seyyid hüseyin nasr

entry9 galeri0
    1.
  1. "Çağdaş insan, tabiatı kendisinden yararlandığı, ama kendisine karşı ayrıca sorumlu da olduğu bir eş değil bir fahişe gibi görmektedir." demiş 1933 Tahran doğumlu iranlı yazar, akademisyen.
    1 ...
  2. 2.
  3. insan iki sessizliğin arasına yerleştirilmiştir; biri ölümden önceki evre diğeri ölümden sonraki evre demiştir. iyi bir uludağ sözlük yazarının da dediği gibi kendisi umman, derya, denizdir.
    0 ...
  4. 3.
  5. iranlı islam dü$ünürü, profesör. anne tarafından, $ii olan aynı zamanda islam devrimi sırasında demokratikle$me kar$ıtı muhafazakar kesimin içinde yer alan $eyh fazlollah nuri'nin torunudur.
    akıcı bir $ekilde arapça, farsça, ingilizce ve fransızca konu$ur.
    2 ...
  6. 4.
  7. çağımızın yetiştirdiği en büyük islam mütefekkirlerinden biri, ayrıca sufi.

    --- alıntı ---
    1933 Tahran doğumlu iranlı yazar, akademisyen.Yüksek öğrenimini Massachusetts Institute of Technology'de fizik dalında yaptı. (1954). Harvard Üniversitesi nde jeofizik alanında yüksek lisans (1956), bilim tarihi alanında doktora yaptı (1958).

    iran islam Devriminden sonra ülkesinden temelli ayrılıp Amerika'ya yerleşti. Çeşitli üniversitelerde öğretim görevliliği de yapmış olan Nasr, halen George Washington Üniversitesinde islam Araştırmaları profesörüdür (1984-). islam, felsefe, karşılaştırmalı din ve çevre konularında konferansları ve çoğu ingilizce'de olmak üzere pek çok kitabın ve 250 civarında makalenin yazarı olan Nasr, gelenekselci akımın yaşayan önemli sözcülerinden de biridir.

    Türkçe Yayınlanan Eserleri

    * islam'ın Kalbi
    * Molla Sadra ve ilahi Hikmet
    * Bir Kutsal Bilim ihtiyacı
    * Üç Müslüman Bilge
    * Makaleler 1-2
    * Tabiatın Düzeni ve Din
    * Yol Şiirleri
    * islam'da Düşünce ve Hayat
    * Kutsalın Peşinde
    * islam Sanatı ve Maneviyatı
    * islam ve Modern insanın Çıkmazı
    * islam ve ilim
    * Modern Dünyada Geleneksel islam
    * Tasavvufi Makaleler
    * islam'da Bilim ve Medeniyet
    * Genç Müslümana Modern Dünya Rehberi
    * Ebedi Hikmetin Peşinde

    ingilizce'de Yayınlanan Bazı Eserleri

    * Knowledge and the Sacred,
    * Religion and the Orter of Nature,
    * Western Science and Asian Culture,
    * Science and Civilization in Islam,
    * Islamic Art and Spirituality,
    * Ideals and Realities of Islam,
    * Introduction to Islamic Cosmological Doctrines,
    * The Need for a Sacred Science,
    --- alıntı ---
    3 ...
  8. 5.
  9. 6.
  10. anlayış dergisi'nin şubat 2009 sayısında james kiger tarafından hazırlanan bir röportajına yer verilmiştir. beni özellikle kendisine sorulan şu soru ve soruya verdiği cevap etkiledi;

    --- alıntı ---

    Bu ya­zar­la­rın dil­len­dir­di­ği te­mel eleş­ti­ri­ler­den bi­ri, dün­ya­nın ha­li­ha­zır­da ya­şa­dı­ğı şid­det or­ta­mı­nın or­ta­ya çık­ma­sın­da di­nin en önem­li, hat­ta bel­ki de tek et­ken ol­du­ğu yö­nün­de. On­la­ra gö­re, bu­gün mev­cut olan her ça­tış­ma bir çe­şit di­nî ih­ti­la­fa in­dir­ge­ne­bi­lir. Ben­zer şe­kil­de, bir­ta­kım ki­şi­ler de, ate­ist­ler de­ğil de özel­lik­le Ba­tı'da­ki ye­ni-mu­ha­fa­za­kâr­lar, dün­ya­da­ki te­mel ça­tış­ma­nın bir ta­raf­ta Ba­tı, di­ğer ta­raf­ta ise özün­de şid­det içe­ren bir din ol­du­ğu­nu var­say­dık­la­rı is­lam ara­sın­da ya­şan­dı­ğı­nı sa­vu­nu­yor­lar. Siz­ce din ile şid­det ara­sın­da­ki bağ­lan­tı ya da iliş­ki ne­dir?

    in­san ol­mak, şid­det do­lu bir dün­ya­ya gel­mek­tir. Ço­cu­ğu­nu­za bir grip aşı­sı yaptırdığınızda mik­rop­la­ra kar­şı şid­det uy­gu­lu­yor­su­nuz de­mek­tir -eğer on­la­rın ba­kış açı­sın­dan ba­kar­sak!-. Duy­gu­sal­lı­ğı bir ke­na­ra koy­mak ge­re­ki­yor. Bu çer­çe­ve­de şid­det ha­ya­tın ay­rıl­maz bir par­ça­sı­dır. Ha­yat, bü­yü­mek için şid­det­le yüz­leş­mek du­ru­mun­da­dır. Ne il­ginç­tir ki bun­ca şid­de­te rağ­men dün­ya­da bir­çok gü­zel­lik ile hu­zur ve ahenk de var. Asıl dik­ka­te de­ğer olan bu­dur. Şim­di, bir ki­şi­yi di­ğer in­san­lar­dan fark­lı­laş­tı­ran her şey esa­sen bir şid­det kay­na­ğı­dır. iki ki­şi­nin du­ru­mu­nu ele ala­lım: Eğer sı­nır­lı mik­tar­da bir yi­ye­cek var­sa, bu iki in­san ara­sın­da şid­det ya­şa­na­cak­tır. Bu ki­şi­le­rin ba­rış için­de ya­şa­ma­la­rı için bir yük­sek il­ke­ye ih­ti­yaç var­dır. Ay­nı ör­ne­ği iki fark­lı top­lum ara­sın­da­ki iliş­ki­ye de uy­gu­la­ya­bi­li­riz.

    Şim­di, ta­rih bo­yun­ca in­sa­nın kim­li­ği­ni ta­nım­la­yan şey din ola­gel­miş­tir; bu hem bir in­san te­ki için hem de ge­nel ola­rak top­lum­lar için ge­çer­li­dir ve is­tis­na­sı yok­tur. Hat­ta et­nik kim­lik­ler bi­le, di­ye­lim Af­ri­ka'da­ki bir ka­bi­le­nin kim­li­ği, din ile içi­çe geç­miş­tir; et­nik ve di­nî kim­lik­ler bir­bir­le­riy­le bü­tün­leş­miş­tir. Do­la­yı­sıy­la, her du­rum­da, di­nî ai­di­yet­ler bir yan­dan fark­lı grup­lar ara­sın­da za­ten or­ta­ya çı­ka­cak olan şid­de­tin kay­na­ğı­dır, di­ğer yandan da bu şid­de­ti or­ta­dan kal­dı­ra­cak olan güç­tür. Bu se­bep­le her iki­si de bu­gün mev­cuttur. As­lın­da, yir­min­ci yüz­yıl­dan son­ra di­nin şid­de­tin te­mel kay­na­ğı ol­du­ğu şek­lin­de­ki mo­dern id­dia­yı hiç kim­se öne sü­re­me­me­li. Rus­ya'dan Al­man­ya'ya ka­dar on mil­yon­lar­ca in­san ko­mü­nizm, Na­zizm ve fa­şizm ta­ra­fın­dan öl­dü­rül­dük­ten son­ra böy­le bir şey na­sıl söy­le­ne­bi­lir? Sta­lin'in kat­li­am­la­rı, Ame­ri­ka'nın Osa­ka ve Hi­ro­şi­ma ile Dres­den'i bom­ba­la­ma­la­rı, Al­man­la­rın Po­lon­ya'da­ki in­san­la­rı öl­dür­me­le­ri... Bu lis­te mil­yon­lar­ca in­sa­nı kap­sa­ya­cak şe­kil­de ge­niş­li­yor. Bü­tün bun­la­rın ya­nın­da din sa­vaş­la­rı hiç­bir şey­dir. Ve de bu kat­li­am­la­r din adı­na ya­pıl­ma­mış­tır.

    An­cak bu­ra­da da­ha de­rin bir şey var. Din or­ta­dan kal­dı­rı­la­bi­lir, fa­kat in­sa­noğ­lu bir boş­luk­ta ya­şa­ya­maz. Bu in­san­lar için di­nin ye­ri­ni alan şey, din ro­lü oy­na­ma­ya ça­lı­şan bir ide­olo­ji ol­du. Bu da bir ta­raf­tan ko­mü­nizm, di­ğer ta­raf­tan da Na­zizm ve fa­şizm şek­lin­de te­za­hür et­ti. Ve biz ge­le­nek­sel an­lam­da din or­ta­da ol­ma­yın­ca, ya­ni sah­te din­le­rin ger­çek di­nin ye­ri­ni al­dı­ğı bir du­rum­da ne­ler ol­du­ğu­nu çok iyi bi­li­yo­ruz: Mu­az­zam bir şid­det ha­li.

    is­lam'a ge­lin­ce, Müs­lü­man­la­rın Hı­ris­ti­yan­la­rı öl­dür­dü­ğün­den yüz­ler­ce kat da­ha faz­la Müs­lü­man'ı öl­dür­müş olan bir me­de­ni­ye­tin is­lam'ı şid­det di­ni ola­rak suç­la­ma­sı, eşi gö­rül­me­miş bir iki yüz­lü­lük­tür. Bu çok açık. is­lam'a şid­det ve te­rör kay­na­ğı de­mek saç­ma­dır. Bu­gün­kü du­ru­mun se­be­bi hiç­bir top­lu­mun ha­pis ha­ya­tı­nı ka­bul et­me­me­si­dir. Hiç­bir top­lum sö­mür­ge­leş­ti­ril­mek is­te­mez. is­lam dün­ya­sın­da sö­mür­ge­ci güç­le­re kar­şı di­re­niş ha­re­ket­le­ri baş­la­dı­ğın­da, mil­li­yet­çi­lik ve li­be­ra­lizm gi­bi de­ği­şik şey­ler de­nen­di, fa­kat bun­la­rın hiç­bi­ri ger­çek an­lam­da bir ba­şa­rı gös­te­re­me­di. Ba­tı ta­hak­kü­mü­ne kar­şı, ki isimleri Arap­ça olma­sı­na rağ­men ke­li­me­nin de­rin an­la­mıy­la "Ba­tı­lı" olan ve top­lu­mun elitle­ri sa­yı­lan züm­re­le­rin ta­hak­kü­mü de bu­na dâ­hil­dir- mü­ca­de­le et­mek için el­de bu­lu­nan ye­ga­ne araç ney­di? Ne kal­mış­tı ge­ri­ye? Din kal­mış­tı. Do­la­yı­sıy­la için­de bu­lun­duk­la­rı du­ru­mu aş­mak için di­re­niş ha­re­ket­le­ri özel­lik­le yir­min­ci yüz­yı­lın ba­şın­dan iti­ba­ren -as­lın­da Lib­ya'da­ki Ömer Muh­tar ha­re­ke­ti gi­bi da­ha er­ken ta­rih­li olan­lar da var­dı- is­lam'dan fay­da­lan­ma­ya baş­la­dı­lar. Bu du­rum­da ta­bii ki is­lam dün­ya­sı­nı terk et­mek ve di­re­niş ha­re­ket­le­ri­ne ye­nil­mek is­te­me­yen­ler için is­lam şid­det­le öz­deş ha­le ge­li­yor­du.

    Ma­ale­sef bu is­lam'a kar­şı sü­rek­li kul­la­nı­lan çok güç­lü bir pro­pa­gan­da. Ör­ne­ğin Gaz­ze'de­ki son du­ru­mun içer­di­ği mu­az­zam şid­de­te ba­ka­lım. Siz hiç kim­se­nin Ya­hu­di şid­de­tin­den bah­set­ti­ği­ni ve­ya Ya­hu­di­li­ğin bir şid­det kay­na­ğı ola­rak tav­sif edil­di­ği­ni duy­du­nuz mu? Yan­lış an­la­şıl­ma­sın, be­nim Tan­rı'nın bir di­ni ola­rak Ya­hu­di­li­ğe (ve­ya ay­nı şe­kil­de Hı­ris­ti­yan­lı­ğa) say­gım var. Do­la­yı­sıy­la in­san­la­rın onu bu şe­kil­de tav­sif et­me­sin­den hoş­nut ol­maz­dım. Fa­kat is­lam'ın şöy­le bir "im­ti­yaz"ı var: Hak­kın­da is­te­di­ği­niz her tür­lü olum­suz şe­yi söy­le­yip hiç­bir tep­ki gör­me­ye­ce­ği­niz dün­ya­da­ki tek din­dir is­lam!

    --- alıntı ---

    röportajın tamamı için;
    http://www.anlayis.net/ma...Goster.aspx?makaleid=1799
    0 ...
  11. 7.
  12. bugün bilim sanat vakfında konuşma yapacak düşünür. [la adamı getirdiniz çarşamba günü konuşturmak neyin nesi hafta sonunun suyu mu çıktı]
    2 ...
  13. 8.
  14. çarşamba günkü BSV'de yaptığı konuşmasından,

    Seyyid Hüseyin Nasr, Bilim Sanat Vakfı'nda düzenlenen "20. Yüzyıldan Ne Öğrendik, 21. Yüzyılda Ne Bilmeliyiz?" başlıklı konuşmasında, geçen yüzyılın bir muhasebesini yaptı, bu yüzyıla dair öngörülerini dinleyicilerle paylaştı. Nasr, Batıyı bilen ancak batılı gibi olmayan aydınlara ihtiyaç olduğunu söyledi.

    Dr. ibrahim Kalın'ın çok zor bir konu başlığı seçtiğini belirterek konuşmalarına başlayan Seyyid Hüseyin Nasr, 70'lerinde biri olarak 20. yüzyılı tecrübe ettiğini, Rıza Şah'ın iran'da iktidar olduğunu, Atatürk’ün Türkiye'de başta olduğunu, bu zor konuyu üç başlık altında ele alacağını belirtti. Birincisi 20. yüzyılda ne öğrendik? ikincisi 21. yüzyılda neye ihtiyacımız olacak? Üçüncü başlığı da özellikle islam Dünyasına hasretmek istediğini belirtti. Seyyid Hüseyin Nasr konuşmasına şöyle devam etti: "20. yüzyılda birçok değişim yaşandı, özellikle de teknoloji alanında ve diğer alanlarda. Ama bunlar çok büyük bir önem arzetmiyor, 20. yüzyılda gördüğümüz en önemli gelişme modernist paradigmanın çöküşüdür.

    Doğuya git genç adam!
    20. yüzyılda aydınlanma paradigması başarısızlığa uğradı. Her ne kadar tam olarak anlaşılmasa da, yapıçözümü yaklaşımlar sona geldiğimizin göstergesiydi. 20. yüzyılda bunlara paralel olarak yaşanan süreçle bir mottoyla, mottonun kendisine tekrarlanmasıyla özetlenebilir. Bu Amerikan mottosudur. "Go west, young man!" Yani, "Batıya git genç adam" Fakat bu 20. yüzyılda tersine dönerek "Go east young man" "Doğuya git genç adam" şeklinde çevrildi.

    19. yüzyılda romantik düşünceyle dikkatleri çeken Doğu, 20. yüzyılda islam düşüncesi ile Batı için dönüşecek, güvenilecek bir düşünce hale geldi. Tabii ki bu yaklaşımların bazıları özellikle yanlış anlaşılmaya çalışıldıysa da, Doğu bilimi, Doğu felsefesi daha otantik bir şekilde anlaşılmaya başlandı. 20. yüzyılda yaşadığımız olaylardan, gelişmelerden ikincisi de sekürlerleşmenin tersine, pek çok Batılının beklediğinin aksine, aydınlanmanın felsefesinin getirdiği sekülerleşme karşı olduğu yana devrildi ve dinileşme diyebileceğimiz bir süreç başladı. Bu süreç, mesela fundementalist şiddet içeren hareketlerde görüldüğü gibi daha farklı şekillerde de yansıdı.

    Artık batının dominant ve yegâne bir medeniyet olarak dünyayı kuşatamayacağı düşüncesinin anlaşıldı.

    20. yüzyıldan öğrendiğimiz diğer bir ders, bilimin ve teknolojinin sonuçlarını düşünmeden kör bir şekilde uygulanmasıyla ortaya çıkan çevreye verilen tahribattır. Dolayısıyla ilerleme diyebileceğimiz şey, sonuna kadar takip edilecek bir durum değildir. Bir diğer mesele de küreselleşmeyle ilgili, küreselleşmenin asıl önemli yanı, artık batının dominant ve yegâne bir medeniyet olarak dünyayı kuşatamayacağı düşüncesinin anlaşılması oldu. Artık medeniyet sözlüğü çoğul olarak kullanılıyor, tek şekilde kullanılmıyor. Hungtington da böyle kullandı, bir çiçek ne kadar güzel olura olsun, hiçbir zaman pek çok çiçeğin yer aldığı bir güzelliğin önüne geçemez. Dolayısıyla çoğunluk her zaman tekilliğe göre çok daha iyidir. 20 yüzyıldan öğrendiğimiz diğer bir ders de, gelenek kavramının tekrar gündemimize girmesi, bu şekilde otantik kültür ve medeniyetlerin kutupsal kaynaklarını bulma, görme, keşfetme imkânlarına sahip olduk. Bu gelenekçi yaklaşımın en önemli temsilcilerinden biri René Guénon’dur. 1927'de yazdığı bir kitapla -kitabın adı da Modern Dünyanın Krizi- yaşadığımız krizlerin mahiyetini anlatmıştır. Bu, ortaya çıkan ölü kadavranın dirilişini dışarıda aramakla tekrar hayata dönemeyeceğinin anlaşılmasıdır. 20. yüzyılın bu facialarına sebep olan hataları, 21. yüzyılda tekrar yapmamız gerekiyor. Bu noktalardan dersler çıkarmamız gerekiyor. 20. yüzyılın kanunları artık ölmüştür."

    Unutmamalıyız ki bizler insanız diyerek sözlerine devam eden Nasr tespitlerine şöyle devam etti: "insan olmak maddi ihtiyaçlarımız olduğu gibi manevi ihtiyaçlarımızın da olduğu anlamına geliyor. Dolayısıyla 20. yüzyılda kabul edilen insan algısı, bugün itibariyle manevi ihtiyaçlardan bağımsız tamamen maddi ihtiyacı olduğu görülen bir insan algısıydı. Uzun bir süre insanın krallığı Tanrının krallığının yerini almaya çalıştı. Bugün itibariyle insan, manevi yönünü keşfetmiştir. Tanrının tabiatını komşumuz olarak kabul etmeliyiz. Yakın tarih boyunca bu görmezden gelindi, özellikle hümanist gelenek insanları öyle mutlaklaştırdı ki, insan, dışındaki tüm varlıkları yok saydı. Batıya karşı bir aşağılık kompleksi içindeyiz maalesef. Bu anlamda birçok çalışmalar yapıldı, öğrencilerimden de ibrahim Kalın'ın "islam ve Batı" adlı kitabı da Türkçeye çevrildi.

    Yapmamız gereken, islami geleneği bir bütün olarak tekrar bütünleştirmemiz. islam sadece bir hukuk düzeni değildir, sadece bir felsefi sistem değildir, sadece bir siyasi sistem değildir, islam bunların tamamıdır. islam sadece bunlardan biriyle öne çıkarılmak istenmektedir, bizimse yapmamız gereken daha entegral daha bütüncül bir islam anlayışını yeniden diriltmemizdir.

    Yapmamız gereken diğer önemli bir iş de, 20. yüzyılda yeni bir Müslüman entelektüel Sınıfı yetiştirmeliyiz. Yeni bir Müslüman entelektüel sınıfından kastım şudur; ikinci sınıf bir Batılı düşünür yetiştirmemeliyiz.

    Yani Batıdaki düşünürleri taklit eden, Müslüman bilim adamları yetiştirmemeliyiz. Söyledikleri itibar görmeyen insanlar değil, elbette ki bu insanlar Batı düşüncesini bileceklerdir, ama islam Düşünce geleneğine de hâkim olacaklardır, olmalıyız. islam Düşünce geleneğini en derin şekilde kavramış olacak, fakat hiçbir şekilde taklitçi olmayacak, kendi kimliği ve şahsiyetiyle birlikte varoluşunun da gerektirdiklerini yerine getirerek var kalacakladır."

    Başkalarının gündemlerine bağlı kalmayalım

    Hataların tek sebebinin Batı olmadığının da altını çizen Nasr şöyle devam etti: "Kendi ihtiyaçlarımıza kendi menfaatlerimiz doğrultusunda cevaplar verdik. Ama bunun da ötesinde kendi sorularımızı sormak, başkalarının sorularıyla başkalarının gündemlerine bağlı kalmamak, kendi sorularımızla kendi gündemlerimizi de belirleyecek derecede gündemimizle meşgul olmalıyız.

    Her konuda hataların sebebi Batıdır demiyorum, bizim kendi içimizde kaynaklanan problemler de var. Ki bunların başında da içimizde yaşanan ayrılık ya da karşıtlık geliyor ki bunun başında da Şii-Sünni ayrılığı vardır. Biliyorsunuz son zamanlarda ciddi çatışmalar yaşandı. Maalesef, içimizdeki bir kırılma noktasını tespit ediyorlar ve kırılma noktasının da kendi aleyhlerine çeviriyorlar. Bu çatışmanın hiçbir gerekçesi yok. Bir zamanlar olabilir, bir zamanlar Şiilerle Sünniler arasında yaşanmış olabilir, ama bu çatışmalar için gerçek bir sebep değildir. Biliyorsunuz Avrupa'da da ciddi çatışmalar yaşanmıştır dönemsel olarak. Protestanlarla Katolikler arasında 100 yıl süren çok kanlı savaşlar oldu ama tüm bunlar unutuldu. Tarihte yaşanmış bazı çatışmalara dayanarak bugünkü çatışmaları meşru görmek makul değil. Dolayısıyla 20. yüzyılda ve 21. yüzyılın ilk başlarındaki yıllarındaki yaşadıklarımızdan ders çıkararak, bu çatışmalara bir son vermeliyiz. Gerçek islam'ı, islam'ın özünü öne çıkararak, tüm bu ayrılıkları ve diğer ayrılıkları elimine etmeliyiz, ortadan kaldırmalıyız."

    Çok zor bir döneme girildiğini ifade eden Seyyid Hüseyin Nasr, her şeye rağmen iyimser olduğunu dile getirdi: "Bizi oldukça zor bir dönem bekliyor. Ben karamsar değilim, tam aksine iyimserim. Genç bir nesli eğitmeliyiz. Yalnız bir hususu belirtmek istiyorum. Biliyorsunuz bir hadiste, peygamber efendimize bir bedevi geliyor, Peygamberimiz, "Deveni ne yaptın? Diyor, bedevi de "Allah'a emanet ettim diyor. Peygamberimiz "Önce bir kazığa bağla, sonra Allah'a emanet et" diyor. Dolayısıyla burada üzerime düşen görevleri yerine getirmeliyiz, sonra Allah'a tevekkül etmeliyiz."

    Yunus Emre Tozal

    Milli Gazete, 17 Ekim 2009

    http://www.milligazete.co...etistirmeliyiz-140889.htm

    http://www.haber7.com/hab...srin-aydin-kriterleri.php

    http://www.tenkafesi.com/?p=984
    0 ...
  15. 9.
  16. şöyle güzel birde şiire imza atmış düşünür.

    ne elem işitmek terk-i diyar ettiğini;
    münevver aleme bu aşağı âlemden,
    bir daha işitilmeyecek bu fani beldede,
    nârin sesin letafetle dillendiren
    bal misali usul usul süzülen hikmeti.
    ve de görülmeyecek kelimeler, dökülen ulu kalemden
    onlarca yıldır ısrarla gözlerin idrak ettiği
    gözler ki teşne, saçılan hikmet incilerine.

    hani bir dem kâbeyi tavaftayken,
    gezinirdik bir dem firuze isfahan camileri içre.
    tazimdeyken marakeşli velileri,
    ol dem yürürdük zikirle
    gözden ırak kutlu beldelerde.
    yüce şânınâ ol zât'ın selâm ederken,
    her daim mübarek yerlerdeki kâhire'deki,
    doğudan batıya uzanan kıtalar üzre.
    bu kıvançlı anlar kalıp gitti mazide,
    elem doldu yüreğim terk-i diyarını işitince.

    yine de uzun ömrünü anmalı,
    bir ömür çok bereketli,
    ırak ve yakından ruhları besleyen
    bir ömür, yüklü manevi meyveyle.
    gittin, ancak söz ve hayalin geride
    kalp levhamıza, ruh gözümüze hakkedilen.
    ey allah dostu, rahmet kapısı açık olsun sana her daim,
    kevser yanında buluşalım eğer dilerse,
    nihayetsiz cemalî idrak için,
    dostun veçhesinin kamaştıran görkemini.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük