insanı yakın tarihimiz ve günümüze yakın dönemde dolaştıran, yürek burkan bir aşk hikayesini anlatan zülfü livaneli eseri. pera palace'den şile'ye, oradan amerika birleşik devletlerine uzanan, kah duygulandırıp kah düşündüren bir hikaye...
"Aramızdaki temel fark ne, biliyor musun? Sen insanlara baktığın zaman üniformalar, bayraklar ve din görüyorsun!"
"Peki, sen ne görüyorsun bakalım?"
"insan, sadece insan. Seven, acı çeken, acıkan, üşüyen, korkan bir insan."
Zülfü Livaneli- Serenad
Ana karakterini pek makul ve sempatik bulamasam da, içerisinde çok sayıda söz/paragraf not ettiğim ve geçmiş tarihte yaşanmış bazı trajik olaylar açısından oldukça önemli gördüğüm bir kitap (özellikle mavi alay* ve struma* olaylarından haberiniz yoksa muhakkak okuyun onlar hayal ürünü değil). Bana göre nadia adlı kurgusal karakterin mektubu kitabın en can alıcı ve etkileyici kısmıydı. not ettiğim kısımların hepsini paylaşmaya imkan yok ama şu tespiti çok beğenmiştim onu yazayım:
"Bu dünyada sana kötülük yapmak isteyen insanlar çıkacak karşına, ama unutma ki iyilik yapmak isteyenler de çıkacak. Kimi insanın yüreği karanlık, kimininki aydınlıktır. Geceyle gündüz gibi! Dünyanın kötülerle dolu olduğunu düşünüp küsme, herkesin iyi olduğunu düşünüp hayal kırıklığına uğrama!"
Serenad, sayfa 88
Gerçekten de şahane bir tespit olduğunu düşünüyorum şimdiye dek muhakkak iki tür insanla da karşılaşmışsınızdır illa ki bir yerlerde. Birinci tip yani kötü ruhlu insanlar genel olarak karşıdakine zerre değer vermeyen daima kendini düşünen, kendi kötü ve rezil karakterlerini herkese bulaştırma ve empoze etmeye çalışan ukala, kendini beğenmiş, nahvetli, saygısız, itici, ruhu alçaktan seyreden ve etrafınızda bulunduğu an dahi tiksinti verebilecek türde kişilerdir. bir insanda size rahatsızlık veren bir yön gözlemlediyseniz o kişiyi hayatınızdan silmek ve irtibatı kesmek vereceğiniz en doğru kararlardan biri olacaktır. Aslında bu tip insanlar sandığımızdan çok daha fazla sayıda, o yüzden günümüzde bir kişiyle irtibat ve arkadaşlık kurmadan önce çok defa düşünmek ve insanları çok iyi analiz edip tedbirli davranmak gerekiyor, özellikle seviyenizi düşürmeye çalışan, karakteri ve ağzı bozuk dengesiz türde insanları hayatınıza dahil etmemek gerekiyor.
Bu hayatta size zarar vermeye dalga geçmeye çalışacak türde insanlar muhatap alınmayı bile hak etmezler bu tip kişilerde son derece rahatsız edici bir utanmazlık vardır; gerçekçi olmak gerek bence toplum dediğimiz kitle aslında daima nazik, içten, rikkatli ve cana yakın tavırlar sergilenmeye veya herkese karşı insaniyet ve iyi niyet göstermeye müsait değil, isteseniz de böyle biri olamazsınız çünkü dünya en çok da insan olamayan şahıslarla dolu ve güvenilmez bir yer. bundan dolayı da eğer dikkatli ve soğuk biri olmaz, sürekli taviz verirseniz o kötü ruhlu insanlar tarafından suistimal edilmeye çalışılacaksınızdır.
O yüzden yalnızlık, sessizlik aslında genel olarak bu tip arsız, güvenilmez, beyni gelişmemiş, dengesiz, sahte, adi karakterli ve kirli ruha sahip kişileri çevrenizden uzaklaştırmaya ve yaşamınızdan bertaraf etmeye yarayacaktır. Kitaplardan daha iyi bir arkadaş ben şimdiye dek görmedim, emin olun bu çağda yüksek ruhlu, saygılı, kültürlü, ince karakterli ve düzgün kişi çok az bundan dolayı kolay kolay samimiyet gösterilmeye layık değil insanlar artık günümüzde. O yüzden ben kitapların bu anlamda huzurlu bir yaşam sürebilmek için en güzel yol olduğunu düşünüyorum.
Serenad kitabı bana sahiden güzel bilgiler, fikirler kazandıran öğretici ve araştırmaya teşvik edici yönü yüksek, aynı zamanda içinde oldukça ince tespitler barındıran bir yapıt; kitabı okumuş olmakla okumamış olmak arasında kayda değer bir fark var bence hislerim bu yönde olmuştu o zamanlar. bitirdikten sonra franz Schubert'in serenade bestesini dinlerken bir yandan nadia'nın mektubunu düşününce daha da duygulu ve anlamlı gelebiliyor insana kitaptaki hikaye ve olaylar. ölmeden önce okunması gereken eserlerden birisi olduğunu düşünüyorum...
Yanımda olmanı istiyorum diyemediğim için bu yağmur içimi ıslatıyor dediğimi nasıl anlamaz? Düpedüz, sarıl bana dedikten sonra, sarılmanın ne anlamı kalır!
uslup asiri basit. surekli klasik okuyan biri olarak cok ovuldugu icin araya bu kitabi koydum. anlatis bicimi cok sig. eger agir kitaplar okumaya alistiysaniz sevmeyeceksiniz. tecrubeyle sabit.
Her değişik bilgi okuduğunda girip gerçekliğini araştırmaya iten ve felaket gibi gerçeklerle dolu olan kitap. Aktı gitti. Bitirdim ama etkisinden hala çıkamadım. Hâlâ durup durup struma olayını ve diğer olayları okuyorum.
Tarihi maya olarak romanlastirip anlatmasıyla da Çok akıcı bir kitap olmuş.
Ülkenin ve dünya'nın yakın tarihi açısından güzel bilgiler verse de kitapta zayıf bir anlatım, biraz yapaylık ve gerçek dışılık mevcut. Kitabın sonlarına doğru biraz daha güçlü gelmeye başlasa da yine de genele göre yetersiz.
Özellikle ana karakterin karşı cinsten olması sebebiyle anlatımı daha gerçekçi kılmak için yapılan "kadınsı" betimlemelerin bazen gerçekten zorlama kaçtığı yerler var.
Ama bazı bölümlerde de kitap hayal gücüyle birleşince gerçekten güzel etkiler bırakmayı başardı. Özellikle duygusal öğelerin yoğun olduğu bölümlerde anlatılan duyguları hissettirdi.
Yine belirttiğim gibi yakın tarihe ait olayları konu edinmesi gerçekten güzel. Anlatılan olaylar hakkında daha önceden de bilgim vardı ama okuduğum sırada yine tekrardan araştırma yapma gereği hissettim.
Sonuca gelirsek kitap güzel evet ama ultra bir seviyede kitap olduğunu düşünmüyorum. Ancak okumanızı öneririm.
bitirdikten, okumamın üzerinden zaman geçtikçe içimde çığ gibi büyüyen bir duygu bırakan kitap, bazen bütün bir geceyi bunları düşünerek geçiriyorum, deniz manzaralı penceremin dibinde. keşke daha erken okusaymışım. bir aşk romanı, bir tarih romanı hatta bir biyografi kitabı. 6 yıldır kitaplığımda duran ve hiç bu kadar etkileneceğimi tahmin etmediğim..
belki de etkilenmemin sebebi dedemin bir gemi faciasında can vermesidir. struma gibi..
pek duygusal bir insan olmamama rağmen kitabı okurken kitabın bazı kısımlarında olayların devamını okumaya cesaret edemediğim eserdir. insanda hüzün sevgi nefret gibi duyguları uyandıran kitap. okunmasını tavsiye ettiğim kitaptır.
romanda akıcılığın önemli olduğunu kanıtlayan eserlerden biri. ilk başları oldukça sıkıcıyken, bir anda içerisine çekmeye başlıyor; sonra çıkabilene aşk olsun zaten.
hoş bu kadar akıcı olmasının en büyük sebeplerinden biri, edebi üslubun yeterince iyi kullanılmamış olması. kitap okuyormuş gibi hissetmekten ziyade arkadaşımla muhabbet ediyormuş gibi hissettim.
maya karakterinin de hiç temizlik yapmayan, yemek pişirmeyen, sürekli duştan çıkmayan, çocuğuyla bağ kurmamış mükemmel(!) anne rolü beni benden aldı.
--spoiler--
en sonda yer alan azrail muhabbetini de sevemedim pek. bu zamana kadar gerçek olaylara çokça yer verilmiş kitapta, gereksiz ayrıntı olmuş gibi geldi. laf olsun diye söylenmiş, metafor olsun diye yazılmış gibiydi.
--spoiler--
Kitabı şuan okumaya devam ediyorum. Gayet akıcı ancak yazar keşke kahramanı dul, kendini beğenmiş, bir o kadar da kezban kadın kahraman yerine daha hanımefendi bir hayal ürünü yaratsaydı daha iyi olurdu gibime geliyor.
tek kişilik koltukta, pencere önünde hiç kıpırdamadan başlanan ve bitirilen zülfü livaneli kitabı. zaman nasıl geçer anlaşılmaz okurken. hikayesi ayrı çeker, anlatım dili ayrı. ve kitabı kapattığınızda duvarla bakışırsınız belli bir süre. akılda şöyle bir alıntı bırakır "coğrafya kaderdir."
Okurken bir yandan insanı duygulandıran, içini cız ettiren, bir yandan da insanları hayallere sürükleyen, insanlara farklı pencereden bakabilmeyi, her insanın içinde yaşayan bambaşka bir "insan" olduğunu öğreten mükemmel bir roman. itiraf etmek gerekirse; bu kitabı okuduğum ya da okuyacağım dönemlerde kitap okumayı pek sevmeyen bir insandım, bir arkadaşın önerisiyle okumaya başladım, 2 saatte 200 sayfa okumuşum düşünün öyle akıcıydı.. Bana kitap okumayı sevdirdiği için de ayrı bir yeri var ben de.. Zülfü Livaneli, iyi ki varsın be..
Bir Ahmet Muhip Dıranas şiiridir. Şiir; ses ve anlam kaynaşmasından oluşan beş dörtlüğün, sevgiliye duyulan aşk teması etrafında birleştirilmesiyle oluşturulmuştur. Ölçü, uyak, redif, aliterasyon ve asonanslara; şiirdeki söz sanatlarına bakarak, şiirin estetik bir kaygıyla ve "her şeyden önce musiki" anlayışıyla yazıldığını söylemek mümkündür. Ahmet Muhip, bu şiirinde kendine özgü, imgeli; aynı zamanda da sade yalın ve anlaşılır bir dil kullanmıştır. Şiir, saf şiir anlayışını sürdüren şiir anlayışıyla yazılmıştır.
geçen sene türk edebiyatı'nda dönem ödevi olarak okumak zorunda olduğum zülfü livaneli romanı.
tek beğendiğim nokta max'in gençliği ve şu an adını hatırlayamadığım o kadınla olan aşkıydı.
onun harici tam bir abartı kokan, vasat bir romandı. konstantiniyye oteli ve kardeşimin hikâyesi'ni de okumak istiyordum ama sadece bu sebepten vazgeçtim.