Sözün bittiği, en yoğun duyguların yaşanmaya başladığı andır.
Yıl 2007, mevsimlerden sonbahar, aylardan kasım… gününü tam hatırlamamakla beraber, okula gitmediğime göre haftasonu olmalı diye düşünüyorum. okulu asmış olma ihtimalim de var, bu önemli değil.
Ellerim cebimde, hızlı ve sık adımlarla yürüyorum. Mp3 çalarda Iron Maiden’ın sert bir parçası çalıyor. Şarkıya kendimi öylesine kaptırmışım ki, adımlarımı müziğin ritmine uyduruyorum. Dahası, bu huyumdan karşıdan karşıya geçerken de vazgeçmemem.
Onun oturduğu sokağa giriyorum. Egzozla karışık bir hamur kokusu hakim buraya. Sanırım bir teyze hamur kızartıyor. Puslu bir sokak, kasvetli. Yeni yağan yağmurun ıslaklığını üzerinden atamamış duvarlar, kaldırımlar… nefret edilesi, iğrenç bir yer kısacası. Ama ben bu sokağı seviyorum. Sokakta maç yapan çocuklarıyla, tüm iç karartıcı ambiyansıyla burayı seviyorum. Neden mi? çünkü o bu sokakta oturuyor. Her duvarda, her kaldırımda ondan bir iz görmek mutlu ediyor beni.
Kahverengi demir kapıya yaklaşıyor ve sağ taraftaki düğme yumağına inceliyorum. Bir tanesine bastıktan sonra da parmaklarımla metal kapı üzerinde trompet çalıyorum. Önce bir kanarya, sonra da tiz bir zil sesi yankılanıyor boş apartmanda. Kapıyı itip giriyorum içeri. Apartman berbat kokuyor. Dışarısı bile iyidir buradan.
+ Merhaba, hoş geldin.
“Hoş bulduk” deyip ayakkabılarımı çıkarıyor ve eve giriyorum. Kulaklığımı mp3 çaların etrafına sarıp cebime atıyor, sırtımdaki siyah çantayı da kapının arkasındaki komodinimsi şeyin üzerine bırakıyorum.
- Ne konuşacağını merak ediyorum aşkım.
Sonra ona sarılıp boynundan bir öpücük koparmak istiyorum fakat izin vermiyor. Hafifçe geriye çekilip koltuklardan birine oturuyor ve yanına oturmamı işaret ediyor. Çok ilginç, hiç böyle davranmazdı. Annem, o ve kardeşim dışında başka kimseyi öpmeyi sevmeyen bendim, o değil.
“Ben,” diyor fısıltıyla. Bunu dedikten sonra da gözlerini yerdeki halıya indiriyor ve halının desenlerini inceliyor. Bu yüz ifadesini gizlemek için yaptığı bir şey, anlıyorum.
“Evet sen?” diye sıkıştırıyorum, fakat yüzünü hala yerden kaldırmıyor. Elimle yavaşça çenesinden tutuyor ve başını yukarı kaldırıyorum.
- N’oldu, neyin var?
+ Ben istemiyorum daha fazla.
- neyi?
“Devam etmeyi,” diyor. Şimdi yanağından aşağı süzülen ve bir kristal parçasını andıran bir damla gözyaşını fark ediyorum. “Bitirelim.”
Hala çenesinde tuttuğum elimi hızla çekiyorum. Bir an şaşkınlıkla yüzüne bakıyorum fakat o kadar ifadesiz ki…
- Neden? Konuş, söyle n’oldu?
+ Olan bir şey yok. Türkiye’de yaşamayacağım artık. Gidiyorum…
- Nereye? Niye?
+ Kanada’ya gidiyorum, tamam mı? eğer kabul edersen şimdi gitmeni istiyorum. Yalnız bırak beni.
“Pekiyi,” diyor ve hızla salondan çıkıyorum. Uzun koridoru birkaç adımda geçip komodinden çantamı alıyor ve kapıyı açıyorum.
Hayır, olmuyor… Buraya kadar geldim belki, ama bir ilişkiyi böylesine silip atmak… Onu ardımda bırakmak… Başaramıyorum. Ayaklarım geri geri giderken, ellerim de kapıyı itip kapatıyor.
- Ben de gelsem? Seninle, Kanada…
+ Okulun, ailen, yaşantın, çevren?
Bu soru(n)ları önceden hazırladığına eminim. Bir anda sayıverdi çünkü hepsini. Haklı da. Onun ailesi Kanada’da. Burada amcasının yanında kalıyordu. Okuluna pekala orda da devam edebilirdi. Peki ya ben? Benim ailem, benim okulum?
Yeniden oturuyorum koltuğa. Çantamı yere bırakıyor, onun o her zaman neşeli, güleryüzlü, teselli edici; ancak bugün inadına solgun, inadına donuk ve ifadesiz yüzüne dikiyorum gözlerimi. Sonra gözlerine… iri birer zeytini andıran o gözlere…
Sarılıyoruz… saçları belki son kez değiyor yüzüme. Belki son kez hissediyorum sıcak nefesini. Belki son kez işliyor gözlerinin kıvılcımı içime…
- seni çok sevdim, bili…
“Şişşt,” diyor bana biraz daha sokulurken. “Ne olur konuşma. Ben de seni seviyorum ve sevmeye devam edeceğim…”
“Git artık istersen.” Diyor neden sonra. “Saat yediye geliyor. Birazdan amcamlar gelir.”
“Ne zaman gidiyorsun?” diyorum ellerini, “Beni bırakma!” dercesine sıkarak.
+ Yarın kalkıyor uçağım. Havalimanına gelmeni istemiyorum. Her şey bugün, burada bitmiş olsun…
“Burada yitmiş olsun…” diyorum Gözlerimin dolmasına mani olamayarak. Bu sahneye daha fazla dayanamayacağımdan, dayanamayacağımızdan eminim. Ayağa kalkıp dudaklarına son kez bir öpücük konduruyor ve olabildiğince hızlı bir şekilde dışarı çıkıyorum.
Şimdi hiç de hoş değil bu sokak. Sanki duvarlar üstüme üstüme geliyor. Hiçbir anlamı kalmadı buranın benim için. Bir daha geleceğimi aklımın ucundan bile geçirmiyorum. Burası da biten anılarımın tozlu sayfaları arasında yerini alsın. Yiten anılarımın...
***
ben seni sadece sevdim,
basitçe, sıradan.
duymadım anlatma gereği
sözlerimle.
çünkü dil kalbin tercümanıdır sadece,
ve ben seni sevdiğimi
anlattım gözlerimle...