bunu bilerek sarılmak, veda busesiyle taçlandırılır. benden sana son bir hatıra kalsın dercesine. hissettiğin o sıcaklık kavururken yüreğini, dizlerinin bağı çözülmüştür çoktan. gitme dersin ama duyuramazsın, boğazında düğüm düğüm kalır hıçkırıkların. koşmak istersin peşinden yolundan çevirmek için, kalmamıştır dermanın, yıkılmıştır üstüne tüm hayallerin. buğulu gözlerinden akan bir kaç damla yaş ve sen baş başasındır artık. her aldığın nefes ok gibi saplanır göğsüne, ölüyorum sanırsın. tabi farkında olamazsın o an. aslında senin için yepyeni bir hayatın başlangıcıdır o gidiş. sadece ağlarsın hıçkıra hıçkıra yeni doğan bir bebeğin çığlıkları gibi...
sevgiliyi kaybetmeye degil, sevgilisiz kalmaya onsuz kalmaya uzulmektir. Oturup uzun uzun dusunup ayrilmanin daha dogru olduguna karar verdikten sonra kalbinizin beyninize cektigi isyan bayraklarina da gogus germegi ogrenmek gerek. Elbette uzulecek ve unutamayacaksiniz ama bu her zaman yanlis hareket yaptiginiz anlamina gelmeyecek. Hayat gececek belki daha cok insana sarilacak belki baska insana sarilamadan olup gideceksiniz ama asla dogru olan seyi sirf aci cekmemek icin yapmamazlik etmemelidir insan.
lise bitip ergenliğin en doruk noktasına varmış libidomla tatile çıkmanın dayanılmaz hafifliği içerisinde ömrümün en tatlı günlerini geçireceğim insanla tanışmaya gidiyorum, hiç bir aşk o yaşlarda yaşanan aşk kadar karşılıksız ve temiz olamaz bunu bugün bir kere daha görüyorum.
deli gibi sevdiğin bir insanla 8 sene geçirmek nasıl bir duygudur çoğu kişi bilmez, fırtınalı kavgalar ama bir okadar şiddetli tutkulu bir aşk suyun altında 90 saniye kaldıktan sonra içinize çektiğiniz oksijen misali, her yanınızı yakar.
yıllar geçip sona yaklaşırken tutkunun artık yetmediğini anladığınız anlarda zaten tutkunuzuda kaybetmeye başlamışsınızdır, sona doğru sürüklenirken bu denli aşık olduğunuz biriyle aslında bir ömrü geçirme şansınızın olmadığının farkına varmak son derece sinir bozucudur, bunu karşınızdaki insanda biliyor olabilir ama geçen onca seneyi bir anda silip atmak veya yeni bir hayata başlayabilmek ne kadar kolay olabilir ?
kavgalar anlamsızlaşmaya hatta kavga edecek mecalinizin kalmadığı günlere doğru ilerlerken aslında böylesi her ikimiz içinde iyi olacak diye kendinizi telkin edebilirsiniz,
ama;
beraber yaptığınız şeyler ayrıldıktan sonra karşınıza çıkmaya başladığında, oturduğunuz parkın önünden geçerken, onun en sevdiği yiyeceğe elinizi uzattığınızda, aşkınızın bestesi olan o özel şarkıyı anlamsız bir mekanda duyduğunuzda, eski resimleri karıştırdığınızda, size yazdığı küçük notları biriktirdiğiniz kutuyu açıp baktığınızda....
karşınıza çıkan her insanı onunla kıyasladığınızda, o şöyle yapardı diyemeden gözlerine bakıp hayatınıza ondan sonra giren insanıda üzmeye başladığınızda silkinip kendinize gelirsiniz. hayat devam ediyor ve geçmişten kendinizi kurtarmanız gerekiyor diye telkin edersiniz kayıp ruhunuzu yerine geri koyabilmek için, acaba şimdi ne yapıyordur diye kendinize sormamak için çeşitli yöntemler geliştirirsiniz, bu kadar unutamayacaktın neden ayrıldın o zaman mal diye sorular sorar cevap olarak ayrı dünyaların insanlarıydık böylesi ikimiz içinde hayırlısı oldu dersiniz.
içinizde kocaman bir yumrukla nefes almaya çalışarak yıllar geçirirsiniz, o yeni birini hayatına sokar siz yeni birini, o evlenir siz evlenirsiniz, ama hep birbirinizden haberdar olma çabası içindesinizdir, gurur adı altında tüm vücut ezilirken aynı suda iki sefer yıkanılmaz diyerek sevdiğinizi hayatınızdan uzak tutmaya çalışırsınız, bir çok şeyin unutulmaz olduğu bir ilişkinin külleri içerisinde savrulurken en unutulmaz olan nedir bilirmisiniz ? bir onu ilk öptüğünüz gündür, iki ona son defa sarıldığınız gündür.
üzerinden 10 sene geçmiş olsada...
Çok acı verir aslında. Ama son kez olduğu için o anı doya doya yaşamak istersin. Hani boğazında bir yumruk oluşur ya. Ağlasan ağlayamazsın gülsen gülemezsin. Kokusunu çekebildiğin kadar içine çekersin ki bir kaç gün öyle idare edebilesin. Ama ne fayda...
tarih 02.12.12. bir pazar günü. yer duisburg/almanya.
sevgilim... evlilik hayali kurduğum, çocuklarımızın adını bile koyduğumuz, kah ağlayıp kah güldüğümüz, ve her ne olursa olsun birbirimizden ayrılmayacağız diye söz verdiğimiz dünyalar güzeli sevgilim karşımda. etraf kalabalık. ben uzaktan izliyorum kendisini. almanyanın -8 derece soğuğunda bir önceki geceden gelip, evlerinin tam karşısındaki apartmanların merdivenine oturup, üst üste yaktığım sigaralardan kimsenin haberi yok. 9 saat aralıksız camına kilitlediğim gözlerim bir saniye olsun ayrılmadı oradan. gece boyunca ev kalabalıktı, hüzün hakimdi diyebiliriz evde.
saat 2 3 gibi cama yaklaştı. daha önceden alışkanlık olduğu için (bkz: #18794583), perdeyi araladı ve beni gördü. uzun bir süre sadece baktı. ve ben uğruna öldüğüm gözlerinden yaşlar aktığını gördüm. daha fazla dayanamayacak olmuş olmalıki, perdeyi çekti ve ışığı kapattı. her ne kadar o ışık bir daha yanmadıysada, ben emindim, karşıdan perdenin arkasından hala bakıyordu: kemal, durma, bu soğukta oturmuşsun buz gibi karla kaplı merdivene. git dediğini hissediyordum. ama son oturuşum olacağını bildiğim için umursamıyordum bile.
9 saat çok uzun bir zaman arkadaşlar, bunu anladım. soğuk olunca sanki 9 günmüş gibi hissediyorsun. ama nihayet güneş doğuyordu. pazar günü olduğundan herkes daha sıcacık yatağında güzel bir günün başlangıcını adeta kutluyorlardı. benim için ise bu gün, sonumun başlangıcı anlamına geliyordu.
bir zaman sonra komşu teyzelerin ellerinde güzelce paketlenmiş tepsilerle sevgilimin evine gittiklerini fark ettim. yalnız o değil, güzel güzel giyinmiş genç kızlar, takım elbiselerini çekmiş amcalar, abiler kardeşler.
ve saat 14:38...
aha çıkıyor. o mu? bütün gece ayakta idin, uykusuzsun, yanlış görmüşsündür diyor bilinçaltım bana. ama hayır, gelen gerçekten kendisi. birinin kolunamı girmiş o? midesinden rahatsız olduğunu biliyordum, çokta kızardım kendisine, fazla cola içme diye. yanağıma bir öpücük kondurur, özür dilerim aşkıım derdi hep.
hem bak beyaz elbise giymiş, acaba hastane içinmiydi? aramızda 60 70 m var. yüzü gülüyor, belli oluyordu, her ne kadar yüzü tam olarak görülemiyorduysada. etrafta epey kalabalık, demek seviliyorlarmış diye geçiriyorum içimden o sırada.
bir ara etrafa bakıyor, birini arayan gözlerle. acaba annesini babasınımı arıyorduki, vedalaşmak için. sonuçta 23 senesini geçirdiği evden ayrılıyordu. ablalarınımı arıyordu o gözler, son kez sımsıkı sarılmak için?
olamaz, çünkü yanlarındaydı ki onlar? gözlerimi bozuluyordu acaba?
ve o an, gözleri benim olduğum tarafa bakıyor, bakıyor, bakıyor...
çevirmiyor kafasını sağa sola, sanki az önceden beri gözleri ile aradığını bulmuş gibi idi. ve o an düşüyor yüzü, az önce gülüyorken, şimdi dudakları büzülüyor. ağlıyor. evden ayrılırken ağlamayan kız, beni görünce hüngür hüngür ağlıyor. babasına, annesine sarılıyor. gelip bana sarılıp ağlayamazki, al götür beni diyemezki. babasına sarıldıkça, sanki ona değil, onun suretinde başkasına sarılıyor gibiydi. darlanıyorum. öyle böyle değil. şuan bu satırları yazdığımda titreyen ellerim, aynı o günde böyle titriyordu. vedalaşma faslı bitmişti ve yavaş yavaş arabaya doğru ilerliyorlardı.
tam binecekken, tekrar kafasını kaldırdı, kısa bir süre daha baktı ve "aşkım, bak düğün arabamız bmw olacak, bmw den başka arabaya binmem" dediği o arabaya bindi. arabanın önünü kesen çocuklar, ağlayan konu komşu, akraba, anne baba... ve ben...
o gün salonada gittim. herkes gülüyor oynuyor eğleniyordu. birara kendisine ayrılan lavaboya gitti. arka kapıdan dolandım. su boşa akıyor, o sadece aynaya bakıyor.
ve o an. ben girdim içeri. ses yok. sanki suyu kapatmış, sanki içeride oynanmıyor, sanki içeride insan yok. kıyamet kopmuş ve herşey yok olmuş sanki. işte. işte bak dönüyor. o güzel yüzünü bana doğru çeviriyor. şaşırmış olacakki, hiçbir tepki vermiyor. sadece bakıyor. kendine geliyor ve gözlerinden yaşlar süzülüyor, makyajı bozuluyor. yavaş adımlarla yaklaşıyor bana. tam karşıma gelince derin derin gözlerime bakıyor ve sarılıyor. sımsıkı, sıcacık. omuzumun ıslandığını fark ediyorum. hiçbirşey demiyor, demiyorum... son sarılmamız...
eğer yılda bir kez görüşebiliyorsanız veya o yılda bir kez görüşmeyi yapmayı beceremiyorsanız ağlatan, çıldırtan, isyanlara boğan, düşündüren ama yine de umutla beklenilen andır.