, bunları yöneten başka bir örgüt var, neden hiç ipucu ele geçirilmedi ?
şu suçun ağırlığına bakın :
" amerikan büyükelçisiyle gizli ve kapalı toplantılara katılmıştır. "
bunu da telefon konuşmalarından çıkartıyorlar. bu yemek abd büyükelçisi'nin çankaya köşkü'nün karşısındaki konutundaydı. yemeğe dört gazeteci davetliydi.
cumhuriyet'in ankara temsilcisi olarak ben, milliyet'in ankara temsilcisi fikret bila, zaman'ın mustafa ünal, referans gazetesi'nin ankara temsilcisi erdal sağlam.
buyurun mustafa balbay'ın amerika büyükelçisi ile yaptığı " gizli ve kapalı " toplantıya ...
bu öğle yemeğinde konuşulanların " yazılmamak üzere " olduğu baştan söylendi, hepimiz de uyduk. bu yemek ergenekon iddianamesinden öte medya mahkemesinde " casusluk " suçlamasına gidecek kadar ileri götürüldü.
hedefin cumhuriyet'i ve beni her türlü yöntemle yıpratmak olduğu açıkça ortadaydı.