Te bu aşam zamanlarıda epten akılcımı alır, gözümü
göğnümü bi oş edersin beyav.abe Allah belacımı versin
seni cuk severim. Ne derim sana bu aşk beni canımdan
etmezse gene iyi. Yatmazmıyım yatacıma abe bi direm
uyku girmez güzlerime. Dün o yanı dün bu yanı ep gene
silinmez senin ayalin beya. Günlerdir ekimekten sudan
kesildim artıkım. Tarlada elim çapa tutmaz, gayfide
desen ne bi laf iderim akıdeşleynen ne 66 uynarım.
Düşün bubam düşün. Recep ağanın sıpası gibi önüme baka
baka solurum. Aşamları sizin maallede sülerim "yârim
sende vifa yokmu" şarkısını. Duyarsın elbet, elmiş
ninem bilem diğner. Anlarım kızanım seni anlarım der.
Ama üzmeyesin boşuna datlı canını unda u buba varken
vermez asibeyi sana der ep. işte u zaman çeltik
tarlasına döner galbim ehpten gene vıcık vıcık. Şu
buban olucak gapçık ağızlıyı yola getiremezmisin beya.
Âşıklık çekeriz bilirsin işte. Eriye eriye gündöndü
sapına döndük anacını satımının. Az çok zanatimiz de
var. Yaparız fıtımış'ın baçade bi düğün. Daktırırım
beş dane cumuriyet, alırım uzun tülü mantu, alırım kul
çantası, alırım içine allık bilem. Süle anana aşama
bunları çıtlatsın bubana. Yoğsam atar em vallahi em
billahi damarları beğnimin. Buzmayasın adamın aklini.
Yarın gecem alil'le rasim'i yanıma gatıp senide
ısmayılın cibe atıp, çıktıkmı çulu yoluna bokumu
yetişirler arkamıza. Te ben adama buguda sülerim kal
sağlıcakla.
Bütün çiçeklerin,renklerin güzelliklerini,kokularını ve özelliklerini üzerinde taşıyacak,iklimleri barındıran,dünyamı bakışları ile kuşatan,güneşim,ayım,yıldızlarım,havam ve suyum,toprağım olan,bir tebesümünde yüregimi yatıştıran diğer parçamı arıyordum O,sendin...
Yoklugunda hersey olumsuz...Bir efsunlu bakısın destanını yazan yüregim,silinmeyecek gibi kazıdı ismini beynime ...Bu aşk olmalı gönlümün aşılmaz duvarlarla örülen mahzenlerini delen,o emsalsiz bakışlarının tutsağıyım artık...Hayatımın manasını buldugumu fısıldayan yüregim,seni arzulamakta...ömrün yollarını birlikte yürümek,acıları,sevinçleri ve sevdaları benimle birlikte yaşamak istermisin?...
Dilersen cevapsız kalabilir satırlarım...Yüreğini okumak için duygularının satırlara dökülmesini istemem..."YOK" diyorsan,hüzünle ama,yinede saygıyla karşılarım kararını.istemiyorsan,tek kelime bile olsa bu satırların altına eklemeni arzularım."YOK" desen bile o en kısa kelimeyi yazmalısın en azından.Yüreğine kazımaya gücüm yetmemişse sevdalarımı,bir kagıt üzerinde iz bırakan,en azından senin şekillendirdigin harfleri hatıra olarak saklamak isterim "....".
Çocukken tuttuğum dileklerden biri olsa gerek şuanda yaşadığım.. hani beyazın anlamı kadar yalansız dolansız ,masum zamanlardan kalma..
Geldin.. gelişin öyle kendiliğinden ki, hala mucizeler var dedirtir gibi... Zorlukların, nerede basladıgını unutturdugu hayatıma ,kendi hikayelerinden başka bir zaman dilimi verdin, başlangıc ve bitişlere aldırmadan içinde bulundugum o ana odaklanmayı basardıgım yeni bir boyutta hissediyorum artık kendimi. Biri zamanın oylece gectiginden umutsuzca bahsederken ,gulumsuyorum ben, kalbimde biriktirdiğim gusel anılara seninle birlikte yasadıgım bir yenisi daha eklendiği için.
Asla üstesinden gelemeyeceğim dediğim hayal kırıklıklarım vardı, baktıgımda görmekten nefret ettiğim izler üzerimde, butun aynaları boyamak istediğim ,yüzüme bakmaya cesaret edemediğim zamanlar geçirdim, her dokunusun yeni bir anlam yükledi ,bir yarayı daha kapattı sanki, artık aynalara baktığımda sadece kendimi görüyorum ve arınabilmeyi başaran ruhumu, hayatın olanca pisliğinden...
Ben sanmıstım ki, tamamını göremezsem gökkuşağının bakmanın bir anlamı yok, eğer yarım yamalaksa güneş dışarı çıkmanın bir anlamı yok, şimdi gördüğüm en ufak bir renge bir şiir yazabilir, minicik bir ışık için kocaman resimler yapabilirim...
Şimdi sen bunları okurken diyorsun ki ne gerek var söz etmeye geçmişten ve biz çok konusmuyoruz bunları ben incinirim belki diye... Ama ihticayım var yazmaya, ihtiyacım var cunku konusulmayanlar büyür arada.. Yazılsın ve yazılanlar kalsın biyerlerde, bilelim varlığını da dönüpte okumayız.. tekrarlamayız..
...ve ben hissettikçe varlığını koşullar ne olursa olsun,düşersem tutunabılecegımı bildikçe sana ,bastığım yeri hissetmeye başladım.
Biliyor musun sevgilim aslında bütün bunlar gözyaşları ve hüzün eşliğinde sana yazdığım sitem mektubumun cümleleri değil aslında hepsi senin göremediğin ve benim damağımda kalan duyguların minik parçaları ve sen gene göremeyeceksin seni neden ve nasıl bu denli sevebildiğimi çünkü inan bunu ben de henüz anlayamadım...
Ellerini çok seviyordum, narin, yumuşak ve damarsız ellerin vardı.
Şiddetle yumruğunu sıktığın vakit bile narinliğinden çıkamayan ellerinden bahsediyorum.Yoksa şaşırıyor musun el gibi garip bir detayını böyle anlattığım için ?
Gözlerine neden bakamıyordu gözlerim biliyor musun?
Utana sıkıla cümleler kurmamın sebebi karşımda duran gök mavisi gözlerindi ve sen aynada sadece kusurlarına baktığın ve sadece onları görebildiğin için o gök mavisi gözlerini fark edemiyordun.
Öyle şaşırıyorumki sen yanımda yokken hala güneşin doğup batabilmesine ve hala nefesler alıp verebilmeme.
Meğer senden önce yaşadığım hayat sadece terimlerde bir hayatmış ve sen bana terimleri aşan bir yaşam yaşatmışsınki doğan güneşe doğabildiği için şaşırır hale gelebilmişim.
Ve aynı sen bilinçaltımın ve duygularımın ırzına geçmiş olmalısınki her şey bu kadar anlamsızlaşabilmiş.
Her şeyin anlamsızlaşmasının yanında doğan güneşlere, açan çiçeklere şaşırmalar da başlamış zihnimde.
Tanrım nasıl bir çelişkidir bu!
Hayal et, en güzel şarkıların en güzel nakaratlarında yağmur altında dans ettiğimizi.
Düşün, senden ve benden başka kimsenin olmadığı bir Dünya'da umarsızca var olduğumuzu.
Hisset, bedenlerimizin birbirine çarparak yarını düşünmeden seviştiğimizi.
Dularımız, yakarışlarımız ah o hormonlarımıza ve nefsimize yenik düşüp de yaptıklarımız, ya şarkılarımız ?
Unut hepsini ve kendini sonsuza kadar uzak tut bedenimden, varlığımdan.
Ben var oldukça kendini uzaklaştır ve bunu seni bana özletmeden yap ki ben de var olabileyim sanki sen hiç yokmuşcasına...
varlığın bir arkadaş sıcaklığıydı önceleri. kim derdi ki bugünlere geleceğiz. mor gömleğin ve siyah takım elbisenle ellerin kolların daimi bir hareket halinde sürekli birşeyler anlatırken hatırlıyorum seni ilk. bir de hep şikayet ederdin yorgunluktan. ama tatlıydı şikayetlerin. zaten hiç can sıkıcı olmadın. aradığımda hep yanımdaydın. bende senin yanında olmaya çalıştım hep. özeldi yaşananlar. çünkü benzerdi hayatlar. sensiz ben, bensiz sen olmazdı. ama biraz geç farkettik galiba bunu. şükür ki sen benden daha erken farkettin ve cesaret gösterdin. arkadaşlığımızın bitmesini bile göze alarak her şeyi, içindeki her şeyi söyledin. ben senin kadar cesaretli olamazdım. zaten hiçbirşeyi tutamazsın içinde. için neyse dışında o. sarsıldım. toparlayamadım önceleri. ama seni kaybetmekten çok korktum. sonra sevdim seni çok sevdim. şimdi ise içimdekileri anlatamıyorum. kelimeler tuhaf yaratıklar gibi geliyor şu an. ne söylesem olmayacak tarif edemeyecekmişim gibi.
gözlerimi bağlasan, bırak kendini desen sorgusuz sualsiz yapabilirim bunu. gel desen düşünmeden gelirim. sorma desen sormam, merak etmem çünkü bilirim vardır ikimizin iyiliğini düşünerek yaptığın bişey. tuhaf bir şey işte. sevgilinin ötesindesin şu an. aslında hayatta hep istediğim şey başıma geldi galiba. dostsun, arkadaşsın, sevgilisin, en değerli varlığımsın, yanımdasın, özlediğimsin, ertesi güne beraber uyanmak istediğimsin, kuzumsun.
seninle geçen bir geceden sonra, sabaha yalnız uyanmak var ya.. insanı öldürüyor. gözlerimi açtığım andan itibaren telaşla seni düşünüyor oluyorum o an. bedenin yanımda yok evet, ama ruhun yanımda mı?
fransız şarkıları eşliğinde aklıma en güzel fransız filmleri gelirken günün devamını getirmeye yola koyuluyorum.. eller, yüz, dişler temizlendikten sonra, temiz bir gün başlıyor. güneşli bi' hava.. ardından gazeteni almışsın, sahilde o en çok sevdiğin sinemanın üstündeki o kafeye oturuyorsun. o içten sıcak gülümsemesiyle yanıbaşına gelen garsonlar, "hoş geldiniz, ne alırsınız?" diyorlar.. evet tek kişi sorma o soruyu, her zaman bir ikinci kişi vardır sual sırasında; sıcaklık ve mekanımıza hoş gelmişsiniz ifadesi yaratmak için. güzel bi' kahvaltı edesim geliyor. ardından güzel bi' türk kahvesi -fransız edasına bürünerek-. sonra gazetem de o sırada okunmuş bitmiş oluyor. güzel bir keyif evet. hepsinin harmarlaması senin üzerine yine sevgilim.
çok kibar olmak istediğim ama yine samimiyetin verdiği o coşkuyla, hastası olduğum o ciddiyetimi bozarak tüm gün ne yapacağımı içimde mırıldanırken..
finaller de bitmiş, kafa da rahat. bugün ne yapsam diye sokaklara avam avam bakınırken, en yakın arkadaşımı aramak aklıma geliyor. "bugün programınız ne" sorusunu sormak için. sonra onlarla takılıyorum. sonra onlara yine senden bahsediyorum, onları "sen" muhabbetiyle bunaltmayacak kadar. biraz seni çekiştirdikten sonra, yine seni sevmenin ne kadar eşsiz güzellikte olduğunu kafamdan geçiriyorum. bilirim sen yine işkolik, sen yine duyarlı vatandaş, sen yine sosyal... ve sen yine sen.. var evet. neyse.. satırlarımı sonlandırmadan şimdi son sözüme geçiyorum.
gel artık demek istiyorum sana. özledim demek istiyorum sana. özledim nefesini hayal ettiğim kişiyi. özledim yüreğine dokunabildiğim kişiyi. özledim hiç görmediğim o yüzü, ve özledim ben özledim sevgilimi. bu mektubu da görmen için sana yazdım. umarım açıp bakarsın. ha ilk paragrafı sorarsan, yarı hayal, yarı gerçek şekilde oluşumunu yazılarla tamamlatmıştım sadece. olası güzel kısımlarını hayalden öteye geçirmek benim en büyük arzum. ve seni ömrüm yettiğince sevmek en büyük tutkum. sözümü gittiğim bir operadan sözlerle tamamlamak istiyorum. "ah aşk, titrer durur yüreğimde, ne esrarlı ne mağrurdur."
şimdi bitti deyip bitirdim mi sanıyorsun? hayır bitmedi, bitmez ki sana yazacaklarım. sana yazmaya doyamıyorum; ama seni yaşamaya hiç doyamayacağım galiba. sen güzel bir rüyasın benim için. gerçek olma umudumla sarıldığım.
Sevgilim, bir günün ortası şimdi
Taşıtlar hızla gelip geçiyor, her yer kalabalık,
Ben seni düşünüyorum bir bodrum kahvesinde
Uzat bana uzat ellerini
izinli askerler görüyorum, kırıtarak yürüyen işçi kızlar
istanbul her günkü yaşantısı içinde, uğultulu,
Güvercinler güneşten bir sessizliği biriktiriyor
Ben seni düşünüyorum seni
Hani tıpkı o ilk günlerdeki gibi
Kalbim diyorum kalbim
Daha dün tezgâhtan çıkmış bir su sayacı gibi
Aşkı anılar besliyor düşler kadar
Bu yüzden diyorum ki aşk eskidikçe aşktır
Sevgi eskidikçe sevgi.
Günümüz ekmeğimiz, türkümüz
Çoluğumuz çocuğumuz
Binalar yan yana yükselip gidiyor
Vapurların ağzı köpük içinde
Uzaklarda ne kapılar açılıyor
Tirenin biri bir istasyona varıyor
Ordan çıkıyor biri.
Her şey biliyor her şey
Sen biliyor musun bakalım
Seni nice sevdiğimi?
Üstüne titrrediğimi?
Oysa sımsıcaktı kolların şimdi üşüyorum bu şehirde. Sana kadar daha ne çok var. Sayılarım tükenmeden geleceksin de yine yetmeyecek. Değil mi uzaksın bana yanımdayken bile, şimdi olsan yine özlerim seni. Yine yine... Çocukça sözler sarfederim masumdur özlemim. Bir takvim görür bunu bir de şimdi sana söylerim. Varlığından nasıl da habersizmişim o ana kadar, nerelerdeymişsin, nerelerdeymişim, nasılmış yaşam? Şimdi tek sensen fikrim, öncem neydi, neydi benim fikrim? Neydi gülüşüm, gülümsediğim neydi? Neydi bakışım, neyeydi? Bu kadar mı uzak o günler yoksa senden mi bu etki? Fark eder mi, mutluysam şimdi?
Öyle içimdesin ki. Yanağımda dolaşan rüzgardan daha gerçek dokunuşların. Küçük, ürkek, kesik dokunuşlarınla, belki de her zamankinden daha yanımdasın. Yani öylesine, o kadar bensin ki. Ah nasıl anlatsam. Boşuna bu çabalarım, doğru kelimeleri aramalarım. Ne kitaplar yazıyor, ne de sözlüklerde karşılığı var. Yalnızca hissediyor insan, yaşıyor. Kelimeler eksik, kelimeler yaralı. Kelimeler cılız.
Taşımıyor, anlatmıyor, tanımlamıyor bu duyguyu. Ben de. Çok başka bir şey. Sevginin ortasında, derin acılar hisseder mi insan? Aydınlık gülümsemelerin içine, hüznü yerleştirir mi durup dururken? Gözlerine buğu,diline sitem, yüreğine burukluk, çöreklenir kalır mı asırlarca?
Gelmeyeceğini bildiği mektup için, posta kutusunu hep aynı heyecanla açar mı? Dedim ya, başka bir şey bu. Ne kadar yalnızsam, o kadar seninleyim şu günlerde. Belki de en başta, tutup seni en derinlere koydum diye oldu bunlar. Kimseler ulaşmasın diye, kimselerin bilmediği, bulamayacağı yollara götürdüm seni. En derinlerde tuttum. Bana sakladım. Derine, hep daha derine.
Seni yapayalnız, bir tek bana bıraktım. Paylaşamadım yanlış yaptım. Sana ulaşan yolları kaybettim diye bütün bu şaşkınlıklar. Kendimi oradan oraya vurmam. Sağımda, solumda, ne zaman dikildiğini bilmediğim duvarlara çarpmam, hiç görmediğim çukurlarla boğuşmam. Denizlerin, gürültüyle gelip vurduğu dehlizlerin, acılı duvarları gibiyim.
Duvarlarım yosunlu, duvarlarım kaygan, duvarlarımdan hiç tükenmeyen sular sızıyor. Tutunamıyorum. Renklerim, gün içinde değişiyor. Soluyorum, soğuyorum. Güneş ulaşmıyor içerilerime. Küfleniyorum, yaşlanıyorum. Yalnızlıklar peşimde. Dokunduğum her ıslak duvardan, pis kokulu bir yalnızlık bulaşıyor üstüme. Yapış yapış, vıcık vıcık bir yalnızlık bu. Biliyorum, bütün bunlar, hep benim suçum.
Seni sakladığım yere ulaşamaz oldum. Yollar, gitgide uzadı ve karıştı. Ümidimi ısıtacak, parlatacak, kımıldatacak bir şeylere ihtiyacım var. Ah onun ne olduğunu biliyorum. Sonu sana geliyor her cümlenin. Her şeyin başı içinde ve sonundasın. Bu değişmiyor. Öyle içimdesin ki. Birden aklıma geldi, tuttum sana bir mektup yazdım dün.
Çok mutluydum. Gün içinde neler yaptığımı, nelere kızıp, nelerle mutlu olduğumu, tek tek anlattım. Mevsimlerin ve insanların nasıl karışık ve beklenmedik olduklarını yazdım.
"Yine zamansız yağmurlar" dedim, "Daha önce, hiç bu kadar zayıf değildi güneş ışınları" dedim, "Gerçekten buradaki şarkıları hiç öğrenmeyecek, bilmeyecek, söylemeyecek misin?" dedim. Çok uzun bir mektup oldu. Başından sonuna kadar okudum da.
Neler yazmışım diye merakımdan.
Sonra çekmecemden bir zarf çıkarıp, adını yazdım. Büyük harflerle, yalnızca adını. Adresini bilsem gönderir miydim, bilmiyorum. Mektup cebimde. Cebim yüreğime yakın. Yüreğim sende. Sen yüreğime yakın. Öyleyse mektup sende.
'' Züleyha, Yûsuf'a bir mektup yazmaya başlayınca. Yûsuf diye başladı, Yûsuf diye bitirdi. Gördü ki hitaptan öteye geçemedi. Anladı ki aşkın nâmesinde ser-nâmeden öte kelâm yok. Ve Züleyha'nın lügatinde Yûsuftan öte sözcük yok.
tedavülden kalkmıştır öyle ucu yanık mektuplarla haberleşmeler..tadı ayrıdır elbet..teknolojik çağa ayak uyduran bireyin sms yoluyla telefondan göndermek suretiyle haberleşmesi daha basit olduğu için tercih edilesi en doğru yoldur..
mektup değil mail attım. sevmiyorum seni kendime başka birini buldum sen romantik aşk filmlerini izlemeye devam et uzaydan beyaz atlı prensin iner belki.
düşünmeden yazılınca daha bir gerçekci olan mektup.
şimdi yazacaklarım hikaye gibi gelicek ya sana olsun oku yine:
hatırlarsın o sonbahar günlerini buz gibi hava, kuru, o ağaçların sadece dalları gözüküyor, dalların üstünde buz. o zaman arkamdan geldiğini görmüştüm işte, o siyah montun üzerinde, o dalgalı, soğukdan katılaşmış saçların, o saçların arasından kulağına doğru çıkan kulaklık; büyük ihtimal "blues" ya da "80 lere" ait şarkılar dinliyordun. ne yapmalıyım? diye düşündüm, nasıl olsa evimiz yakındı aynı yere gidiyorduk, biraz yavaşladım yürümeye devam ettim, biraz daha yavaşladım hatta sigara yakmak için durdum ama gelmedin. arkamı dönüp baktığımda yoktun sen orda koştum hemen arkaya ara sokağa baktım oradada yoktun. o buz gibi havada nasıl oluyorsa başımdan aşşağıya sıcak sular dökülmüş gibi bir his kapladı içimi. eve gittim, bilgisayarda seni bulmak için ama yine yoktun. geç saatler olmuştu o zaman, birden sen geldin, hemen yazdım bir şeyler cevap verdin bir daha yazdım ama cevap vermedin, gece 00:00 dan sabaha karşı 04:30 a kadar sadece o ufacık resmine bakarak bir şeyler yazmanı bekledim, yapmadın. hayatımdan yavaş yavaş çıktın, bir çok kez düşündüm, ama hiç... elimden gelen bir şey yok, nasıl oluyorda her şey sana bağlı oluyor, oluyor işte bazen oluyor yapacak bir şey yok. neyse zaten hayatımdan çıkıp gittin, ama ben seni biliyorum, zamanı gelince bunları gülerek yüzüme vuracaksın, gülerim o zaman hiç sorun değil aynen şimdi bana gülenler gibi. bu kadar kısa değil aslında bunlar biliyorsun, sen çok iyi biliyorsun, sadece anımsatmak istedim ben gerisini sen yaz kafanda sevgili.
biliyorum bunları okuyamayacaksın ya da okusan bile sana olduğunu bilmeyeceksin. kendimden nefret ediyorum çünkü; ben gülünce bile mutlu olabilen bi insanı kendimden iğrendirdim.
ilk öpüşmemizi hatırladın mı? öpmek için bakıp duruyordum fakat; bi türlü cesaret edemiyordum. pat diye öpüverdin sevgilim. o an dudaklarımdan bütün bedenime huzur yayıldı sanki. hani çizgi filmlerdeki karakterlerin ayak ucundan başa donması gibi. peki birbirimize ilk dokunduğumuz anı? heyecandan zangır zangır titriyorduk. ilk beraber uyumaya çalışmamızı hatırladın mı peki? defalarca başını göğsüme koymuştun ama gene her defasında abuk formlara bürünmüştük. ilk yan yana oturmamızı hiç unutmadım zaten. teşkilattan ülkücüler beni tenhaya çekip uyarmışlardı 'ağır olun' diye. 'ben de sizdenim aga.' diyince bırakmışlardı.
salonumuzu ihtişamlı, oturma odamızı sade istiyordun. oğlumuz olacaktı hani, tüm mükemmel sıfatlarına bir de 'oğlumun annesi' eklenecekti.
hiç aklıma gelmezdi bi gün 'benden bu kadar' diyebileceğin. hiç gelmezdi aklıma bana bomboş ve donuk gözlerle bakabileceğin. aklımın ucundan geçmezdi 'orkun' isminin sana hiç bir şey ifade etmeyeceği.
ve şimdi... şimdi her an 1 metre uzağında olup da sana seslenememek , eskisi gibi tutup kolundan çeke çeke götürememek, arkadaşın olduğunu bildiğim erkeklerden bile kıskanmak nasıl bir şey bilemezsin. sana öyle kızgınım ki; bana yemin ettiğin, asla yapmam dediğin şeyleri, bize özel şeyleri başkasıyla yaparken hiç mi aklına gelmiyorum? gece yastığa kafanı koyduğunda zihnin paylaştıklarımızdan bi demet sunmuyor mu hiç? annen hiç mi sormuyor 'orkun vardı noldu?' diye?
ve en önemlisi yaşanmışlıkları nasıl bu kadar kolay yoksayıp hayatının öznesini değiştiriyorsun?
sevgili.sevgili sevgiliii kiiiim.bil bakalım kim.
yada bilme mesela daha iyi böylesi, anonime bu mektup öyle olsun. sıfır yada sonsuz gibi. edebiyatı küçük parçalara ayırıp, kafamızdan aşağı boca ettikten sonra ortaya çıkan önem verilmiş görünümlü kadınların rengi her daim kırmızıdır ve öyle kalacaktır. öldürmeniz gerekirse lütfen kanlı bir yöntem seçiniz, mesela kafasını uçurmak, mesela bir aşk cinayeti esnasında nefsi müdafaaya girişip, kurban olacakken birdenbire katile dönüşebilrsiniz, bu yeterince kırmızı bir cinayet olabilir. yada tam tersi katil olacakken kurbana dönüşebilirsiniz bu da aynı kırmızılıkta. daha sonra ortalıktaki kanıtları yok etmeye girişebilirsiniz. mesela parçaladığınız edebiyatları alın ve götünüze sokun, böylece kurban da yada katil aynı hızla olay yerinden uzaklaşacaktır. ve siz suçlu olmaktan sonsuza kadar kurtulacaksınız. üstüne efes güneşi marka bir şarap için ki mideniz bulansın, bu da suçlu olmaktan kurtulmanın bedeli.
şarap kokan bir ağızla ancak sarhoş bir bayanın yanına yaklaşabilirsiniz bunu da unutmayın. eğer yanına yaklaşabilecek bir sarhoş bayan bulduysanız, önce parçaladığınız edebiyatları götünüzden çıkarın ve ona ikram edin, sarhoş olduğu için hiçbirşey anlayamayacaktır emin olun. 'bunlar şarabın yanında iyi gider güzel bayan, peki bu gece vücudunuzu biraz hırpalayabilir miyim, yalamak emmek gömmek suretiyle! bu konuda üstüme yoktur da' deyip, sarhoş ve güzel bayanın koynuna girebilrsiniz. sabahleyin yatağınızda kanlar içinde yatan güzel bayanın aynı bayan olup olmadığını düşündükten sonra, biraz daha edebiyat parçalamanız gerekecek akşamdan kalmalığı üzerinizden atabilmek için. bu işe yaramıyorsa en yakın ganyan bayiine gitmelisiniz. ve 'akşamdan biraz şarap kalmıştı, alabilir miyim, atlara vericem de?' demelisiniz. bu da mı işe yaramıyor? eve geri dönüp kanlar içinde yatan güzel bayanın aslında kanlar içinde yatmadığını gördükten sonra, şaraba bandırılmış at kılından yapılmış bir sicimle sizi çok seven birini intihar süsü vererek öldürmelisiniz. bu sırada kimse size bakmamalı. görünmez olmalısınız yada şöyle deyin mesela 'o ben değildim bana çok benzeyen biriydi'.
boşlukta sallanır ya bazen hayat.umudunu kesersin herşeyden nefes alıp vermekten başka bi çaren olmaz kimi zaman, yürürsün yollarda boş sokaklarda düşünürsün herşeyi bazen bir sıcak gülüşe, ellere, gerçek anlamda sevilebilecek insan çıksa iyi günde, kötü günde yanıbaşımda olsa, onun bi tebessümüyle dünyama ışık doğsa, yaşadığım saçma hayatta tek gerçeğim olsa, kalbimi açsam korkmadan, sevsem delicesine çekip gitmek diye birşey olmasa, sadece sevdiğim olarak kalmasa, yeri geldiğinde arkadaş, derstleştiğim biri, o herşey olmalı.. paylaşmalıyım en saf duyguları, bazen çocuklar gibi şımarık, gülmeliyim, yaşamalıyım mutlu olmalıyım, bazen sarılıp ağladığım sıcacık kolların sahibi olmalı, ona her bakışımda tekrardan yaşama dönmeliyim, nefesim onunla anlam kazanmalı, sıradan anlamsız geçip giden günlerim şu geçici dünyada dolu dolu yaşamalı onunla..
ama..düşünmekten başka bişey yoktur inanmassın böyle bir aşkın seni bulacağına..
düşündüğünde bile bir an mutlu olursun sonra bunların sadece hayalden ibaret olduğunu kabul edersin.. belki bir gün böyle aşk bulur beni dersin ama bunu derken bile yüzünde bir gülümseme belirir..kendinle alay eder gibi, çünkü umudun bile yoktur.. hayat yaşattıklarınla köreltmiştir inancını, herşeyini..
ansızın birşey olur bazen.. nerden çıktığını anlamazsın bir çift göz, bazen iki kelime bile yeter ruhunu işleyip teslim alır seni senden.. aşık olursun.. kalbin kuş kanadı gibi çırpınır onu gördüğünde.. aşk; zaten mantığın herşeyin son bulduğu bir duygudur.. bazen üzer, bazen mutlu eder.. ama herşeye rağmen aşk güzeldir. onun acısıda tatlısıda farklı duygu yaşattırır. hele ki aşık olduğun yanında senin kollarındaysa bundan güzeli yoktur hayatta.. dünya etrafınızda dönüyor sanırsınız, ayaklarınız yerden kesilir.. yanınızda olsa bile özlem duyarsınız hep yanınızda olsun istersiniz. hayatınız merkezi oymuşşasına davranırsınız. yaşamak için suya duyulan ihtiyaç gibidir sevdiğinizin varlığı, o kadar güzel hayaller kurarsınız ki ikinizin olduğu bunların gerçeğe dönüşmesini istersiniz. aşkta kötü düşüncelere yer yoktur tertemiz saf duygularla yaşarsınız. isterseniz dünyayı elinizde oynatacak biri olun aşk mantığın kabul görmediği tek duygudur.
sana olan duygularım sadece bu sözlerden ibaret değil aslında, kelimelerin kifayetsiz kaldığı duyguyu yaşıyorum seninle