Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır.
Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır.
Gün batsa ne olur, geceyi onaran bir mimar vardır.
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır.
kırgın kırgın bakma yüzüme roza
henüz dinlemedin benden türküler
benim aşkım sığmaz öyle her saza
en güzel şarkıyı bir kurşun söyler
kırgın kırgın bakma yüzüme roza...
ne mum ve ne deniz
ne ateş üstündeki mumya
ne aptal şairlerin turuncu heykelleri
alıkoyabilir beni
bir huzuru telefon ederim
üstüninsanların hazırlayageldikleri.
mütefekkirliği, aldığı ödüller bir yana okuyanların eksenine nötr ünlemler ekleyen insan.
hızırla kırk saat, zamana adanmış sözler, mona rosa gibi poetik ve literer ürünlerin bireyler üzerinde pozitifliğinin ucunda, bireyin çevresindekilere nötr bir akım sağladığı gerçeği unutulmamalıdır. özellikle islami ve muhafazakar geçinenlerin idolleştirdiği karakoç'un kendisine bir takım kilit soruları yüklemek yersiz olacağından, o'nu okuyanların karakoç'dan başka bir ürün çıkaran yazar/şair yokmuş gibi davranmaları da durumun ehemmiyetini gözler önüne sermektedir...
poetikten siyasi platformlara uzanmak ve bireylerin karakoç'un çevresinde bir komunite oluşturması da farklı bir çizgiyi karşımıza çıkarmakta. karakoç'un siyasi kimliğinin şair(?) kimliğinin gölgesinde kalmasından mıdır bilinmez lakin girişilen ve mücadele edilen sahada ne derecede kişi ve kişilere artı veya eksi getireceği de gözlerden kaçmayan kilit bir temadır...
karakoç'u üstad olarak addeden güruhun aslında poetik alandan sofistike algıya yönlen(diril)mesi kendileri için avantaj değil dezavantajdır. eleştiri bazında teolojik, fundamentalist duruşun bireylere hiçbir zaman bir + kazandırmayacağını unutmalılar ve cephe oluştururken, karşı tarafa ünlemlerini göstermelidirler. karakoç'u tek büyük bir idealist, idol olarak görüyorlarsa; monolog veya diyalog bazında; bireyin kendi iç eylemini gerçekleştirmesi beklenemez...
birey; fikir yıkımına önce kendinden başlamalıdır, başkalarından değil...
ey sevgili şiiri, alkollüyken okunmamalı, okutulmamalıdır. uzak durulmalıdır. büyük şairdir. okullarda la fonten'den sıra gelse de öğretilse şu garibim selena gençlerine keşke diye iç geçirdiğimdir...
hayatı (bkz: Gün Doğmadan) ismiyle belgesel olan mütefekkir, şair.
Sezai Karakoç Hakkında:
1933 de Diyarbakır/Ergani de doğdu. ilkokulu Ergani'de, ortaokulu Diyarbakır ve Maraş'ta, liseyi Gaziantep'te okudu. Lise sonda Necip Fazıl Kısakürek'le tanıştı. Burslu öğrenci olarak girdiği Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni 1955'de bitirdi. 1959-1965 yılları arasında Maliye Müfettiş Yardımcılığı ve Gelirler Kontrolörlüğü görevlerinde bulundu. 1967 yılında islamın Dirilişi ve Yazılar adlı kitaplarından dolayı yargılandı. Büyük Doğu, Hisar, Akpınar, Dernek, Düşünen Adam, A dergilerinde deneme ve şiirler, Yeni istanbul, Sabah ve Milli Gazetede fıkra yazıları yayımlayan Sezai Karakoç, mart-nisan 1960'ta iki, mart 1966 mart 1967'de oniki, ekim 1969 ocak 1971'de onaltı sayı olmak üzere Diriliş dergisini yayımladı. 1974'ten itibaren düzenli olarak 18 sayı yayınlanan, 1976'dan itibaren gazete biçiminde çıkan Diriliş dergisi yerli düşünce ve edebiyatın en önemli dergilerinden biri oldu. 1977-78, 1980 ve 1983 yıllarında da yayımlanan Diriliş, son olarak 1987-1993 arası altı yıl haftalık olarak yayımlanmıştır. Diriliş Dergisi, gerek edebiyatımız gerekse fikir ve kültür hayatımız için bir okul olmuş, çok sayıda aydın ve sanatçı yetiştirmiştir. 1990 Diriliş Partisini kuran Sezai Karakoç, 1997 yılında Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılışına kadar da bu partinin genel başkanlığını yürüttü.
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.
Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara:
Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.
Koyverip telli pullu saçlarımı rüzgara,
Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...
Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü
Ve boğazımı sıktı parmaklar ince, uzun.
Günahkar toprağıma saçından bir tel düştü;
Sana ne olmuş Rosa, bir derde tutulmuşsun.
Bir ekmek kadar aziz fikirler böyle pişti:
Noel ağaçları ve manolyalar kahrolsun,
Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü...
Şu şapkayı çıkarıp atıyorum ırmağa;
Her şeyim sizin olsun, hep sizin kesik başlar.
Rüyasında örümcek başlarsa ağlamağa,
içine gül koyduğum tüfek ölmeğe başlar.
Günahını sırtına yüklenen kaplumbağa
Gibi ölüm önünde öz benliğim yavaşlar.
Öyleyse şu şapkayı fırlatayım ırmağa.
Bu erkekler kokuyu kediler gibi alır
Ve kediler her gece sürünür yastıklara.
Denizleri bahtiyar eden günler kısalır;
Satılmayan çiçekler, zehirli ve kapkara,
Unutulmuş erkekler ve kadınlara kalır.
Bir geyiğin gözleri düşer eriyen kara
Ve erkekler kokuyu kediler gibi alır.
Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!
Ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi.
Sana da, Monna Rosa, taş bebeği bıraktık,
Ellerinde kılçıklı balıkların bir dişi.
Senin hatıran gibi büyük, yeni, karanlık;
Senin hatıran kadar Allah ve şeytan işi...
Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!
Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim;
Ta boğazıma kadar çıkan deli yağmura.
Tüyüme horozdan çok itimat edeceğim,
itimat edeceğim şu belalı yağmura.
Ruhuma bayrak yapıp ben teslim edeceğim
Asılmış bir adamın iki eli yağmura.
Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim.
Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni
Ve bir şehir yaratmak, ruhundan Gülce diye.
Parçalanan gemiyi ve yırtılan yelkeni
Katıvermek sessizce söylenen bir türküye.
Ve sonra bir köşede öldürmek ölmeyeni
Ve son vermek bitmeyen, bu bitmeyen şarkıya,
Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni.
Sana tavuskuşunun içime girdiğini
Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
içime girdiğini, tüyünü yolduğunu
Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
içimde tavusların bir bir kaybolduğunu,
Bana da bir çift ak kanat kaldığını
Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.
Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara;
Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.
Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara.
Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara.
Çocuk düşerse ölür çünkü balkon
Ölümün cesur körfezidir evlerde
Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların
Anneler anneler elleri balkonların demirinde
içimde ve evlerde balkon
Bir tabut kadar yer tutar
Çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen
Şezlongunuza uzanın ölü
Gelecek zamanlarda
Ölüleri balkonlara gömecekler
insan rahat etmeyecek
Öldükten sonra da
Bana sormayın böyle nereye
Koşa koşa gidiyorum
Alnından öpmeye gidiyorum
Evleri balkonsuz yapan mimarların.
"ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı
ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum
gelmiş dayanmışım demir kapısına sevdanın
ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum
ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum"
Hakikat uygarlığının temelini Atan mütefekkir Sezai Karakoç, doğunun ve batının üstünde arşa yükselen bir mavi. Mavinin içinden doğaya; eleğimsağmadan yeryüzüne yayılan renk cümbüşünde, başkalarının da yükünü sırtına alarak yokuşlarda terleyen mütefekkirdir.
Cahit Zarifoğlu, Sezai Karakoç'un bir kitabı hakkında yorum yaparken şunları söylüyor: "Sezai Karakoç'un bu kitabını da ilgi ve dikkatle okuyoruz. Onu derinlemesine anlamanın zorluklarına rağmen bizim için bu zorlukların önde geleni "Onun Çağdaşı Olmaktır." Bir büyüklüğe, O'na yüzü değecek kadar bakmak demek istiyorum bununla."
şair olarak duruşunu her zaman takdir ettiğim yazardır. ortalarda değildir, sadece yazdıklarıyla vardır. bu yüzden, dünya görüşünü benimsemesem de önünde saygıyla eğilirim.
Dostlarımız geldi hafif danslar geldi
Şeker verdik aslan yeleleri aldık kırk kapı açtık
Kırk kapı açtık Mavi Sakal öldü
Kırk odanın içinde güzel aslanlar güldü
Sen güldün Asya güldü hafif danslar geldi
Gel kalbini saat yap odamıza
Saatin içine kutsal sözler yaz
Güneş yap aşka güzel ölümleri uslu ölümleri
Gel mesut odalar içinde çözül güzel bulmaca
Güzel ve mağrur ve katil
iç dünyamı ikili susmalarla bölme
Şiir günlük konuşma dilimiz
Kıskançlığımdan örülme bir perde
Perdeye çarpan beş deniz
Kuvveti yok bende itham etmek hakkından önce
II
Dostlarımız geldi sağlam izleri var karda
Yapacaklarının yapılabileceği iyi öğretildi onlara
Ve sağlam kutular içine koydular gölgelerini
Karışık bir ses teller üzerinde Londra
Gel bu gece görülmemiş bir şey olacak
Yanlış bir dağın altından yanlış bir su çıkarsa
Kaybolursa taşlar içinde taşlar getiren taş bir bulut
Eşkiya heybesinde çizgili kayığa asıl
Merhametin bildik kaynağı eşkiyalar
Kıldan ince çarpık bilgileri unut
Sessiz derin sonsuz yaslı duvarlar önünde
Türküler içinde en şen en senin olanı söyle
III
Aşk kadar nazlı saat kadar gerçek
Bir bülbül bakıyor bana doğru
Boş oda kadar tedirgin tehlike kadar güzel
Bir bülbül içimde sedefle kaplanıyor
Payıma korkarım eşsiz bir azap düşecek
Dostlarımız geldi öldü büyücüler
insanla peygamber arası basık bir gürültü içinde
Korkunç ilgiler döner dolaplar
Sedef gurur ve inat içinde
Seni bana getirsin ölüm yatağımdayken
Kırık ayaklı tahta at.