dün yine sana polis radyosu'ndan şarkı istedim. "hangisi olsun" diye sordu, telefonda sesi sana çok benzeyen kadın. "hiçbirisi olmasın" deyip, telefonu görmediğim yüzüne kapattım. sonra kadını tekrar aradım. "özür dilerim. geçen sene bu zamanlarda hala aşıktım da" dedim. "anlıyorum" dedi. anladığını sanmıyorum. biraz sessizlik oldu. sessizlikten zerre tedirgin olmam bilirsin. yine de, aile terbiyesi olmayan biri olduğum için, arsızca saygısızlık etmek istedim. "ben bile küçükken şarışınmışım" dedim bu kez. özür dileyip telefonu görmediği yüzüme kapattı. böyle zamanlarda fıtığım azıyor, boynum ağrıyor, canım beğendi çekiyor sevgilim. gerçekten tavukları anlayamıyorum bazen. neyse bak gözlerimin tee içine. sana ne dicem?
n'olur, ne vakit the smiths dinlersen ve de boğazdan geçiyorsan bana bir kez aşık olsana. zor biliyorum bu, en az tek başına buzdolabı taşımak kadar. o sebep, ben olurum sana heb aşık. sen dert etme bunu ve de nakliye işini. tanıdıklar var bizim. yeter ki sen, yeni uyandığındaki o mahmur güzelliğinle gözükme bana. bilirsin dayanamam, aşık olurum!
öperin. galata'da çay içerken düşle beni.
ahmak ve de yağmur yağarken şemsiye kullanmayan sevgilin.
aslına bakarsan sevgilim bu mektup adının önüne eski sıfatını yerleştirecek. hayatımın son 3 4 yılı gerçekten son sürat bir şekilde iğrençleşti. hayatım iğrençleştikçe ben kendimi biraz daha kirli görür oldum. yeri geldi bulunduğum yeri sorguladım, yeri geldi nerede olmak istediğimi. ve şu anda pamuk ipliği ile bağlı olduğum hayatta bir belirsizliğe daha yer bulamıyorum. inişli çıkışlı, ayrılmalı barışmalı ilişkimize bir son vermemiz gerek artık. yüzümdeki gözyaşlarının arka fonunu tek bir cümlenle gülümsemeye çevirebiliyor da olsan onlar akmaya devam ediyorlar. o omzun benden çok uzakta. kafamı gömmek istediğim, kokusunu içime çekmek istediğim o bedenin benim yanıma ne zaman gelecek bilinmez. bir şeyler bitiyor da olsa bana söylediklerine, beni sevdiğine inanmak istiyorum. hayatımın sonuna kadar acaba nasıl olacaktık, haksızlık mı ettim diye düşüneceğim ve içimde bir ukte olarak kalacaksın. 23 yılda bu denli uyumu yakalayabileceğim biri daha olmaz sanırım. birlikteyken etraf için maksimum troll halimizden ötürü tehlikeliydik zaten. ve bir çocuğumuz olsa sanırım hayattaki en büyük sorunumuz baş gösterirdi. bu iki genetik yapının harmanlanması çok korkutucu bir olay. gözümden yine yaşlar akıyor ve ben bu yaşlarla içimden seni söküp atabilmeye çalışıyorum. ve sevgilim sana çok söylemedim ama giderken bil istiyorum, seni seviyorum. yaşadığın hayat senin tercihin değildi, sen de bu şekilde olmasını istemezdin, bu kadar sorumluluğun olmasını istemezdin biliyorum. limoncu olsam böyle olmazdı ama o zaman da sen bana bakmazdın diyen şapşal sevgilim içini hep böyle temiz tut. seni uzun süre bekleyebilecek iyi insanları sev. üzmesinler seni, benim gibi bırakıp gitmesinler. gücüm yok üzgünüm. seni sevmeye gücüm var ama sensiz kalmaya, sana güçsüz olduğumu göstermemeye tek başıma ayakta kalmaya çalışırken seni özlüyor olmaya gücüm yok.
birine karşı duygular beslemeden önce ona vakit ayırabilmeyi öğren. ne kadar gerçek olsada son dakika olumsuzlukları olduğunda mahçup bir şekilde takın tavrını çünkü o olumsuzluğu yaratan neden benim değil senin. bunu okuyacağını biliyorum.
Sen benim gülümseme sebebimsin. Sesini duymadığım tek gün geçmesin. Bana bakıp çok güzelsin demen hiç bitmesin. Birbirimize olan sevgimiz hiç bitmesin. Yokluğunda hasretimsin, varlığın da tüm dünyalar benim. Seni öyle sevdim ve öyle seveceğim. Hayatımdaki en güzel heyecanların, en tatlı anıların, ve ümitlerimin sahibi sensin. Iyiki varsın aşkım. Seni çok seviyorum.
Gözlerini özledim. En çok bal rengi gözlerinin içine bakıp sevdiğimi haykırmayı, Belki de yaklaşık bir aydır gerçekleştiremiyorum. insanın sevdiğine sarılamaması, öpüp okşayamaması ne kadar zor... Dudaklarına yapışıp nefesini içime çekmek bile deli gibi özletti kendini. Yalnız senin bakışların zihinde, senin gözlerin gözlerimde canlanıyor. insan sevgiyi öğrenince ayrı kalamıyor. Yapılan hatalar göze gelmiyor, engeller adeta ufak taşlar gibi bir tekme de kenara atılıyor. Severken sevilmek... Ne tarifsiz bir güzellik. Bende bunu yaşıyorum. Ya da bir rüyadayım. Kaç defa düşündüm hayatıma soktuğum yada hayatına girdiğim kişinin sen olmasında doğru kararı verebildim mi diye. Kaç defa yanılmak üzereydim. Lakin bir şeyler engelledi. iyi ki de öyle oldu. Şuan en kıymetlimsin, tek vazgeçemediğim. Gözlerinde ki derin mutluluğu hissedebiliyorum. En az senin kadar ben de mutlu oluyorum gözlerin gözlerime bakınca. Özlemini çekmek bile ne kadar büyük huzur. Fakat bu özlemin ardındaki gözlerinin gözlerimin önünde duruşunu hissettiğimden mi bilmiyorum. Öyle bağladın ki kendine huzurunun tiryakisi oldum adeta.
Sen bu yazdıklarımı okurken ben nerde olacağım acaba? Burayı görüyor musun acaba? Beni bir parça sevdin mi acaba? Alnımın ortasında enayi yazıyordu, haklısın.
Aklının ucundan bile geçmiyorum değil mi? Bana acımıyorsun bile? Vicdan azabı bile duymuyorsun? Ne harika! Neden yazıyorum ki hala sana? Neden özlüyorum seni? Bu kadar acı çektiren seni neden silip atmıyorum. Bütün küfürleri içimden ediyorum. sevdiğime küfür etmem herkesin içinde. Sonunda öldürdün beni sevgilim. Yazık.
Kelebeğin kanatları gibi kolların. Gözlerin bilmem doğanın hangi güzelliğini anlatıyor. Ben onlara bal rengi dedim ama biliyorum ki o gözler daha güzeller. Yanaklarındaki gamzeler bir bebeğin gülüşünden daha taze. Ellerine her dokunduğumda sıkmaya kıyamıyorum, acıtmaktan korkuyorum. Kalbinin atışlarının bana ait olduğunu bilerek dinlemek huzurun tek zirvesi. Bana her baktığında, "sevgilim!" diyen dudakların kalbimi göğsümden dışarı çıkaracak. Seninle olunca düşünmeyi bir kenara bırakıp yalnızca seni ve kalbimi dinliyorum.
adının her hecesi amansız bir kor olana, dudaklarımda:
''umut, beslenmeyecek kadar fazlaydı''
hani sana hiç bahsetmediğim için bana sitem ettiğin bir kitap vardı, binlerce sayfası olan. o kitabın en karanlık anlarından birinde geçiyor bu cümle. yoksun ya, gözlerin de yok, en karanlığımdayım. bu cümle daha ağır artık.
peki neden umut? başka nice şey var söylenebilecek en sevgiliye, umutla başlamak neden?
çünkü gözlerimin sana ilk değdiği andan beri tutunabildiğim tek daldı o. devasa bir hasretle, ''amin'' diyerek başladık olmayacak (bizden başka herkese göre olmayacak) duamıza, biliyorsun. olmadı da. öğrenmiş olmalısın artık insanların ''ben zaten böyle olacağını biliyordum'' demeyi ne de çok sevdiğini. canları sağolsun. işte o tarifsiz hasretle başlayan ve yine hep o hasretle devam eden (kimliğimiz oldu o hasret be güzeller güzeli) yolculuğumuzda ben hep umudu aldım yanıma, sana verilmek üzre, o hep yanan serçe misali yüreğine bir katre esenlik olsun diye. çıkınıma koyduğum her şey, en çok da umut, hep senin içindi adı güzel. şimdi ise ağırlığı altında ezildiğim cümle ise bu.
öfkeliyim. ama yalnız sahibini yakan bir öfke benimki. herkesin sahip olduğunu iddia ettiğim boşluk var ya, duyabiliyorum, büyüyor git gide içimde. ne tuhaf, insanlar o boşluğu doldurabilmek için neler yaptılar zamanın başlangıcından beri. ben seni diledim sadece. o boşluk dolsun diye değil, o boşluk anlamını yitirsin diye. ama yoksun şimdi.
evimin anahtarı hala kapımda duruyor. eve her geldiğimde adını fısıldıyorum, belki gelmişsindir diye. yoksun. gündüzleri, geceleri adını fısıldıyorum içimden. ve hep -im takısıyla birlikte. başka türlüsü imkansız.
gittiğini duyanlar ''hayırlısı'' diyorlar, kahkaha atasım geliyor. biliyorsun, seni yakarırken bile tanrıdan, dileyememiştim hayırı. seni dilemiştim sadece. yapamamıştım, dökülmemişti dilimden, geçmemişti hiç içimden ''hayırlısı'' sözü, durmadan seni dilemiştim adı güzel. şimdi ne hayır var, ne allah, ne de sen.
ama ölümler var. aysel ablayı tanıyorsun, kanserdi. umarım inandığı yerdedir şimdi. ankara'da patlayan bombada ölenlerin sayısı ise istatistik değilmiş. iş arkadaşımın kuzeni öldü orada, onun gözlerinden biliyorum.
o meşhur rüzgarlar başladı. yine ıssız buralar. rüzgarlar daha bir kötü sanki. ekmeğin tadı, sigara da öyle. ben zeytin yiyorum devamlı. saçma biliyorum bunu söylemek. bugün düşünmüştüm neden hep zeytin yiyorum diye. tabi seni düşündükten sonra. ve seni düşünmeden önce. ve seni düşünürken düşünmüştüm bunu. iyi misin can? onlar gibi öylesine sormuyorum. ben ne olursam olayım, neyi eksik, fazla, yanlış, doğru yapmış olursam olayım, günahlarım, sevaplarım ne olursa olsun, onlar'dan olmadım hiç. sen'den oldum ben, sen artık olmasan bile. seni sevdim ben tek. hayırsızım, allahsızım, sensizim belki ama seni sevdim sadece. ve hep. son nefesim adın olsun adı güzel.
bazen hiç var olmamış olmayı düşünürken buluyorum kendimi. ama sen bakma kelimenin alay eden oyununa. kendimi bulmak söz konusu değil. zaten bu saçmasapanlığın ortasında bulunacak yer, gidilecek ev, ''taşınacak su'' nasıl bulunsun? ne anlamım ne pusulam var. çünkü anlam da, pusula da sensin.
''ok değerse bir kuşun ancak kalbine değer''
şimdi her adımda özlüyorum seni. acı çekiyorum. o romanlarda sayfalarca anlatılan asil acılardan değil, bayağı bir acı bu.
Eskisi gibi fotoğraf çekmiyorum. Hadi orada falanca yemek güzelmiş deyip bir yerlere gitmiyorum. Bıraktığın yerde olmanın tarifsiz ağırlığı ile... Arada kalmanın ki sen buna neyin arası dersen de fark etmez. Arada kalmak başlı başına bir bela. Güneş olduğundan daha silik. Isıtmıyor. Ellerim seninkilere dokunsa iyileşir miyim ?
Ben hayatım boyunca kimseden sevgi görmedim. Kimsenin ilk tercihi olmadım hiç , kimse bana kendi özel hissettirmedi. Baba diye adlandırabileceğim biri olmadı . Kimse dinlemedi beni ciddiye almadı. Hep o sinirle ve öfkeyle büyüdüm senle karşılaştığımda içinde koca bi boşluk olan bi kız çocuğuydum. Bundan bi sene önce seni sevdim aşık oldum güvendim bütün hayatımı var oluşumu sana yasladım. Biliyorum ben sana oturup kitap da yazsam bu kelimeler bi şekilde uçup gidicek aklından. O kadar eksiğim o kadar kırığım ki.
Ben istedim ki her şeyim sen ol, birlikte bi hayat kuralım seni kendime kattım her gün daha çok sevdim. Şimdi bunları yazarken düşünyorum da sen beni hiç sevmedin hiç özel hissettirmedin hala bile onca şeyden sonra bana etrafındaki güzel kadınları anlata anlata bitiremiyorsun ya da eski sevgililerini o güzel oyunculara mankenlere benzetiyorsun. Hiç farkında değilsin ve olmayacaksın da sen bana sahipsin ya da sahiptin. Etrafımda olan onca erkeğe rağmen senle oldum. O koca boşluğu doldurmak için sen bana hiç sevgi ilgi göstermemene rağmen seni hiç aldatmadım. Bi insan birine bakarken canı acır mı hiç? Ben senin sesini duyduğumda bile canım acıyor. Her gün yenidensevdim yeniden affetim göz yumdum. Yerime koyduğun o kadınlardan biri bile olamadım senle sadece sevişmek değil bi şeyler paylaşmak istedm. Sadece güzel bi söz duyabilmek istedim başka hiç bi şey değil. Ama bir sürü hakaret ve aşağılama kulaklarımı doldurdu. Hayatımı kestim attım ne dediysen yaptım. Umrunda değilim biliyorum . Ben hariç herkesle olmaktan hoşlanıyorsun biliyorum. Hiç mi hiç sevmedin beni onu da biliyorum ama ben hala o sevgiye aç çocuğum babam kardeşim abim annem dediğim o adamı aslında yaratmışım ve kendi kendime bi masal kurmuşum. O masalı da ben bitirmeliyim. Üzgünüm etrafında onca kişi aramızda bu kadar beden varken yapamadım olmadı . Ben bu gün vaz geçtim senden . Ben istedim ki biz ayrı kaldığımızda tut kolumdan ya da gel yanıma beni istediğini söyle değiştiğini o kafama sok. Ama bizim her ayrılığımızda ya da senin her yalnız kalışında başkasını buldum yanında. Artık unutmalı ve bi hayat kurmalıyım. Ben mi? Bense sana bakarken gözleri parlayan o kadın olarak kalacağım.
Sen var mısın yeryüzünde bilmiyorum, ama yine de bir şeyler karalayacağım.
Var olduğunu varsayarsak, seni bulmak için hiçbir çabam olmadığını önce belirteyim. Ne mi yapıyorum? Yatıyorum hep. Popomu devirip bütün gün yatıyorum. Ağustos böceğiyim ben. Bir Ağustos böceğini sevebilir misin, bilmiyorum. Evimde canım sıkılır, kâh salonda gitar dımbırdatırım, kâh yatağımda iki seksen kitap okurum, kâh bir chopin bestesinde hayatı sorgularım. Sana göstereceğim bol miktarda kitap var ama, en azından 1 hafta kadar sıkılmazsın benimleyken. Huysuzum bir de, bir bilsen. Hiçbir şeyden memnun olmam. Yüzüm mahkeme duvarı gibidir hep. Gerçi gülerkenki hâlimden çok daha iyidir. Profiterol sevdalısıyım. Seni profiterole doyurmadan seni bırakmam herhalde. Ben hep elit pastanesinden yerim, başka bir yerden yemedim hiç. Neyse, ne saçmalıyorum yahu! Yoksun sen.
Eski zamanların çok manidar haberleşme zerafetiydi. Şimdi ki zamanda cok fazla olmasa da nostaljiyi tekrar yaşamak için yapıldığında tatlı bir heyecan olur zarfı açınca.
Jennifer Connelly’e bile benzetselerdi gülerdim. Neden mi? Çünkü Afrodite’e dahî güzelliğinden bir parça olsun zerk eden odur. Fakat vefasız Afrodit şimdilerde diğer tanrılara ve tanrıçalara caka satmakta. Olimpos’tan aşağı sallandırmak vardı şimdi o bencil tanrıçayı fakat şükretsin ki güzelliğini güzelliğin ta kendisinden aldı. Olsun, varsın öyle olsun. Güzellik hiçbir zaman cömert oldu diye kendinden bir şey kaybetmemiştir.
Biz ise ilhamlarımızı ne göklerden ne de gaybdan aldık, biz ilhamımızı ancak ve ancak güzelliğin zemheri gözlerinden almışızdır. Zira ondandır vefalı oluşumuz ve yine ondandır belagatimizin kudreti.
boynunu, enseni yalıyorum, kokunu içime çekiyorum... sıcak nefesimi hissediyorsun boynunda... kulağını emiyorum, köprücük kemiğini yalıyorum hafifçe... bir elimle de dıbını okşuyorum külodunun üzerinden... sen de geniş omuzlarımdan tutup dudaklarıma yapışıyorsun, bir elinle de pantolonumun üzerinden sertleşen penisimi okşuyorsun... arkana geçiyorum, kalçana sürtüyorum hafifçe, penisimin sertliğini hissediyorsun... ellerimle de göğüslerini okşuyorum, sıkıyorum... ve aynı zamanda da enseni yalıyorum... sonra seni bana çevirip dudaklarını öpüyorum, dilimi ağzının içine sokuyorum... öperek boynundan aşağı, göğüslerine iniyorum... göğüs uçlarını yalıyorum, emiyorum, hafifçe ısırıyorum... sonra yalayarak göbeğine iniyorum ve bingo!
tam vajinandayım şu an... külodunu sıyırıp ortaya çıkarıyorum bal kutunu... klitorisini yalıyorum, aynı zaman da nefesimi veriyorum... sıcak nefesimi ve ıslak yumuşak dilimi klitorisinde hissediyorsun... vajinanın dudaklarını emiyorum, içime çekiyorum... iyice ıslanıyorsun... iki parmağımı içine sokuyorum bu kez, bir yandan da klitorisini dil darbelerimle yumuşatıyorum... altımda inliyorsun... sakso çekmek istediğini söylüyorsun bana ben de pantolonumu indiriyorum ve ağzına veriyorum... kafasını yalıyorsun ilk önce, emiyorsun iyice... dilinle altını yalıyorsun, ben kendimden geçiyorum... hepsini almaya çalışıyorsun, kafandan bastırıp iyice itekliyorum...
beni içinde hissetmek istediğini söylüyorsun... hayır demiyorum ben de...
neyse, penisimin kafasını sürtüyorum klitorisine, sıcaklığımı hissediyorsun... ve yavaşça itekliyorum içine doğru...
sonra hepsini sokuyorum, dibine kadar giriyorum içeri... sıcaklığımızı hissediyoruz ikimiz de... göğüs uçların sertleşiyor, kabarıyor... hızlanmamı istiyorsun, hızlanıyorum ben de... bir yandan da üzerine eğilip boynunu yalıyorum, göğüs uçlarını yalıyorum, emiyorum... bacaklarını belime doluyorsun daha iyi girebilmem için... kendine çekiyorsun beni, iyice kaldırıyorsun kasıklarını, klitorisini sürtüyorsun... ben de bir yandan içinde gidip gelirken diğer yandan da göğüslerini okşuyorum...
sonra pozisyon değiştiriyoruz... önümde eğiliyorsun, -kibarlığım üstümde domalıyorsun demiyorum- ben de arkadan yavaşça yaklaşıp içine giriyorum... omuzlarımdan tutup kendime çekiyorum seni, üzerine eğilip sırtını yalıyorum... göğüslerini okşuyorum... bir parmağımı da bana bakan anüsüne sokuyorum... inliyorsun altımda, sırılsıklam oluyorsun, adeta kayıyorum içinde... üzerine çıkıp bir elimle vajinana ulaşıyorum ve klitorisini okşuyorum, mastürbasyon yapıyorum sana, aynı anda içine girip çıkarken... ve dayanamıyoruz, aynı anda geliyoruz... sıcak spermlerimi içine boşaltıyorum... ve kulağına eğilip diyorum ki; kalk abi son durak.