gerçekten seviyorsan hayatta olabilecek en kötü şeylerden biridir, gerçekten ağlatır.... Bu gerçek anlamda ölmek veya öyle bir zaman gelirki onun senin için artık bitmesi, ölmesi gerektiği için öldüğü anlamınada gelebilir çok acı verir...
Merak etme üzülmüyorum artık istediğin gibi sevdiğin gibi gülümsemeye devam ediyorum. Ağlamıyorum kızma sakın. Senin istemediğin bir şeyi yapmadım ki ben hiç. Ama bunu yapmamalıydın sen benim istediğimi yaptın. Bu aralar çok daha fazla hatırlıyorum seni. Daha fazla düğümleniyor boğazım, daha fazla buğulanıyor gözlerim. Düşmesin gözümden yaşlar diye kaldırıyorum başımı. Gökyüzüne, sana çeviriyorum başımı. Gülümsüyorum. Görüyorsun değil mi? Hissediyorsun. Hiç kabullenemedim gittiğini, kimseye söyleyemedim artık nefes almadığını. Sen benim sevdiğim, sevgilim, dostum, babam, abim, evladım. Evet hep söylüyordun ya 'annem gibisin' diye. Öyleydim, hasta olma diye koştururdum etrafında, hasta mı oldun ahh nasıl yanardı canım. Sen öksürünce hele ömrümden ömür giderdi. Seni anlatmaya ne kelimeler yeter ne sayfalar. Merak etme acı çekmiyorum iki gözüm,ömrümün miladı. Özlüyorum sadece, sesini, gülümseyişini, beni merak etmelerini, kıskanmanı. Şuan fonda çalan şarkıdan duyulan bir söz 'sen kal ölene kadar' miladım, bak duyuyor musun? insanlar sevdiğiyle beraber en ufak bir şeye kavgalar çıkartıyorlar. sarılın. bakın o da söylüyor siz duymuyorsunuz ama ben duyuyorum 'sarılın. ölüm var bu dünyada' en ufak bir şeye kavga çıkarttığın insanı bulamıyorsun yanında bir süre sonra. Nasıl mı toparladım? toparlamadım, sadece buruşturup bir dolaba sıkıştırdım, dolabın kapağı açıldığında hepsi yerlere dökülüyor sonra tekrar sığdıramıyorum. sevdiğiniz hala hayattaysa ve yanınızdaysa bırakmayın elini, bir gün o eli tutmak istediğinizde tutamıyorsunuz. yok yok ağlamıyorum sakın kızma, üzülme, iyiyim ben. Bak gülümsüyorum daha iyi olacağım, merak etme.
kabullenemezsin ilk canın cok yanar kalbin cok acır aklına gelir yasadıkların zaman gecer artık kabullenmen gerekir kabullenırsin canın acıya acıya en buyuk pismanlıgım onu bıraktm sucluyum kimle konussam herkes kendşni suclu hisseder bazen sarkıda bazen bi fotografta nazen gectigin yolda bulundugun yerde onunla olanlar gelir aklına donup kalırsın kalbin acır göğüsğn sıkışır ama elinden bişy gelmez kabullenırsn .
ilkokula gittiğim sıralar. O dönemlerde de bitki yetiştirmeye merak saldım. Elma çekirdeği olsun veya çiçek olsun, ne bulursam dikiyorum ve onların büyümesini bekliyorum. Ama tabi ya mevsimi olmadığından veya optimum koşulları sağlayamadığımdan dolayı bir türlü diktiklerim yetişmiyor.
Mahalleden bir abi, bahçelerine şeftali dikecekmiş, elinde yaklaşık on tane, dikilmeye hazır şeftali çekirdeği var. Abi dedim, birini bana ver, ben de dikeyim.
Abi verdi, nasıl bakmam gerektiğini söyledi. ilk bir hafta su vermeyeceksin, sonra bir çay bardağı kadar su yeterli olur, toprağın altına iki cm derinlikte gömeceksin...
Hepsini aklıma kazıdım ve boş bir saksıya, usulüne göre diktim.
Adım adım denilenleri yapıyordum. Ve bir süre sonra benim küçük şeftali ağacım başını topraktan çıkarmış ve bana merhaba demişti.
Çok mutluydum, daha bir azimle ve dikkatle ona bakıyor, adeta küçük bir bebekmişçesine ihtimam gösteriyordum.
Okul çıkışları, sırtımdaki çantayı çıkarıyor, küçük şeftalime küçük küçük su veriyordum.
Aylar geçti, benim şeftalim iki karış boyuna ulaştı.
Suyunu veriyordum, toprağına gübre olsun diye ölü böcekleri koyuyordum...
Belki 5- 6 ay kadar sonra benim küçük şeftalim kocaman olmuştu. 50 cm kadar vardı. Yaprakları ışıl ışıl ve taze idi. Sevgi ile büyütüyordum onu. Benim minnoşum, dostum belki de evladım idi. Neyimdi bilmiyorum ama aramızda bir sevgi bağı olduğu kesindi, çünkü onu ben bizzat kendi ellerimle büyütmüştüm. Benden başka kimse ona suna veremezdi. Ahh benim küçük minnoş şeftali ağacım...
Nereden bilebilirdim ki o gün benim küçük minnoşumun başına bu felaketin geleceğini...
Yine suyunu verdim ; dışarıya oyun oynamaya çıktım. Evimize de bir komşu kadın gelmiş. Annem ev işi yapıyordu. Belki kışa hazırlık idi. Bu kadın da anneme yardım ediyordu.
Bir kilimi yıkamışlar, balkona sereceklermiş.
Kilimi rastgele atınca, kilimin ucu benim küçük Şeftali ağacımın üzerine gelmiş...
Oyunum bitti, eve geldim. Balkona koştum, ağacıma su vermek için.
Bir baktım ; benim küçük şeftalim boynunu bükmüş, taze dalları kırılmış. Yaprakları dağılmış...
Birkaç saniye dondum kaldım, içimde bir şeyler kopuyordu, parçalanıyordu ama ne olduğunu bilmiyordum. Çığlığı bastım, öfkeliydim, anneme koştum; olayı anlattı.
Küçüğüm henüz, birilerinden intikam almak istiyorum, ona zarar vereni bulup dövmek istiyorum ama bir şey yapamıyorum...
Ağladım mı bilmiyorum. Belki çaresizliğimden, belki de sinirimden ağlamıştım.
Gittim küçük ağacımın yanına. Boynunu bükmüştü ; o neşeli, canlı, kıpır kıpır taze yaprakları solgunlaşmıştı. Küsmüştü belli ki...
Bana da Küsmüştü, tavır koymuştu. "beni neden korumadın, bak beni kırdılar" der gibiydi...
Ahh benim küçük şeftalim. Seni koruyamamıştım. Tazecik dallarını kırmışlar, boynunu bükmüşlerdi...
işte o an anladım, o küçük yaşımda sevdiğin birinin ölmesinin ne demek olduğunu...