sınava iki hafta kala, daha iki hafta var. sınava bir hafta kala, her akşam düzenli çalışsam yeter. sınava iki gün kala yarın gece hiç uyumadan çalışırım. sınava bir gün kala, gecesinde uykunun gelip aman şimdi çalışsam ne işe yarar ki, diye sürekli erteleyen, sınav günü bir boku beceremeyip, birde efkarlanan, tanımlanamayan cisimlerin yaşadığı ruh halinin acayip benzeridir.
evin içinde dolaşan kadına dikkatle baktığımda, ilk dikkatimi çeken yeri saçları, o kadar güçlü ve düzgün saçları var ki, bütün özelliklerine rağmen dikkatim bir müddet sonra saçlarına kayıyordu.
birlikte geçirdiğimiz günün her sabahında benden önce kalkması, hazırlanması, (o birbirinden harika terliklerinden çıkan sese uyanırım genelde) kahvaltı hazırlaması, bir elini yatağa yaslayıp benimle konuşması, düzenli sporun güzel karşılığı büyük ama diri göğüsler, küçük kalçaları. kendimi kötü hissetmeme yetecek onca sebeple ve harika saçlarıyla geliyor kadın.
konuşurken, dikkatle; kulağıma, gözüme, kaşıma ya da başka bir yerime odaklanarak o bölgeyi daha yakından tanımak isteyen bakışlarının hemen yanında inceleyen hareketlerle birlikte dokunurdu. sakin ama doğru tonlamalarla anlattıklarını hiç usanmadan dinlerken, gözüm istemeden yine saçlarına doğru akardı. yüzümü saçlarına gömdüğümde ise yüzüm ile kulağımın arasında bir yerde derin bir nefes alırdı.
evin içinde gidip gelen kadın, şimdi salonda karşımda dikilmişti.
-canım kitabını unutma. dedi. bir taraftan arka kapağını okuyarak.
-hmmm, alacağım.
-biliyor musun daha önce hiç duymamıştım bu yazarı, dedi ve uzattı kitabı.
-sabato iyidir. (bu neydi şimdi diye, çantaya kitabı koyarken düşündüm. sabato iyidir, bu
bir yorum mu? yorumsa neyin? sabato, eski bir arkadaşım ve kendisi mi iyi, yoksa sabato nun bütün yazdıklarına kefilim anlamında bir iyi mi?)
-bende okumak isterim.
-tabii, birkaç not almam gerek, bir iki günden bitiririm. bu arada tünel romanı, çağdaş latin amerika edebiyatının en güzel örneklerinden biridir. (hıh, yine başladım. kendi içimde, bu evin içinde kadına karşı yakaladığım, tek noktadan büyük bir imparatorluk inşa etmeye çalışıyorum.)
-pazar için bir şey düşündün mü?
-aklımda bir şeyler var ama daha sonra konuşalım olur mu?
-olur canım.
son birkaç gündür kendimle boğuşuyordum. üstelik bu boğuşma, benim üç katım büyüklüğünde bir zebellahın, kolu arasına sıkışmış başımı kurtarmak gibi naçar bir boğuşmadan ibaret. kendime baktığımda haklı olabileceğim tek bir tutar dal bulamıyordum. ama inat ederek kendimde hiç sorun bulmadan, hemen sonuca ulaşıyordum. benim dışımda insanlar ve bütün dünya iğrençti.
dünyanın iğrenç olduğu, kanıtlama istemeyen bir gerçektir. bunun böyle olduğunu göstermek için, her halde, bir olay yetecektir. bir toplama kampında, eski bir piyanist açlıktan yakınıyordu, bunun üzerine kendisini bir fare yemeye zorladılar, hem de canlı bir fare. fakat benim şimdi sözünü etmek istediğim bu değil, olanak bulursam daha sonra döneceğim bu fare öyküsüne.
-tünel romanını oyunlaştıracaksan açılış kısmı burası olmalı, seyirciyi yakalayan sıcak bir havası var. bu klasik bir esnaf taktiğidir aslında bilir misin? hem oyuna pür dikkat odaklanacaklar, hem de az önce okuduğum fare öyküsünün devamını merakla bekleyecekler. dedi. cenk
-düşünülebilir. dedim(hay sıçayım, neyi düşüneceksin? harika bir fikir, günlerdir, oyunun ilerlemesinde harika giderken başımı yiyen giriş problemi çözüldü işte. ama nedensiz beğenmiyorum.)
-elbette düşün, ama inanıyorum harika bir oyun olacak. benim çıkmam gerek, bu arada nihal seni çok özlemiş, bir ara bize gel.
-tamam.
-ben kaçtım.
çıkıp giden insanların hemen ardından, hesaplar üzerine kurulu yaşamımı gözden geçirmeye başlıyorum.
karşı tarafı duymama, kalabalıklar içinde yaşanan yalnızlık, ailem hiç olmamış gibi onları yok sayma, esrarlı bir gecede esrarlı bir kafa ile pencere önünde durup, küçük olan ne varsa hepsinden büyük melankoliler çıkarma başarısı, kurşun gibi sözleri kendime doğrultup her defasında kafamı uçurma.
bir kadına, seni seviyorum dememe gayreti nereden bulaştı bana? bir erkeğe sarılmama hissi nereden çıktı? etrafım bu kadar kalabalıkken nasıl görünmez olabiliyorlar? bu kadar hızlı nasıl büyüdüm? nasıl oluyor da yediğim bütün salataların tadı aynı oluyor?
marmara denizinin boğaz ve haliçle birleştiği tarihi yarımadada yer alan topkapı sarayı, 19. yüzyıl ortalarına kadar osmanlı imparatorluğunun yönetim merkezi olur. şatafat ve gösterişten uzak bir mimari üslupla inşa edilen topkapı sarayı, sade ama vakarlı bir duruş sergiler.
-bu ve buna benzer cümleler ağırlıkta, selim bey kimi yerlerde ağır bir hamaset olduğunu söylüyor. sizce nasıl? dedi. yeni işe başlayan, kıvırcık saçlı, antalya lı kız.
-evde bir gözden geçireyim. yarın konuşuruz olur mu?
evin yanındaki, iş yerinin yanındaki esnafa, kafamda daha önceden hazırladığım ezbere bir kaç cümleyi söyleyip hemen uzaklaşıyorum. ben kendimi diğerlerinin yerine ne zamandan beri koymuyorum?
kahve bardağı ile ne zamandır tartışıyorum, ya çok sıcaksın, ya çok soğuk diye?
-biliyor musun seni çok kıskanıyorum. dedi. sarışın kısık gözlü kız.
düşlerin kenti istanbul un tablolarına bakarken müzede, o kızın arkasından bakakaldım. bende senin şu yönünü öyle kıskanıyorum ki demeyeceğime ben ne zaman yemin ettim?
günlerdir kapalı bir odadayım, odanın duvarları soğuk büyük taşlarla kaplı, ortada sadece küçük bir sehpa, son kez sevdiklerimin dokunduğu gazeteler sarı, güneş görünmeden kaçıp gidiyor. biriktirdiğim küçük çakıl taşlarını bir dağıtıp bir topluyorum. fotoğrafları özenle yere serdim, basmadan yürümeye çalışırken göz yaşlarım dökülüyor. öyle bir zehir ki bu,ayaklarından yukarı doğru çıktığını ve diğer bütün acısını hissettiriyor, üstelik sen felçken.
sevgilerimi ne zamandır erteliyorum ben?
ne zamandır huysuzum?
uzun bir zamandır, sevgilerini erteleyerek kendini cezalandıran, çok sevdiğim dostuma ithaf olunur.