bu dünyada her şeyden önemli olan tek şey. o kişiyi bulunca uğrunda savaşırsınız, riske girersiniz, onu herşeyin önüne koyarsınız; geleceğin, hayatın, her şeyin... Belki tüm bunlar hayatınızı daha da zorlaştırır ama bunun önemi yoktur. çünkü kalbinizde bilirsiniz: o herşeye değerdir...
uğruna bir çok fedakarlık yapabileceğiniz tek insan,gün gelip kendinizden daha çok düşüneceğiniz tapılası insan.bunlarla beraber doğru insan olmadığı zaman vediğiniz sevgiye acımanıza,kendinizi pişmanlık kuyularının dibinde bulmanıza neden olan o çok sevdiğiniz insan.sevgili.
kendinizden daha da önemli olan ama gün gelip de aslında dünyadaki en önemli insanın, insanın bizzat kendisi olduğunu öğrenmesiyle yıkıldığı yine de çok sevilen en sevilen hep sevilen insan. ***
Evet Sevgili,
Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,
kim uzanmak isterdi ince parmaklarina,
mazilerinde görkemli bir yasanmisliga taniklik etmis olmasalardi eger!!
sevgisiyle ve kıskançlığıyla delirtebilen,varsa da yoksa da bir dert olan biri
bazen dost bazen gıcık bazen sırdaş bazen aile bazen ateş bazen buz
bazen her şey bazen hiçbir şey...
ard ardına dizilir boğazına yediğin aşın, içtiğin suyun, her ağzını açtığında adını söylememek için, yutkunursun bir başka bahara dersin, oysa ki baharın içinde açan bir çiçeksin susuz çöle dönmüş, o ise başka mevsimlere takılmış yaprakları yeşerten bir çiğ damlasıdır başkasının gönlünde...
ha belki daha bir sürü kelimeler yığabilirdim önüne. anlamsız, saçma ve amaçsız kelimelerden oluşan onlarca cümle kurabilirdim sana. her bir kelimeye binlerce anlam yükleyerek, seni senden uzakta her yere götürebilirdim. aşk emek derler ya sırtımda da taşırdım. sevdiği uğruna ağlayanlara saygı duymayı öğrendim sonunda. biliyorum dağınık yazıyorum, bırak öyle kalsın. sevgi miydi, aşk mıydı bu olanlar bilmiyorum. bilsem de anlatamıyorum, kelimeler dedim ya tükendiler. her bir yazar doldurmuş kitaplarını onlarla bana kullanacak tek bir hece bile kalmamış. aşkı anlatamadım sana bir türlü. kelimeler mi yetersizdi yoksa sen mi anlamak istemedin bilmiyorum, bildiğim tek şey ben anlattım sana. daha da dinliyorsan beni hala anlatmaya çalıştığımı farketmişsindir. sokağın ortasında bırakıp giderken beni de farkettin mi; sokak çocuğu gibiydim gidişini izlerken. bulutların bıraktığı her bir damla tenimde ıslak, acı, derin yaralar bıraktı o gece. söylediğin her söz, attığın her ok deldi geçti vücudumu. yağmur damlaları kadar acıttın ruhumu o gece. ben o gece de anlattım sana -hep anlatıtırım ya neyse-. yalvardım sonra, gittiğini anladığımda sen sonsuza yelken açmıştın bile. buluşabilecek tek bir caddemiz, kesişebilecek tek bir sokağımız kalmamıştı. sonra dedi ki doktor bana: "ölmüşsün sen". ayakta duran, konuşan, yürüyebilen insan ölür mü hiç? ölmüşüm ben, öyle dedi doktor. ölü ölü yaşadım ben sonra. kimse inanmadı kalbimin attığına. ardımdan ölmüş bu adam, yaşarken ölmüş dediler. senin gidişin ölüm olur benim için demiştim, o yağmurlu gecede, gülmüştün...
ha belki bir başka yağmurlu gecede, köprü üstünde, kolumdan tutan adam "yapma!" diye bağırdı bana, bilmezsin. anlatmadım kimseye , zaten ölüler konuşamaz... ben ölümümü nüfusumda da görebileyim diye bir köprü buldum kendime, uzunca. tam kendimi sonsuzluğa bırakacakken o adam yakaladı. gerisini tahmin edersin, öğütler, öğütler, öğütler. dedim ki: sen tanımıyorsun ama bir kız var amca, bir kız var! "tanıyorum" dedi. sonra gitti.
ha belki ben hep başarısız oldum, hem sevmede hem sevilmede. ikisini de elime yüzüme bulaştırdım. tek artım korkmamak oldu, düşünmeden sevdim; bu da hataydı kimine göre...
ha sonra sen geldin, "özledim seni" dedin. bense mezarımı kazıyordum sen geldiğinde. ölüler kendi mezarlarını kazarlar mı? kazıyordum, düştüm kara toprağın kucağına...