filmin başından beri rahatça anlaşılıyor ki bizim teddy numarayla(kendisi hasta tabi)şerif olarak adaya getirilmiş.. kaçan kimse yok, her şey ayarlanmış bir oyun doktoruyla beraber geliyor ve dikkatlice bakarsanız doktor gemide bile karın var mı diye soruyor, kaybolan rachen falan yok, bulundugu odada zaten 2 ayakkabı duruyor duran ayakkabılar erkek ayakkabısı ve polislerin yanına arama yaptıkları yere gidiyorlar ama bütün polisler çimlerde yatmış kimiside taş sektiriyor çünkü aranacak kimse yok...
sorgulama sırasında herkes gülüyor, izne giden doktoru arayamıyorlar çünkü doktor zaten yanında bizim şerif yardımcısı chuck..
Dehşet bir filmdir.Di Caprio pek olağanüstü bir oyunculuk sergilememiştir fakat Mark Ruffolo'ya hayran oldum ben.Demek ki Scorsese tarzının dışına çıksada kalitede düşme olmazmış.
martin scorsese yönetmenliğinde 2010 yapımı bir leonardo dicaprio filmi. son anda bile insana "acaba?" dedirten sahnelere sahip tavsiye edilesi bir film.
kişinin dramından dolayı finali sarsıcı olan film. fight club, a beatiful mind ve özellikle mementodan sonra izlenince sonunu daha kolay tahmin edebiliyorsunuz. zaten filmin üçte biri bitince mantıksızlıklar başlıyor ki vaziyetin şizofrenik bir hal aldığını anlayabiliyorsunuz.
uzun zamana dayanan bir merak ediş süreci sonunda dün oturup dillere destan olan zindan adası nı izledim.
şaşırtıcı sonu olan filmler listesinde sıkça gözüme çarpar olmuştu, ki buda izleme isteğimi günden güne arttırıyordu. e martin scorsese de sevdiğim yönetmenlerden olduğundan.
oturdum izledim.
sonuç : i;yi bir gizem filmi.
gerilim filmi diyemeyeceğim fakat filmin başlangıcındaki gemi düdüğüne benzer sesin beni biraz gerdiğinide itiraf etmeliyim, tabii gerilim filmi olmasada bir çok gerilim filmine bin basacağıda aşikar.
scorsesenin sevdiğim filmleri listesinde ilk 3 e giren bir film diyebilirim. ilk sırada tabii ki taksi şoförü var.
her neyse.
oyuncu seçimleri bi çok filminde olduğu gibi bu filmdede iyidi scorsese nin, leonardo di caprio iyi bir oyunculuk çıkarmış evet ama bir çok aktörün iyi bir oyunculuk çıkarabileceği bir roldü tedd rolü. hatta filmi izlerken sık sık bu rölde adrien brody oynasaydı da güzel olurdu, christian bell oynasaydı da iyi olabilirdi, edward norton oynasaydı hoş olurdu.. gibi bir sürü kişi geldi geçti aklımdan. scorsesenin robert de niro dan sonra en favori oyuncusu leonardo olduğu için bu rolüde o kapmış. ama leonardo da olmuş yani olmamış değil. onun yanı sıra ben kingsley ve mark ruffalo da cuk oturmuş nerdeyse. özellikle mark ruffalo. filmin sonlarına doğru ruffalonun oynadığı chuck karakteri bizde iki yüzlü bir kişilik izlenimi uyandırıyor. filmin sonundaki her iki ihtimaldede chuck yalancı biri oluyor. ve ruffalo'nun film boyunca bütün ifadesi bu kişiliğe tamamen ayak uyduruyor. .
ayrıca bu filmin, gizemli nehirin yazarı dennis lehanenin kitabından uyarlama olduğunuda bilmekte fayda var.
kitabı okumuş olanlar bilir, çevirisi biraz kötü olmuş olsa da kitabın ilk giriş kısmı oldukça güzeldir. bir adamın günlüğünden başlayan 4-5 sayfa. fakat filmde bu yoktur, gemide başlar direkt.
her zaman kitapların filmlerden daha iyi olduğunu düşünsem de bu sefer bunu söyleyemeyeceğim. film görselliği oldukça iyi kullanarak kitapta hayal edemediğimiz bir çok kısmı daha iyi anlamlandırmamızı sağlıyor. hatta lehane sanki birisi bunu mutlaka filme çeker zaten çok uzun uzadıya anlatıp, betimlemeye gerek yok der gibi yazmış.
şimdiye kadar onlarca sürpriz sonlu filmler izlemişizdir. zindan adasını izlerkende filmin sonunun sürpriz bi şekilde biteceğini filmin ilk yarısından sonra aşikar bir hal alıyor zaten ama bu beklenmişliği kötü bir hale sokmadan işi kotarabilmek filmi güzel yapan şey zaten.
filmin eksik yanlarına gelecek olursak, ilk olarak en başından en sonuna kadar filmde yer alan, hatta yapıtaşlardan biri diyebileceğimiz 'nazizm temasi' biraz havada kalıyor. tabii dersenizki bir gerilim filminde nazizime daha farklı nasıl dokunup içini doldurabilirdi? bilmiyorum ben de ama artık o kadar çok filmde nazizime ucundan dokunup sebep haline getirilip orada bırakılıyor ki insan biraz farklı şeyler bekler hale geliyor. yinede bir çoğuna gore bu dokundurma hem sanatsal hemde siyasal olarak iyiydi.
filmin görüntü yönetiminin de oldukça basarili olduğunu söylemeden geçmemek gerek. fazlasıyla doyurucu oluyor bu konuda.
gelgelelim filmin sonuna. beklenildiği üzere sürprizlerin ardı arkası kesilmiyor, yok canım, yuh artık, ohoo, hobaa.. gibi tepkilerinizin ardından yavaş yavaş tüm mevzuyu çözmeye başlıyorsunuz, ama hala içinizde bir kurt dolanıp duruyor oluyor. bu işin altında bir bit yeniği olduğundan eminsiniz.
zaten film sonlandığında bir çok şeyin yoruma açık bırakılması ilk başta size biraz sinirlendirse de biraz düşündüğünüzde bunu bir sona bağlasaydı pek hoş olmazdı zaten canım diyebiliyorsunuz.
tedd'in bir hasta mı olduğu yoksa her şeyin bir oyun mu olduğunu anlandıramıyorsunuz.
fakat bir filmde izleyiciler her zaman başrolün iyiliğini ve haklılığını düşündüğünden buradada aslında tedd'in hasta olmadığını ama buna inandırıldığını düşünüyorsunuz. filmin sonlarında tedd'in mağaradaki doktor kadınla konuşması aklınıza geldiğinde buna dahada inanıyorsunuz aslında. kadın tedd'e seni buraya kapatacaklar, delirdiğine inandıracaklar herkesi, ve herkes onun yaşadıkları kimin başına gelse delirirdi zaten diyecek demişti.
bunu düşününce her şeyin tedd'e kurulmuş bir tuzak olduğunu düşünüyorsunuz. fakat filmi daha dikkatli izlediyseniz ya da ikinciye izlediyseniz aslında filmin en başından beri tedd'in ortağı chuck'ın ve film boyunca konuştuğu aklı başında her kesin tedd'e karşı hep öğütvari ve onu iyileştirici sakinleştirici, mantıklı düşünmeye çalıştırıcı konuştuğunu fark ediyorsunuz. ki tedd'in fazlasıyla yaraları olan biri olduğunuda düşünürsek aslında onun bir hasta olma olasılığı gittikçe güçleniyor.
tam bunu düşünürken filmin sonunda chuck'ın tedd diye seslenmesi üzerine yine bir şüpheye düşüyorsunuz.
film bitiyor ve siz şüphelerinizle başbaşa kalıyorsunuz.
film baştan sona kadar her iki olasılığada aynı ağırlıkla sebepler koyuyor, filmin sonunda tedd'in hasta mı olduğu yoksa her şeyin bir oyun mu olduğu konusunda başabaş bir durum çıkıyor ortaya. siz hangisine inanmak istiyorsanız demek böyle bir şeydir zaten.
birinin daha baskın olması yönetmenin size aslında inandırmak istediği bir sonucun olduğunu ama biraz düşünmenizi sağlamaya çalışması demektir. ama aksine bu filmde sonu sizin inandığınıza gore şekillenebilecek.
son olarak filmde kullanılan müziklerinde hoş olduğunu söylemem gerek. kısacıkta olsa kay stardan "wheell of fortuna" u duymak çok hoştu. müzikler tam bir 50'ler 60'lar abd sineması gerilim klasiği tadında.
not: filmin sonunda tedd'in chucka söylediği şu söz ise hoşa gidilesi türden. is it better to live like a monster or die a good man?
not2: leonardo di caprio'nun her filmin sonunda ölmesine alışık olduğumuzdan bu filmin sonu bu açıdanda bizi şaşırtabilir.
fıght club tan daha iyi olduğunu düşündüğüm film. fakat nispeten karışık.
sonunun neresi garipki? herkes bir gariptir gidiyor.
adam başından beri hasta.
2 gün bir tiyatro oynayıp yaşadığı şeyleri kabullenmesini sağlıyorlar. kabulleniyor da.
fakat o orda yaşamaktansa ölmeyi tercih ettiği için filmin sonunda düzelmemiş numarası çekiyor.
''sence canavar gibi yaşamak mı daha iyi, iyi biri olarak ölmek mi?''
bazıları ısrarla leonardo'nun başından beri şizofren olduğunu belirtmektedir.leonardo şizofren değildir orada öyle olmasını sağlayan kişiler ve ortam vardı.
baba bir film olmuş. filmin sonu çok şaşırtıyor. devamlı bir gerilim ve bir türlü açığa çıkarılamayan gizem filmin merakla izlenmesini sağlıyor. ayrıca leonardo abimiz de döktürmüş resmen.
leonardo di caprio'nun bence revolutionary road'dan sonra en sağlam oyunculuğunu sergilediği film.. birer gün arayla hem inception'ı hem de shutter island'ı izleyen biri olarak rahatlıkla söyleyebiliyorum bunu.. adam gün geçtikçe üzerine üzerine koyuyor oyunculuğunun.. bizlere de izlemek kalıyor..
--hafiften spoiler--
filmin sonlarına doğru andrew, çocuklarını boğan karısına doğru döner, bir bakış atar ve şu cümleyi kurar;
- bebeğim, eğer beni biraz olsun seviyorsan lütfen konuşmayı kes!
zaten gergin olduğum bir gün izlediğim için tadı kat kat daha fazla aldığım, di caprio'nun ekranda devleştiği film. hemen peşinden inception geldiği için bu filmdeki performansı inception'ın gölgesinde kaldı; ancak bu film, elbette yönetmenin de etkisi büyük, di caprio filmleri içinde titanic ve inception ile eşdeğerdir.
bendeniz gibi psikolojik gerilim hastası olan birine gecenin bu vaktinde ilaç gibi gelmiştir.. özellikle di caprio'nun filmin sonuna doğru büyüyen oyunculuğu, sağlam senaryosu ve usta yönetmeniyle kesinlikle izlenilmesi ama gece yarısından sonra izlenilmesi farz olan film.. gece yarısından sonra, tek başına ve ışıklar kapalı halde izleyin, etkisi iki katına çıksın..
ben bu filmin adını daha önce nasıl duymadım? dedim dün gece filmi izlerken. shutter island iyiydi, baya iyiydi. ciddi ciddi iyiydi. ve bence sonu hakkında kesin bi şey söylemek imkansızdır. neye inanmak istiyorsanız ona inanırsınız.
Digitürk dvd'ye eklenmesi sonucu izlediğim harika bir psiko gerilim.Herkese kesinlikle,tereddütsüz tavsiye ederim. Burada okuduğum yorumlar sonucu az çok anlamıştım filmi ama filmde her an başka bir soru var ve sonuna gelene kadar tam olarak neler olduğunu anlamak mümkün değil.Leonardo di capro gerçekten bir efsane her filmde olduğu gibi bu filmindede muhteşem muheteşem ve muhteşemdi.
--spoiler--
Filmin sonunda Which would be worse, to live as a monster or to die as a good man? kısmı beni benden aldı gerçekten filmin en vurucu kısmıydı.Andrew,teddy olarak yani iyi bir adam olarak ölmeyi seçti.Ve doktorlarını bile buna inandırmayı başardı.Gerçekten filmin özeti gibi bir bölümdü ve harikaydı.
--spoiler--