biraz daha erken vizyona girse oskarı süpürecek olan film ... di caprio yine mükemmel oynamış scorsese harika yönetmiş.baştan aşağı super bir film %100 izlenilmesi gerek .
izlemeyen arkadaşa saygıda kusur etmemek için detay vermemek en iyisi.
upuzun bi film , 48 saat uyumadan bu filmi izlemeye gittiğim için ilk yarıdaki yaklaşık bi 20 dakikayı kaçırmıştım (astoria cinebonus un kotukları acaip rahat hacı ) sonrasında ise yanımdakine ne olduğunu sormaktan olaya tam hakim olamadım , r5 versiyonu düşmüş nete bi de ordan izleyip film hakkındaki fikirlerimi yazarım.
psikolojik - gerilim tarzında yapıldığı için filmin sonlarında olay açığa kavuşmuştur. sonuna kadar sabredebilen izleyici filmin sonunda konunun ne olduğunu anlayacaktır. bana göre gereksiz bir yapımdır.
vizyona giren kaliteli filmlerden biridir.
biraz 23 numara filminin tadını taşır.
adamımız uzun süredir tedavi görmektedir.
ve tedavi bitip kendine geldiği zaman; çok sevdiği karısının ailesine yaptıkları ve kendisinin onu öldürmüş olması gerçekleriyle yaşamayacağını anladığından beyinsiz bir şekilde yaşamayı göze almıştır.(beyinsizden kastim ruh gibi bilinçsizce).
son sözleri gerçekten durumu güzel özetliyor.
leonardo nun oyunculuğu inanılmaz.
filmden cıkınca üzerinizde düşünceli ve buruk bi hal kalabilir bunu göze alın sonra beklediğim gibi değildi demeyin.
klas ama kekremsi bir tad.
bu film hakkında okuduğum yorumların çoğu filmin sonunun başından belli olduğu ve tam anlamıyla bir klişe olduğu yönündedir. ancak şöyle bir gerçek daha var, filmi başından sonuna izlememe ve çoğu yorumu sabırla okumama rağmen filmin sonunu hala anlamamaktayım. filmin başında bile sonunu tahmin eden arkadaşlara ise haset ile selam ediyorum.
filmi izlemeyen okumasın. spoiler vererek bunu zaten söylemiş oldum ama bu yazıyla vurguluyorum. gidip izlenilmesi gereken bir film. geçirdiğiniz vakit kesinlikle boşa gitmez. di caprio yine süper iş çıkarmış.
bi film ancak bu kadar ters köşe bitebilir. bu filmin senaryosunun tek amacı seyirciyi - afedersin- göt etme üstüne kurulmuş. ama adamın yaşadığı travma düşünülünce delirmemek mümkün değil.
scorsese'nin bir süreliğine mirastan yese daha iyi olacağını belgeleyen film.
scorsese bir ara kendini david lynch sanmış, oradan mi2 çekmeye kalkmış. tuzu biberi olsun diye others, sixth sense faktörlerini uygulamış. spielberg ekolünü takip etmiş lakin;
finalde ölmedik lan o kadar da demiş kötü bir filmle yanaklarımızı sıkmıştır.
hayırlısı.
the departed'tan sonra ilaç gibi gelmiş scorsese filmi. kurban olduğumun scorsese'si kötü iş yapar mı zaten? filmde leo da var, daha ne ister ki insan? allahtan belasını mı ister? *
filmle ilgili ne söylesem spoiler olacak. o yüzden direkt spoiler olarak söyleyeceğim. he, bunu söylemeden önce salonu yarıda terk edenler olduğunu da belirtmeden edemiyorum. bu nasıl bi kıroluktur anlamadım ben? hem de scorsese'ciğimin filminde! tamam sevme filmi ama sonuna kadar izle. bir filme en acımasız eleştirilerimi yapma hakkına sahip olmak için filmi sonuna kadar izlerim. filmi yarısına kadar izleyip filme bok atan zihniyet bizden değildir, sinemasever hiç değildir. eleştirilerini kaale almam açıkçası.
bi kere, film karışık filan değil. gayet net her şey. yok işte efendim, sonunda ne olmuş belli değilmiş, başında ne olmuş, kıçında ne olmuş? e ne olacak kardeşim? nerenle izledin sen filmi çok afedersin ama. gel ben sana açıklayayım. klasik türk sinema seyircisi, önüne pişirilmiş getirilmiş, aklını düşünmeye zorlamayacak, armut piş ağzıma düş sonlardan hoşlanıyor ama bu görüşte olmanız, bu filmi asla ve asla kötü yapmıyor. aksine sezonun en iyi filmlerinden. gerek zeki senaryosu, eşsiz kurgusu, başarılı oyunculukları, görüntü, ses vs yönetmenlikleriyle son zamanlarda beni heyecanlandıran birkaç filmden biri oldu.
bi defa, scorsese benim için çok özel bi yönetmen. o ne yapsa izlerim. hemen hemen bütün filmlerini izlemişimdir ve buna dayanarak, scorsese'nin filmlerinde ne yapmaya çalıştığını az çok biliyorum. izleyicisini şaşırtmayı seviyor ama klasik şiddete bakış açısını da filmlerine yansıtmaktan geri kalmayan bir yönetmen. filmde, gözüm martin scorsese'yi de aramadı değil. * bi güzellik yapıp gözüksün diye bekledim ama çıkmadı.
Filmin başlangıcından beri leonardo'nun hareketlerinin normal olmadığını hiç anlamadım. ilk kısmın sonlarına doğru "lan bu herif galiba cozutmuş var bu işte bi iş" diyebiliyorsunuz. bir flash back yaptığımda leonardo'ya hasta olduğunu hatırlatmak için çok iyi oyunlar oynadıklarını düşünüyorum. bilmem kaç numaralı hasta kimdi? kimdi o hasta? leonardo, karısının psikopat bi şekilde çocukları öldürebileceğine inanmıyor ve kendini kandırarak psikolojik olarak vicdanını rahatlatıyordu aslında film boyunca. karısı, hasta olduğunu söylediği halde onu tedavi ettirmeyerek çocuklarının ölümüne dolaylı da olsa kendisinin sebep olduğunu düşünüyor. tüm bu düşüncülere çok yoğunlaştığı için aklını kaybetmiş, kendisini kaybetmiş ve gerçek yaşamdan, acılardan bu kurguladığı hikaye ile uzaklaşabiliyor. aslına bakarsınız, tamamen bir drama bu film. yaşadığı acı olay neticesinde masum çocuklarını kaybetmiş, çok güzel güneşli bi günde, ailesiyle mutlu olması gerekirken çocuklarının katili eşini öldürüyor. tüm bunlar, bu acılar bir baba için, seven bir erkek için katlanılması zor olan bir yük.
görmüş olduğu halüsinasyonlar hep hatırladığı çocukları ve yaşadığı acıyı ona tekrar yaşatıyordu. çünkü hepsi gerçekti, o bi hayal olmasını istiyordu. doktorlar, bunları kendisinin değil de başka bir kadının başına geldiğini, leo'nun, olaylara başka açıdan bakmasını sağlamaya çalışmışlardır. yine de filmin sonuna geldiğimizde leonardo'nun bilincinin yerinde olduğunu, gerçeklerle yüzleşebildiğini ama bu gerçekle sonsuza dek yaşayamayacağını anlıyoruz.
doktoru, en son bölümde yanına oturduğunda leonardo yine kendisini dedektif sanarak oyuna devam etmek istiyor ve onun iyileşememesi demek bu hastanede yapılacak tüm işlemlerin boşa gitmesi anlamına gelmektedir. eğer düzelmezse başka yere nakledeceklerdir. dolayısıyla, filmin sonunda leonardo tekrar aynı tavırları sergilediği için doktorlar ve bakıcılar eşliğinde farklı bir yere nakledilir. çünkü, filmde de söylenildiği gibi orada bulunan en tehlikeli hastadır ve hiçbir iyileşme ve uysallık belirtisi göstermediği için diğer hastalara da doktorlara da bakıcılara da tedirginlik vermektedir.
işte böyle dramatik, dokunaklı, bir insanın hayatında yaşayabileceği en büyük acıların (evlat acısı, hayat arkadaşını kaybetmek -öldürmek-, aklını kaybetmek) insanı ne hale getirip, nasıl çürütebileceğine dair bir filmdi. ben, leonardo'nun yatağında olayı anlatırken ki ve yaşadığı travmanın nasıl olduğunu anlatırken ki oyunculuğuna öldüm. eve gelişi, güneşli bir gün ve çocuklarıyla karısıyla kucaklaşmayı bekleyen bir baba, bir eş... evlatlarının ölüsünü buluyor. karısı yapmış hem de bunu. allahım ne büyük bir travma.. leonardo'nun gölün içinde evlatlarını kucaklayıp bağırdığı sahnedeki o yüz ifadesi beni bitirdi resmen. psikolojik olarak çöktüm. çok duygulandım, ağladım o sahnelerde.
bir dram bu kadar güzel olabilirdi ancak.. bir insanın çöküşü ancak bu kadar asil bir şekilde anlatılabilirdi.
günü kurtarabilir hatta fazlasıyla bir film. gerçekten beğendim. uzun zamandır böyle film izlemiyordum...
filmde kasvetli bir hava var. seyirciyi atmosfere iyi sokuyorlar. a beautiful mind gibi. bir de arada beyin travması yaşatmaya çalışıyorlar. bir aydınlık gün yok o derece. senaryosu güzel, kurgusu iyi. film adamın ağzına sıçıyor, o derece. neden bok atıyorlar anlamış değilim.
+ kilit sorular
+ olaylar arası düşünmek, analiz etmek
+ oyuncuların kalitesi, performansı, kurgu, güçlü senaryo
bunları sağlıyor shutter island. dram, psikoloji, gerilim unsurlarını iyi dağıtmışlar filmde. tedd'in şizofrenlikle dahilik arasındaki o ince çizgide gidip gelmesi açıkcası çok başarılı. hasta olduğunu öğrendikten sonra insan bir mallaşıveriyor, sonrasında dr. sheehan ile o konuşması geliyor gözlerimin önüne. harbiden, o an için andrew'e üzüldüm :
+ bu adadan ayrılmalıyız chuck.
dikkatli bakıldığında başarılı kilit noktalar var filmde. tedd (andrew), kusuyordu, deniz tutuyordu kendisini. sudan nefret ediyordu. e zaten tedd'in eşi çocuklarını suda öldürmemiş miydi? gölde boğmuştu. oraya gönderme yapıyor. sonrasında tedd ve chuck, hastane girişinde silahlarını verirken tedd $lakk diye çıkarıveriyor. ama chuck abimiz biraz acemi sanırsam. direkt çıkaramıyordu, değil mi? orada da az çok marshal olmadığını anlıyoruz...
filmin, ağzıma sıçtığı noktası, andrew'in fenere gitmesi ve orada savunduklarının bir bir yalan olduğunu öğrenmesi. resmen yıkım, felaket. chuck'ın onun yanında 2 yıldır gezdiği psikiyatr'ı. ama chuck'ta bir piçlik olduğunu anlamıştım. orada çıktı işte. "deli" damgası yemek ve bunun kanıtlarını görmek. bildiğin böyle ayakların bir gidip geliyor, hissetmiyorsun o an.
"deli diye adlandırıldıktan sonra mantıklı şeyler bile yapsan deliliğine yorulur" gibi bir şeyler söylüyor mağarada hayali bi kadın, sanırım günlük hayatımızda da kullanabileceğmiz bir aforizma. hayır hayır ben şizofren değiliz. güzel film, hakikaten ççgh hatta.
Martin Scorsese'nin şaheser filmi. insan ruhunun derinliklerine inen ünlü yönetmen, Leonardo di Caprio'nun 5 yıldızlık oyunculuğu ile mükemmel bir film yaratmış. Filmi beğenmeyenlerin zekasından şüphe ederim. Hassas insanlar izlememeli, guguk kuşu filminden daha ağır sahneleri var. 10 puan veriyorum. Ağır ve hüzünlü bir dram. Fatih Özgüven'in dediği gibi Scorsese her şeyi örtmüş.