sgk batıyor ülkeyi de batırıyor

entry10 galeri0
    1.
  1. devasa bir soruna dikkat çeken söz.

    Türkiye SGK açıkları

    1999 – 1 milyar 111 milyon TL açık

    2000 – 2 milyar 400 milyon TL açık

    2001 – 1 milyar 108 milyon TL açık

    2002 – 2 milyar 386 milyon TL açık

    2003 – 4 milyar 808 milyon TL açık

    2005 – 7 milyar 411 milyon TL açık

    2008 – 25 milyar 900 milyon TL açık

    2009 – 30 milyar 955 milyon TL açık

    2010 – 31 milyar 776 milyon TL açık
    4 ...
  2. 2.
  3. götünün rahatını düşünen zengin piçlerinin söylemidir. acile gidildiğinde para alınmadığını bilmeyen cahil söylemidir. adı üstünde sosyal güvenlik kurumu siz bu kurumdan kar etmesini bekleyemessiniz.
    2 ...
  4. 3.
  5. yeni teşvik paketi ile sigortasız kürt kalmayacak. böylece sgk daki açık küçülüp, götümüzdeki açık büyüyecek. hatta devasa boyutlara ulaşacak. çünkü hakkari'nin hayali ihracat şampiyonu olup 8-10 milyar dolarlık sahte belgelerle, hazineden kdv hortumlaması gibi, kağıt üstünde kurulan şirketlerle 10 milyon kürt işe alınmış gösterilip, katrilyonluk vurgun yapılacak.
    neden mi ?
    primi devlet ödeyecek. yani bizler. yani elektrik faturası ödeyenler, uyuşturucu kaçırmayanlar. dağda geberip tazminat almayanlar. yani bu ülkenin düşman işgaline uğramaması için canını feda etmiş şehitlerin torunları.
    2 ...
  6. 4.
  7. 10 milyon emeklin varsa, prim ödeyen gerçek çalışanın yoksa, birilerini bedavadan emekli ediyorsan, anlaşmalı doğu eczaneleri hayali reçetelerle pkk'ya milyar dolarlar aktarıyorsa ve daha çok , pek çok hortum varsa sonuç bu olur.
    1 ...
  8. 5.
  9. sgk batıyor yaygarası, emekçilerin sosyal haklarında geriye gidişin önünü açmak için kullanılır. yani denir ki "sen 70 yaşından sonra emekli olmazsan, daha az emekli maaşına razı olmazsan sgk batacak! sgk'nın batmasını mı istersin yoksa az bir maaşla da olsa, ölüm döşeğinde de olsan emekli olabilmeyi mi?"

    oysa sgk bir devlet kurumudur ve devletler asla batmaz. ancak dış borçları yüzünden muvakkaten ödeme sıkıntısına düşebilir. enflasyonu düşürmek için yabancı kaynak kullanımının ve cari açığın rekorlar kırdırıldığı şu son 8 yıl için bu elbette önemli bir bilgi. ne var ki sgk'nın alacaklısı da, borçlusu da millettir. borçlanılan para tl cinsidir. öyleyse sgk'nın açıkları için değil batmak, ödeme güçlüğüne bile düşmesi beklenemez.

    ikincisi sgk'nın açık vermesi demek, bu açığın diğer vergilerden sağlanan gelirle kapatılması demek. oysa sosyal güvenlik sisteminin tamamen veya çoğunlukla vergilere dayandığı ülkeler de vardır. yani bu ülkelerin sgk'sı, sgk'nın batabileceğini sanan zihniyete göre aslında yüzde yüze yakın açık vermektedir. yani anlayacağınız ha vergi toplamışsın emekli maaşı ödemişsin, ha prim toplamışsın ödemişsin... ne farkeder? hatta sosyal güvenliğin prime değil de vergiye dayandırılması sosyal devlet kavramına daha uygundur. çünkü birinde kendilerinden prim topladıklarına kendi paralarını veriyorsun, diğerindeyse vergi verebilecek durumda olanlardan aldıklarınla sosyal harcamalarda bulunuyorsun.

    bu ülkede vergi gelirlerinin büyük bir bölümü kdv-ötv gibi dolaylı vergilerden sağlanır. bir başka büyük bölümünü de ücretli çalışanlardan otomatik olarak kesilen gelir vergisi oluşturur. yani vergi gelirlerinin olduğu gibi sgk'nın açıklarını çoğunlukla finanse eden de ölüm döşeğine düşmeden önce rahat yüzü görmek isteyen zengin sayılamayacak, ücretli çoğunluktur. sen de bunlara, aslında kendi emekli maaşlarının ve sağlık harcamalarının da kendileri tarafından ödendiğini söylemek bir yana, kağıt üzerindeki açıkları göstermeye kalkıp "daha geç emekli olmazsan batacaksın" demeye kalk. olacak iş değildir, yazıktır.

    hem teknoloji gelişiyor. işgücüne olan ihtiyaç hızla ortadan kalkıyor ve bunun dünyada görülen sonucu da işsizliğin artması. artık ya jetgillerdeki gibi bir kırmızı düğme yapacaksın ve her gün ona 1 defa basması için insanları işe alıp istihdam edeceksin, ya da herkesin çalışmasına gerek yok deyip işsizlere ödeme yapacak, daha erken emekli olmayı teşvik edeceksin. senin ülken değil belki henüz ama dünya oraya gidiyor. ama tabi yanlış bir gidişle, bu devletlerin zenginlerden daha fazla vergi almasıyla değil de daha fazla borç almasıyla sosyal yardımlarda artış yapılarak gerçekleştirildiği için, şimdi o borçların faizleri kifayetsiz ve dirayetsiz yöneticiler sayesinde sorun çıkarıyor ama bunlar bir şekilde çözülecek bikaç yıl sonra. küresel finans-kapital'in istediği gibi şekillenmeyecek avrupa, hollande'nin seçilişi bunu gösterdi. hoş avrupa nereye giderse gitsin, biz daha insancıl ve medeni olanı hedef almalıydık ya... şimdi öyleyse sen hangi çağı yaşıyorsun? artık sermaye birikimi yatay olarak, niceliksel olarak genişlemese bile; dikey olarak büyüyerek, teknolojik olarak gelişerek çok daha fazla ekonomik verime ulaşılabiliyor. tabi bu olduğunda çağ anlaşılamadığı sürece bolluk içinde işsizlik ve yoksulluk devam eder. işsizlik devam ettiğinde de eski çağa ait prime dayalı sosyal güvenlik sisteminin açık vermesi kaçınılmaz olacaktır. aksi bolluk içinde işsiz ve aç milyarlarca kişi demektir. avrupa'nun şu anki eski çağda kalmış, kamu bütçesini harcamalarını kısarak denkleştirmeye çalışan ve bu şekilde yakında daha büyük bir krize neden olacak dinozorlarının anlayamadığı şey budur ama hepsi gidecek yakında. türkiye yeni çağı yakalamak istiyorsa sosyal güvenlik açığını kapatmak gibi bir sorunla uğraşmamalı artık. çünkü sonra emekli olmayanlar yüzünden istihdam edemeyeceği işsizlerin sorunlarıyla uğraşmak zorunda kalacak. sosyal güvenlik sistemini yüzde yüz vergiye dayanan bir hale dönüştürerek zaten kağıt üzerindeki açık sorununu anında çözebilir. bu şekilde istihdam üzerindeki sigorta primi yükünü azaltarak istihdamı da teşvik eder, kayıt dışılığı da azaltabilir.

    meselenin diğer yönü elbette vergilerin toplanmasında ve yeniden dağıtımında yaşanan adaletsizlik. türkiye'nin doğu ve güneydoğu bölgeleri bu konularda çok haksız bir kayrılma içinde. oysa oralardan şehre göçün getirdiği sorunları da diğer bölgelerde yaşayanlar çekiyor. ayrıca vergiler daha çok dolaylı vergi olarak toplandığından, imkanı olamayandan imkanı olana transfer şeklinde değil de, imkanı kısıtlı birisinden bir diğerine aktarma şeklinde sosyal huzuru daha da bozucu şekilde dağıtılıyor. ama bunlar bir adaletsizliği ortaya koyuyor, sgk'nın açık vermemesi gerektiğini değil. transferlerden her bölge adaletli bir şekilde yararlandırılsa bile sgk açık vermeli ki emekçiler ödedikleri primlerden daha fazlasını alabilsinler, sistem gereği zorunlu olarak işsiz kalıp prim ödeyemeyenler de sosyal yardımlardan yararlanabilsinler. devletin sigorta şirketi işletmesini mi istiyorsunuz yoksa sosyal devlet olmasının gereğini yerine getirmesini mi? öyleyse neoliberallere; "illa sgk açığını kapatmak mı istiyorsunuz, buralara bakın, bizim emekli maaşımıza da emeklilik yaşımıza da dokunmaya kalkmayın" demenin dışında, bu sayılanlar sgk'nın açıklarının kapanması konusunda değil, sosyal adalet konusunda bahis konusu yapılabilir. ama sgk'nın açık vermesinin sadece bir kamu muhasebesi sorunu olduğu, sosyal yardımlar için harcanacak paranın vergi veya primlerle toplanmasının farketmemesi gerektiği anlaşıldıktan sonra, bunun kapatılmasının gerekliliği konusunda itirazsız olmayı tavsiye etmem. yine aynen, kayıtdışı işçi çalıştırma ve bu yüzden emekli başına düşen çalışan sayısının azlığı bir kayıtdışılık, rekabet ve ekonomik-sosyal adaletsizlik sorudunur. açıkların kapatılmasının gerekliliği konusunda bir şey ifade etmez. nitekim kayıtdışı oranı daha düşük ülkelerde de sosyal güvenlik sistemleri açık verebilmektedir.
    4 ...
  10. 6.
  11. sgk açıklarının nereye gittiği düşünüldüğünde bunun bir batma olmadığı açıktır. haa neoliberal para babalarına batan birşeyler varsa orasını bilemem. bugün sokaktaki bebe bile biliyor tekstil sektöründe merdivenaltı işletmelerde binlerce insan istihdam ediliyor ve bunların birçoğu sigortasız çalışıyor. ee haci, bunu sen biliyorsun ben biliyorum da devletin müfettişi denetçisi başbakanı bilmiyor mu? bal gibi de biliyor ama müdahale etmek işlerine gelmiyor. çünkü türkiye işgücü cenneti olma yolunda hızla ilerliyor. hükümet ve ekonominin akil adamları verimli yatırımlarla ve kalkınma ataklarıyla kapatamadığı cari açığı ve dış ticaret açığını ülkeyi küresel kapitalizmin şantiyesine döndürerek kapatmaya çalışıyor.
    3 ...
  12. 7.
  13. akıllara bir de fıkra getirmiştir.

    oflu hoca cuma vaazında cemaate sitem etmektedir. "cemaat bu cami neyle ısınır bu camiinin temizliği neyle yapılır hiç bilginiz var mı? camiinin bir dünya borcu oldu eliniz hiç cebinize gitmiyor müslüman kardeşlerim lütfen camiimize biraz maddi destek olalım"
    cemaatten bir aklıevvel seslenir; hocaa, zarar ediyorsa kapatalum daa.
    1 ...
  14. 8.
  15. devletin her türlü faaliyetinin siyasi tartışmanın dışında, değişmez şeyler olmadığının göstergesi bir tartışma konusu. elbette bakış açıları ne taraftan bakıldığına bağlı olarak değişiyor görüldüğü üzere. sonuç itibariyle, elbette ki sgk ile ilgili her türlü alavere-dalaverenin daha sıkı denetleme ile önlenmesi gerektiği tespitini unutmamakla birlikte; çalışanların sağlık güvencesi olmasının ve sağlıklı olarak çalışma ve özel hayatlarını sürdürebilmelerinin mi; yoksa -insan hayatı ve sağlığı da dahil- ne pahasına olursa olsun devletin özel şirket misali tutulacak kar-zarar hesabının mı daha önemli olduğunu gündeme getiren bir tartışma konusudur.

    (bkz: devletin meşruiyet sebepleri)
    0 ...
  16. 7.
  17. yazılarını takip ettiğim, sözlüğün okunmaya değer ender yazarlarından arbutus unedo'nun yazısı üzerine, tam olarak cevap mahiyetinde olmasa da bir yazı yazayım dedim.

    türkiye ürettiğinden fazla tüketen bir ülkedir evet. ama "vergilendirilebilir kaynak yok" meselesine gelince, vergi gelirin yeniden dağıtımından ibarettir. dolayısıyla var olandan daha fazla bir kaynağa zaten gereksinim duyulmaz, duyulmamalı. "vergiler yetmeyince devlet iç borçlanmaya gidiyor" doğru bir tespit sayılamaz. doğrusu borç almak vergi toplamaktan daha kolay olduğu için devlet iç borçlanmaya gidiyor. çünkü insanların paralarını bir faiz karşılığında istediğinde kendi elleriyle getirip veriyorlar ama vergi koyduğunda gelirlerini saklamak için ellerinden geleni yapıyorlar. elbette bu uzun bir süre sonra, bazı aptallıklarla soruna dönüştürülebilir ve bu olduğunda bazı aptal yöneticiler işbaşındaysa, sorun çözülemeyerek krizler ortaya çıkartılabilir. bunun en bariz örneği avrupa'da görülüyor. devletler, zorunlu olarak yapmaları gereken sosyal harcamalarını vergi toplayarak değil de borçlanmayla gerçekleştirdiler. çünkü bu çok daha kolaydı. yani aslında düşünülürse, zenginlerin zaten harcayamayacak kadar veya harcamak mantıksız olacak kadar, harcadıklarında refah seviyelerinde hissedilir bir değişiklik yapmayacak kadar çok parası var, öyle ki bunu çok düşük faizlerle devlete vermeye de razılar. devletse saçma sapan bir şekilde bu paradan vergi almak yerine borçlanmayı tercih ediyor. ne var ki avrupa da tek bir para birimi ve para basan tek bir kurum (ecb) olmasına rağmen, farklı maliye politikalarına sahip devletler var. bu durumda aynı para biriminin farklı ülkelerde farklı faiz oranları ortaya çıkıyor. şimdi sorun, ab çatısı altındaki bazı ülkelerin daha yüksek faizle daha fazla borçlanarak yıllarca tasarruf-yatırım dengesizliğiyle büyümeleri, en sonunda da yabancı tasarruf sahiplerinin bu ülkelerin artan borçluluk oranlarıyla risk primlerinin artmasını sebep göstererek yatırımlarını geri çekmek istemeleri olayı temelinde. oysa ab'de bu tek para çok maliye politikası olayı olmasaydı bugün yaşanılan sorunlar yaşanmayacaktı. dolayısıyla ab'yi bu duruma düşüren de sosyal harcamalar ve iç borç değil, ülkeler arasında tek para birimi gibi siyasi ideallerle yaratılan suni dengesizlik. Bu tek para birimi ideali yüzünden ab ülkeleri, paraları üzerindeki kontrol güçlerinden vazgeçtiler ve şimdi arzında ve faizinde belirleyiciliklerinin olmadığı bu para birimi üzerinden yaptıkları borçlar dış borç niteliğindeler.

    maliye ve para politikalarında bağımsız bir ulus-devlet için iç borçlanmanın yaratacağı sorunlardan en önemlisi "dışlama etkisi" denilen, özel yatırımlar için fon bulunmakta güçlük çekilmesi ve faizlerin yükselmesi olgusu olabilir. ama kendi parasını basan, kendi merkez bankasına sahip ve akıllı yöneticileri işbaşında olan bir devlet için bu bir sorun olamaz çünkü faiz seviyesini, para miktarını ve dolayısıyla ödünç verilebilecek fon arzını merkez bankası belirler. yani devlet borç alıp harcama yapsın ama özel yatırımlar da dışlanmasın, deniliyorsa, bir miktar enflasyon göze alınarak bu yapılabilir. aslında burada detaya girmeye gerek yok ama, ülkede yatırımların faiz oranlarına duyarlılığı ile faiz oranlarının milli gelir artışının altında kalması(borç faiz oranı milli gelir artışının üzerinde kalmasıyla devletin borçlanması gelir dağılımını bozar) gibi koşullar gözetilerek yapılabilir bu yüksek-düşük enflasyon tercihi. sermaye akımları serbestse zaten en önce gözetilmesi gereken yabancı sermaye akımlarıdır. bu durumda faiz oranları dışarıdan yüksek tutulmamalıdır ki sermaye akımı cari dengesizliğe neden olmasın. şimdi buraya kadar iç borçlanmanın faziletlerini anlatıyor gibi oldum ama sonuçta şunun anlaşılması gerekiyor; iç borç kendi para birimine sahip bağımsız ulus-devletler için ne batırıcı, ne ödeme güçlüğüne düşürücü olabilir. böyle bir devlet yeri geldiğinde karşılıksız para basarak ve vergi koyarak da borçlarını ödeyebilir. Zaten mevcut, paranın borç karşılığı yaratıldığı sistemde bu günün birinde mutlaka yapılmak zorunda kalınacaktır. (bkz: faiz enflasyon ilişkisi/#16163315) yazısı okunursa parasal sistemin işleyişi, neden mevcut sistemde borçların artmak zorunda olduğu ve bu sistemin yol açtığı sorunlar anlaşılabilir. Yani elbette ideal olan bambaşkadır. Ama mevcut sistem içinde konuşuyorsak, özel sektörün dış borç artışından korkmayan, bunun zararları hakkında ağzından tek söz çıkmamış birilerinin(bu başlıkta yazanları tenzih ediyorum) sgk açıklarının tehlikesinden bahsetmesi kadar absürd bir şey olamaz. Burada amaç bellidir; sgk açıklarıyla korkutup sosyal haklarda geriye gidişin yolunu açmak, bunun için kamuoyu hazırlamak. Oysa dışarıdan borçlanmanın yanında, yabancı para cinsinden borçlanmanın yanında sgk açıkları, bütçe açıkları, iç borç... vs. ileride ülkenin başında işten anlayan insanlar olduğu sürece hiçbir şeydir. asıl Endişe verici olan şey, gerçekten ülke ekonomisini düşünen iyi niyetli insanların devletin batabileceği yalanıyla tufaya düşürülebilmeleridir. iç borç, yöneticeleri istemedikten sonra hiçbir devleti batırmaz. Hatta iç borçlanma hele aldığı borcu harcadığı alana göre, milli gelirde ve dolayısıyla toplanan vergi miktarında kendisinden daha büyük bir artış da ortaya çıkarabilir. Örneğin dışsallığın yüksek olduğu eğitimi ve özellikle her kademedeki teknik eğitimi destekledikten sonra devlet istediği kadar tl borçlansın... ama yine de devlet yatırımlarının ve sosyal harcamaların vergilerle finanse edilmesinin zorluğuna rağmen daha iyi olduğunu düşünürüm.

    asıl korkulması gereken ise dış borçtur. şu anda zor durumda olan avrupa ülkelerini bu hale sokan da iç borç görünümlü dış borçtur. .

    devletin vergi ve prim toplamada ve harcamalarda yaptığı adaletsizliğin giderilmesi illa sgk açığının kapatılmasını gerektirmez. sgk, prime dayalı sistemde, mevcut kapitalist ekonomide doğal olarak var olan ve gelişen teknolojiyle zaman ilerledikçe zorunlu olarak artan işsizlik gibi sorunları gidermek ve sosyal refahı arttırmak için açık vermek durumundadır. sgk'nın açık vermesi otomatik olarak devlet bütçesinin de açık vermesi anlamına gelmez. devletin iç borçlanmayı arttırması da batılacağı veya zor duruma düşüleceği anlamına gelemez. kötü olan dış borçlanmadır. bunun nedeni de esasında ithalat çıpasıyla enflasyonu düşürme politikasıdır. bu dışarıya göre yüksek faiz verilerek gerçekleştirilir. cari açığın esas nedeni de budur.

    bir itirazım da sosyal harcamaların tüketimi ve dolayısıyla cari açığı arttırdığına dair olan yaygın kanıya olacak. Eğer devlet zenginden alıp yoksula vererek gelir dağılımını iyileştirmezse, zengin parasının turşusunu kuramayacağına göre bunu yoksula ihtiyaçları için borç olarak vermeyecek midir? Eğer devlet vatandaşlarına ev sağlamazsa, onlar da bunu kredi alarak temin etmek yoluna gitmeyecekler midir? Şimdi öyleyse üç durumla karşı karşıyayız: 1-ya devletler yüksek gelirlilerden vergi almaz ve sosyal harcama yapmazlar. Bunun gerekçesi de "tüketim artmasın, cari açık azmasın vs." olur. insanların ihtiyaçlarını karşılayacak gelirden yoksun bırakılarak tüketmemelerinin sağlanması da çok ahlakidir. Ama buna rağmen a) zenginler devletin vergi olarak almadığı parayı yine tüketime, büyük ihtimalle lüks ve ithal tüketime harcarlar. b)ya da bankaya yatırırlar ve banka da bu parayı yoksullara ihtiyaçları için faizli borç olarak verir ve sonunda yine tüketim gerçekleşir. Bu borçlar yoksulların gelirinden daha hızlı artacağından(ki faiz enflasyon ilişkisi yazısını okursanız neden böyle olacağını anlarsınız) sonunda ödenemeyeceklerdir ve kredi krizlerine yol açacaklardır. (yine yazıda anlattığım gibi mevcut parasal sistem içinde tüketimin devam etmesi ve dolayısıyla ekonominin küçülmemesi için borçlulukta artış kaçınılmazdır. bu da ya banka kredilerindeki artış ile olur ya da devlet borçlarındaki) 2)Ya da devlet yüksek gelir grubundan borçlanıp sosyal harcamalara gider. Akil ve iyi niyetli yöneticilere sahip olduğu sürece devletler yukarıda açıklandığı gibi iç borçtan batmazlar. Üstelik devletin ödeyeceği faiz, risk priminden dolayı her zaman şahısların kredi faizinden de düşük olacaktır. 3)ya da devlet sosyal harcamaları topladığı vergilerle yapar tabi o da yapabildiği kadar... Tüketim artışını sorun hale getiren onun kendisi değil, bunun borçluluktaki artışla gerçekleştirilmesi ve sonuçta borç krizlerine yol açmasıdır. dikkat edilirse, tüketici kredilerindem kaynaklı bir krizle karşılaşan, ab değil abd'dir ve abd'nin değme sosyal devletlere taş çıkartsa bile yine de bir refah devleti sayılamayacağı aşikardır. şu anda ab'nin sorununun nedeni ise ne sosyal harcamalarının fazlalığı, ne çalışma saatlerinin düşüklüğü, ne yan gelip yatmaları, ne erken emeklilikleri... bütün olarak ab'ye bakılırsa ciddi bir cari açık vermediği görülür. yani ürettikleri kadar tüketiyorlar ki bu da devletlerin sosyal harcamalarının fazlalığının cari açığın nedeni olduğu tezini çürütür, özellikle ab ile yüksek cari açık veren abd arasında bir karşılaştırma yapılırsa. yukarıda da denildiği gibi ab'yi bu duruma düşüren ülkeler arasında tek para birimi gibi siyasi ideallerle yaratılan suni dengesizlik. ab'den çok bahsettim çünkü sosyal harcama ve bütçe açığı denilince akla gelen yer ab. muhtemelen sgk açığı bizi batıracak denilince de insanların aklına şu anda krizde olan ülkeler geliyordur. hatta avrupa'da çalışma saatlerinin düşüklüğünün krizin nedeni olduğunu zanneden garibanlara bile rastladım... neyse daha uzatmadan şuna havale edip: (bkz: sgk batıyor ülkeyi de batırıyor/#15478299) kaçıyorum.
    4 ...
  18. 8.
  19. 40 yaşında emekli olanlar 40 yıl daha yaşasa ödediği primler yeterli gelmiyor. birde hastalandığında ilaç ve ameliyat paraları var. adamın maaşı vergilerle ödeniyor.

    adam savcı ölüyor emekli maaşı karısına kalıyor karısı 90 yaşında ölse birde boşanmış kızına maaş bağlanıyor. az emekli maaşı da değil paraları o lokanta bu lokanta yiyiyor.

    adam zor zar para kazanıyor sgk primi ödüyor bazen aç kalıyor. elektrigini kısıyor, soğukta oturuyor. haksızlık olmuyormu sgk primleri çok yüksek herkes kendi primini ödese.

    hayatı boyunca prim ödememiş, bir katkı sağlamamış kişiye maaş bağla. al ben bu parayı yiyemedim sen ye. oldumu şimdi.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük