yine the pursuit of happiness'ın yönetmeninden bir film. zevkler renkler tartışılmaz ama beğenmeyenin aklına şaşabilirim, belli olmaz. will smith her amerikalı şarkıcı gibi film işine girip şansını deneyen biri değil artık gözümde, çok iyi bir oyuncu.
bir de, spoiler verecek arkadaşlar çok büyük ihtimalle küfür yiyecekler; konu çok açık değil çünkü.
7 kişinin ölümüyle sonuçlanan bir trafik kazasından sonra vicdan azabı çeken ben thomas'ın (will smith) bu azaptan kurtulmak için başından geçen olayların anlatıldığı film.
eğer bir noktada sıkılırsanız lütfen kesmeyin ve devam edin, pişman olmayacaksınız. mükemmel bir film.
organ bağışını konu alan filmde 25th hour filminden edward norton'u çıkarıp yerine will'i koyan* yönetmen abimiz, filmin ses getireceğini düşünmüş olmalı ki* ilk bir saatinde filmi kasmışta kasmış.
yönetmen filmi kastıra kastıra sonunda vuracağını belli ettiğinden izleyiciyi ister istemez alıyor bir düşünce ve tahmin edilen bir sonla bitiyor.
bu nedenle işlenilen konu harika olsada film vasat. izlerken çok sıkıcı kendinizi filme adapte etmekte zorlanıyorsunuz ancak sevgilinizden ayrıldığınız bir günün akşamında bu filmin içinde kaybolabilirsiniz de.
edit: david fincher'a verselerdi bu malzemeyi öyle bir film yapardıki başından kalkmadan üç kez izlerdik.
dokuz: ters bir zamanda izlerseniz tapabilirsiniz bu filme o ayrı. * aklınız başınızda iken ne dramlar var diyor bu yazıyı noktalıyorum.
becerebilirsem şpoylersiz bir entry girmek istiyorum.
bak sayın okuyucu, ben 28 yaşında yalnız yaşayan taş kalpli adamın tekiyim. hani şöyle tarif edeyim, eti az pişmiş kanlı manlı seven, trompet içermeyen müzik dinlemeyen, 4 yıldır aşık olmamış, ana-babasının telefonuna ayda bir kere cevap veren bir hayvanım. öyle ki sabah uyanma alarmım savaş bandosudur. en sevdiğim adam hitler'dir mesela. velhasıl sert, harbiden sert bir odunum. zor bir hayat evet ama mesele bu değil.
insan 10 dakika ağlar mı lan? sevgilim terketse zorlamayla 5 dakka hüzünleniyorum. içince de çenem açılır ne alakaysa. hah işte bu filmin final sahneleri ağzıma sıçtı benim. will smith'in o bakışları için bile yeniden izleyebilirim. sinema bir sanat dalıysa bu film o ağacın gövdesi arkadaş kim ne derse desin.
çeşitli yerlerde hakkında okuduktan sonra aslında biraz önyargıyla yaklaştığım ama ne kadar salakça yaklaştığımı bana fark ettiren mükemmel film.. göreceli bir olay tabi beğenmeyenler de olabilir de; daha nasıl bir film yapılmalı ki insanın içine otursun sorusunu sordurmakta efendim bu film insana..
spoiler verip te yok yere küfür yememek adına * sevgili will smith'in küvette bir sahnesi var ki ağlarsınız yemin ediyorum.. o derece bir oyunculuk sergilemiştir kendisi.. zaten ''the pursuit of happiness'' le oyunculuğunda tavan yapan will smith'i bir de bu filmle izleyip değerlendirmekte faide görüyorum efendim..
ya ben son zamanlarda çok duygusalım ya da insanlar artık duygusal gelen filmleri son derece ''bayık ve sıradan'' bulmaktalar bilemiyorum.. lakin bildiğim odur ki benim açımdan kült filmler listesine alınmalı bir filmdir.. çok mübalağa etmiş de olabilirim ama inanılmaz sevdim filmi yapacak bir şey bulamıyorum efendim..
uzun lafın kısası şiddetle izlenilmesi gereken bir film naçizane yazar görüşü..
piyanodaki bozuk bir nota, mutlu bir anın ahengini, ritmik olarak bozar. aynı emilynin kalbi gibi. film de zaten sürekli buruk bir nokta anlatılır.
ben in daha doğrusu tim in kendini bir şekilde bağışlama öyküsüdür. sonucu başından bellidir ama izlerken bir umut beklersiniz, gelmeyeceğini bile bile. kaçınılmaz olan geldiğinde ise kararlılığı, adanmışlığı ve iyi yüreği alkışlar ama bir yandan sorgularsınız, iç hesaplaşmanın olabilecek son noktasını.
gabriele muccino nun yönettiği filmde, atmosferin oyunculuklar kadar tatmin etmediği söylenebilir. ilk başta sonunu tahmin ettiğiniz filmde uzun ve durağan sahneler insanı sıksada filmin sonu başını unutturmakta. will smith rosario dawson ve woody harrelson ın başarısı olarak tanımlayabileceğim güzel bir film.
Will Smith ve Gabriele Muccino'nun çok iyi iş çıkardığı harika film.
ilk başta anlaşılmaz geliyor ama sonunda anlıyorsunuz.
--spoiler--
ince birkaç detay var filmde.
ilki, ki muhtemelen herkes de farketmiştir, eşiyle yolculuğu sırasında tim bireysel hatası sebebiyle kazada ölen 7 kişi için, gerçekten ihtiyacı olan 7 kişi bulup onlara organlarını bağışlamıştır. zaten çok sevdiği eşinden sonra hayatın pek de kıymeti kalmamış ona göre. kardeşi "ben thomas"ın adını ve makamını kullanarak ihtiyaç sahibi 7 kişiyi bulmuştur. bu tespit dikkatsiz arkadaşlar içindi...
ikincisi, emily ile birlikte olduğu gece, dışarı çıkıp, yağmurlu havada hastaneye doğru koştup Doktor Briar'la konuşur; sırf yeniden hayat bulduğu emily ile hayatına devam edebilmek için. yani aslında bir an vazgeçmiş ölmekten. ama şansın %5 olduğunu öğrenince motele döner ve intihar eder.
üçüncüsü, filmin sonuna doğru, emily'i aslında tim'e ait olan kalbinin atışlarını duymak için yıkanırken küvette kulaklarını suya sokuyor.
içimi acıtan diğer motif ise Woody Harrelson'ın oynadığı Ezra Turner karakteridir. filmin başında, tim'in denemek için yaptığı o kadar hakarete rağmen oldukça sakin ve hoş görülü davranması çok etkileyici.
--spoiler--
Son zamanlar çıkan kaliteli filmlerden birisi... konusu sıradan değil ayrıca.