düşün şimdi. sevgili yapmışsın. mesutsun, bahtiyarsın, mutlusun. sevgili de sevişgen bir şey. bir dediğini iki etmiyor. sevişelim diyorsun sevişiyor. öyle rahat, öyle verici bir kişilik. işte o anların birinde teni tenini çekmiş, bir öpücük, iki öpücük derken olaylar gelişmiş ve onla sen tam bir sevgi yumağı şeklini almışken, aniden gıcırdıyan dolap kapağıyla irkilmiş, arkana dönüp bakmanla gecenin karanlığından daha karanlık tenli yarma gibi iki tane zencinin dört adet gözüyle gözgöze gelmişsin. üstelik onlarda aynen senin gibi anadan üryan. giyinik olsa hani bir derece tamam dersin. ama çırılçıplak. yani dal daşşak hep meydanda.
yani böyle bir durumda benim diyen insan en azından küçük dilini yutar değil mi? bırak çükün içeri kaçmasını altına bile sıçabilir. öyle korkunç bir durum. insanın aklına bin türlü şey geliyor.
tabi sonradan olay aydınlanınca insan nasıl bu kadar art niyetli düşündüğünden dolayı utanıp, kendine kızabiliyor. meğer, o kanatsız melek, o insanların en hası, güzel huylu sevgili evim evimdir diyerek van depremzedelerinden iki tanesine evini açmış. onları baştan aşağı giydirip, yedirmek üzere himayesine almış. demek ki insanlık ölmemiş. dünyada hala iyi insanlar var ve onlardan biri de benim kocaman kalpli sevgilimmiş. ne mutlu bize.
ama yine de o şüphe yokmu o şüphe? insanı yiyip bitiriyor. acaba diyorsun yok ya hayatta öyle şey olmaz. hem sevgilinin sözüne güvenmemek şerefsizliğin en büyüğüdür.
böyle bir durumla karşılaşan kişiler, zencilere nazik ve görgülü davranmalıdır:
- buyrun abi, beraber sevişelim.
+ yok kardeş, daha yeni sevişmeden kalkıp geldik. boğazımıza kadar tatmin olduk. bi'dahaki sefere...
- ooo hayatta bırakmam. iki lokma threesome yapmadan gidemezsiniz. kırk yılın başı gelmişsiniz. bak önümü görün, valla olmaz...