çok seversiniz, ona kendinizden bile daha çok değer verirsiniz, hayatınızda ilk defa bi insanı kendinizden çok seversiniz ve öyle davranırsınız, hayatınızı sevgiliye göre ayarlar, sevgilinize göre yaşarsınız. sabah kalktığınızda aklınıza ilk geldiği şeydir sevgiliniz, eline bir diken battığında onun eli değil sizin yüreğiniz kanar, bütün benliğinizle sever ve sizde sevildiğinizi sanırsınız.
günlerden bir gün cevap alamaya başlarsınız, en ufak bir fırsatı kaçırmaz kavga etmek için ve bir gün beklenen an gelmiştir. ayrılalım der ve gider. işte o an götürdüğü tek şey sizsinizdir. geriye hiç bir şey kalmayan bir siz...
götürmedikleri daha acıdır belki de.
sweatshirtleri, tshirtleri, diş fırçası, beraber alınan filmler, beraber okunan uykusuzlar hepsi bir anıdır artık.
ama daha önemlisi yaşananlar.
onları da alıp götürebilse keşke.
hiçbir şeydir esasında. kimse, yegane değildir çünkü.
biz, terk edildik diye yüreğimizin parçalandığını düşünürüz. üzülüp ağlarız ama aslında tek -gereksiz- üzüntü, ona alışmış olmanın verdiği sıkıntıdır. birden çöken yalnızlık havasıdır. halbu ki birkaç zaman öncesine dek öyle biri yoktu hayatında. olmayadabilirdi. nedir bu tripler?
mezarlıklar, kendini vazgeçilmez sanan insanlarla dolu. kimse için üzülmeye değmiyor. üzülür tabii insan, bende üzüldüm hala da üzülürüm ama yaşamı zehir etmeye gerek de yok diye düşünüyorum. üzülmezsek, insanlığımızdan şüphe etmemiz gerek zaten. insanız en nihayetinde. duygularımız var, üzülürüz, ağlarız gerekirse. hayat her zaman güzel şeyler yaşatmıyor insanlara.
unutulmamalı ki; her şeyde bir hayır vardır ve hayırlı olmayan şey de bizden uzak olsun yeter. böylesi, gerçekten daha iyi hissettiriyor. yani, diyeceğim o ki; üzülün ama bokunu çıkarmayın. değmiyor çünkü.
hiç. ne götürebilirki bi sevgili sana ait olan? duyguların, inancın, ya da kalbin yorgundur. yerinde olmadığını sanırsın.. ama inancın da duyguların da kalbin de yerli yerindedir. çünkü senin olan sevgilin değil kaybettiğini sandığın şeylerdir aslında. bi sevgili anca kendini götürür özetle..