okuduğum bir kitapta insanın sevilmek ihtiyacını şöyle açıklıyordu yazar;
"hikayelerimizi öncelikle kendimize anlatır, yorumlar, sonra dışarıya açarız.başka bir ifadeyle , önce kendimiz dinler ve seyrederiz.sonra bununla yetinmeyiz.bir başka gözün daha şahitliğini arzu ederiz.şahitlik olmadan yaşananlar anlamsız, varoluş garip ve kimsesizdir.dışarıda da bir bir hikaye var ve o hikaye de senin şahitliğini istiyor."ve bizde hikayemize şahit olacak bir çift göze ihtiyaç duyoruz.bu da sevilmeyi istemeyi ortaya çıkarıyor.
not:dilerim herkes hikayesine şahit olacak bir çift göze sahip olur....
''Yolda yürürken sık sık karşılaşırsınız isteyen insanlarla. Sizden sürekli bir şeyler isterler. Birisi paranızı ister, diğeri ayakkabınızı boyamak ister, öteki çiçeklerini satın almanızı ister, başkası sigara ister. Sürekli bir şeyler istemek maksatlı yolunuzdan alıkoyarlar sizi. Siz de tabii ki adaptasyon gereği bu durumu atlatmanın yollarını bulursunuz. Eğer bir yolunu bulmazsanız zarar görürsünüz. Her dilenciye para verecek olursanız sonunda siz dilenmeye başlarsınız.
Kendi bütünlüğünüzü korumak maksatlı geliştirdiğiniz savunma mekanizması; sizin zarar görmenizi önler. Misal dilenciyi görmezden gelmek, sokak satıcılarının elinize tutuşturmaya çalıştığı şeyleri tutmamak, sizden para isteyenlere ben de muhtacım demek gibi örnekler sizin geliştirdiğiniz savunma stratejilerinizdir. Bir süre sonra bu stratejiler otomatik hale gelir ve tehlike geldiği an devreye girerler. Mesela sokakta birisi size pardon iki dakikanızı alacam dediğinde direk görmezden gelip geçip gidebilirsiniz. Çünkü bu giriş cümlesi tipik satıcı girişidir. Siz de o an hiçbir şey satın almak istemiyorsunuzdur. Eğer o kişinin amacı size sadece adres sormak olsa dahi kızın isteyeni reddetme mekanizmasını tetiklediğiniz için oralı olmayacaktır kız.
Bir kişiyle konuşmaya başlarken senden bir şey isteyebilir miyim? ya da bir şey rica edebilir miyim? diye soru cümleleri kullanan kişiler de reddedilmeye mahkûmdur. Çünkü o bir şey isteyeceğiniz kişi kafasında kurgulamaya başlar bunu: Acaba ne isteyecek, para mı? Dilenci midir nedir şeklinde olumsuz düşünceler kızın kafasında dolaşmaya başlar.
Bu istemenin en itici versiyonu ise bir kişiyi sadece işin düştüğünde aramaktır. Normalde hiç arayıp sormayan bir kişi paraya sıkıştığında sizi arıyorsa; o kişi kalitesiz birisidir. insanlık adına hiçbir şey kalmamıştır o kişide. Hayvandan farksızdır o yüzden o hayvana borç vermek; sokak köpeğinin boynuna parayı asıp bunu yarın geri getir demekten farksızdır. Her şeyin bir yeri, zamanı ve usulü vardır.
Sürekli insanlardan borç para isteyen, sigaralarından otlanan, beleş geçinen, ödemeli arayan kişiler asla sevilmezler. Eğer birisinden illa ki bir iyilik isteyeceksen; zamanında büyük yardımının dokunduğu bir kişiden isteyin. Böylece ödeşmiş olursunuz. Veya karşıdan aldığın yardımın karşılığını fazlasıyla ödeyin. Ama siz siz olun çok sıkışmadıkça kimseden bir şey istemeyin. Çünkü geliştirilen savunma mekanizmaları dolayısıyla alacağınız cevap hep hayır olacaktır.
Bir kızla buluşmak istediğinizi söylemeyin. Onunla çıkmak istediğinizden bahsetmeyin. Çünkü sizin isteklerinizi insanlar kolay kolay umursamazlar. Önemli olan onların istekleridir. Başkalarından bir şeyler isteyeceğinize; onların içlerinde bir istek oluşturun. Özendirin, keşfetmesini sağlayın, çerçevesini ele geçirin. Ama asla istemeyin. isteyen değil, veren insan olun. Önce verin, karşılıksız olarak. Sonra zaten insanlar bir şekilde sizle ödeşeceklerdir.''
dünyanın en boktan isteğidir. yalnızlık iyidir çünkü. kafa rahattır. evet, bunu hiç ciddi bir ilişkisi olmamış biri olarak söylüyorum. ciddi ne amk, hiç ilişkim olmadı ki benim. üstteki entryleri okuyunca tribe girdim sanırım.
gecenin bu saatinde yaz için planladıklarımı düşündüm. kilo verecek, belki biraz tatil yapacak, bi iş bulup çalışacak, bi sürü kitap okuyup film izleyecektim. sonra ne yaptığımı düşündüm. yaz tatili içerisinde kendi üzerimde yaptığım tek yenilik kaşarlı poğaça yapmayı öğrenmekti. poğaça ne amk. freud kitaplarım, caz parçalarım dururken ben poğaça yaptım. sonra gecenin bir körü internetten adını feriha koydum'u izlemeye başladım. eş zamanlı olarak beş tane poğaça gömdüm. o an içimde hissettiğim tarifi imkansız haz beni korkuttu. gözlerimde şimşekler çaktı. gençliğimin anasını sikiyordum resmen. ömrüm boyunca hep karikatür manyağı, esprili filan birini bekledim. ama gelmiyor piç! karıya mı gidiyor, ne yapıyorsa artık gelmiyor işte. ruh eşi mevzusuna da inancım azalıyor git gide. ruh eşi denen şey gerçekten varsa benim için üretmemişlerdir ki zaten. 'herkesinkini yapın, bu oç kalsın ortada, ağzına sıçılsın' demişlerdir kesin. şimdi geleydin, benim saçmalıklarımı göreydin çok gülerdin eminim. evdeki oyuncak ayılardan birini bulup ona pezevenk adını taktım. adettendir diye kulağına da üç kere fısıldadım pezevenk, pezevek, pezevek diye. ara sıra odamdaki ahmet kaya posterini öpüyorum falan. senin yokluğunda çok sıkılıyom lan. her kimsen gel. eğer kendi rızanla gelmezsen seni bulur, ayakları çıplak ve taraklı, sakallı ve balık etli binlerce tuncelliyi üstüne salarım. bilmiş ol.
Herkes kadar sevilmek istiyorum bazen. Ama son zamanlarda ne sevmek, ne sevilmek ne de başka duygu içeren şeyler istiyorum galiba. Duygusuz falan değilim ama bitmiş bi şeyler. Bazıları başlamadan bitmiş hatta. Bir şey törpülemiş gibi hissediyorum ruhumu. Biliyorum da biraz.