livaneli nin kalemini konuşturduğu bir kitap daha. serenad hem iyi bir kurgu hemde kurgu içerisine saklanmış çok fazla bilgiyi içinde barındıran bir kitap. 3 kadın, bir gemi, bir profesör ve tarifsiz onca acı. kitaptan altını çizdiğim kısımlar ise şöyle ;
- " vıcık vıcık yüzeysellik yayan şu "kişisel gelişim" kitaplarının bağırıp durduğu "istersen yaparsın !" sözü tam bir kandırmacaydı. insan ancak yapabileceğini isterdi. " istemek " kavramı " dilemek " ten ve " hayallere dalmak " tan farklı bir şeydi. bedelini göze almakla, gereğini yapmakla ilgili bir şeydi. "
- " uyumadan önce bir film bulmak için sinema kanallarını tarayacaktım, karşıma genellikle son yıllarda moda olan festival filmlerinden biri çıkacaktı, bir adam eve gelip " merhaba " diyecekti, kadın dört dakika sonra " hoşgeldin " diye cevap verecekti, böylece bir kez daha , kalabalıktan nefes alınmayan bu ülkedeki yalnızlık ve iletişimsizlik mesajlarını almış olacaktım. "
- " be şekilde yürüyebilmeleri için ne kadar çalışmış olmaları gerektiğini düşündüm. dünyanın en kalabalık üçüncü ordusunun müthiş disiplini böyle yapıyordu insanları işte. sadece profesyonel askerlere değil, vatani görevi için silah altına alınanlara da , düşünmekten daha önemlisinin itaat etmek olduğu öğretiliyordu. adımları kadar sözleri, selamlaşmaları, düşünceleri debirbiriyle aynı olan insanlar yetiştirmekti amaç. bu durumda, insanların özellikleri birbiriyle aynı olacağı için, herkese ancak omuzlarındaki ve kollarındaki işaretler kadar değer veriliyordu. bu makineye bir taraftan insan giriyor, öteki taraftan asker çıkıyordu. "
- " acaba yoksullar zenginlerden daha mı çok hastalanıyorlardı, yoksa nüfusları daha çok olduğu için mi hastaneleri dolduruyorlardı ? "
- " mine gibi bir yüzü, hakiki sarı saçları vardı. bütün rumelililer gibi vücuduna göre başı biraz küçüktü. bu da avrupalılar gibi boyunu daha uzun gözteriyordu. wagner' in de oranları böyleydi. anadoluda ise insanların çoğunun başı büyüktür. bu yüzden olduklarından kısa görünürler. "
- " osmanlı gibi çok kültürlü, çok dinli, çok dilli bir toplumdan hepsi birbirine benzeyen türk ulusu yaratma çabası, böyle zorlamaları da beraberinde getiriyordu işte. devlet bu yüzden türk kimliği üzerinde bu kadar hassastı. çünkü yine ağabeyimin deyimiyle, biz diğer mevcut uluslar gibi kendimize bir devlet yaratmamıştık. yani tam olarak bir ulus- devlet değildi kurulan, devlet kendine bir ulus yaratmıştı. yeni kurulan cumhuriyetimiz için daha çok, devlet- ulus denebilirdi. bu yüzden de, devleti eleştirmek ulusa darbe vurmak anlamına geliyor ve bağışlanmıyordu. "
- " türk erkekleri önce annlerinden babalarından dayak yiyerek yetişiyor, çocuk yaşta cinsel organlarının ucunun usturayla kesilmesiyle cinsel bir tramvaya uğruyor, sonra okulda, askerde, maçta dayak yiyip duruyorlardı. bu da özgüven diye bir şey bırakmıyordu onlarda. çoğu, saldırganlığı, kendinden güçsüz olanı ezmeyi seçiyordu. ahmet ise saldırgan olamayacak kadar korkaktı. "
- " okulda ibni haldun' un bir sözünü öğretmişlerdi, yıllarca unutamamıştım. " coğrafya kaderdir. " işte bu üç kadının kaderi de doğdukları coğrafya ve zamana göre çizilmişti.
- " bir ara türkiye de niye bu kadar ereğli var diye sormuştum kendime. konya ereğli' si, marmara ereğli' si, karadeniz eeğli' si ! sonra araya araya bunların eski " iraklion " lar olduğunu anladım. aynen bolu gibi. bolu, inebolu, tirebolu, safranbolu kasabalrı, aslında " poli " yani rumca " şehir " kelimesinden geliyordu.
- " yaşlılıkta, çoğu durumda, beden ve zihin aynı zamanda çökmüyordu. genellikle bunlardan biri daha genç kalıyordu. hangisinin önce çökmesi daha iyidir gibi gibi trajik bir sorunun cevabını bugün tam olarak öğrenmiştim: önce zihin çökerse insan daha mutlu ölürdü.
- mardinli ilyas- ı habır adlı ömründe hiç güngörmemiş bir vatandaştır, çalışmak için gittiği roma da bir mezarlıkta ki yaşlar dikkatini çekince bekçiyle arasında böyle bir dialog yaşanmış:
" burası özel bir mezarlıktır. " demiş bekçi. " buraya gömülen insanlar mezar taşlarının üstüne gerçek yaşlarını değil, hayatta mutlu oldukları günleri yazarlar. kimi 21 gün mutlu olmuş, kimi 37 gün. 52' yi geçen çıkmadı daha. "
bekçiye teşekkür edip ayrılmışlar. ilyas-ı habır bir süre sonra mardin' e dönmüş. uzun bir ömür sürmüş, sonra bir gün hastalanmış. ölüm döşeğinde oğullarını başına toplamış ve demiş ki :
" size bir vasiyetim var. mezar taşıma aynen şöyle yazacaksınız. : " ilyas-ı habır bitti. anasından doğru kabre gitti. "
- " her insan kendi hayatının başrolünde oynuyor. "
- " adil olanın peşinden gidilmesi doğrudur, en güçlünün peşinden gidilmesi ise kaçınılmazdır. gücü olmayan adalet acizdir ; adaleti olmayan güç ise zalim. gücü olmayan adalete mutlaka bir karşı çıkan olur, çünkü kötü insanlar her zaman vardır. adaleti olmayan güç ise töhmet altında kalır. demek ki adalet ile gücü bir araya getirmek gerek; bunu yapabilmek için de adil olanın güçlü, güçlü olanın ise adil olması gerekir.
adalet tartışmaya açıktır. güç ise ilk bakışta tartışılmaz biçimde anlaşılır. bu nedenle gücü adalete vermedik, çünkügüç, adalete karşı çıkıp kendisinin adil olduğunu söylemişti. haklı olanı güçlü kılamadığımız için de güçlü olanı haklı kıldık. "
sözlükte ilk bitiren benim sanırım. 60 yıl süren bir aşkı anlatan roman tabi sadece bu kadar değil. serenad kitabından hem kendi geçmişiniz hem de türkiye'nin geçmişiyle ilgili yaşanmış çok bilgiye sahip olacağınızı ve şaşıracağınızı garanti ederim. yakın geçmişte yaşanan ve bilinmeyen birsürü gerçeklerle karşı karşıya kalıyorsunuz , mavi alay, struma, einstein'ın atatürk'e mektubu ve 40 alman profesörün eğitimimize katkısı gibi... kitabı zerre sıkılmadan okurken bi yandan da internete girip sürekli araştırma içinde buldum kendimi. bazen hayrete düştüm bazen de üzüldüm. nitekim sürükleyen ve zekice iç içe geçen hikayelerden oluşan biraz aşk biraz tarih barındıran bir roman olmuş. bana kattıkları için burdan teşekkür ederim zülfü livaneliye.
Okurken bir yandan insanı duygulandıran, içini cız ettiren, bir yandan da insanları hayallere sürükleyen, insanlara farklı pencereden bakabilmeyi, her insanın içinde yaşayan bambaşka bir "insan" olduğunu öğreten mükemmel bir roman. itiraf etmek gerekirse; bu kitabı okuduğum ya da okuyacağım dönemlerde kitap okumayı pek sevmeyen bir insandım, bir arkadaşın önerisiyle okumaya başladım, 2 saatte 200 sayfa okumuşum düşünün öyle akıcıydı.. Bana kitap okumayı sevdirdiği için de ayrı bir yeri var ben de.. Zülfü Livaneli, iyi ki varsın be..
Ana karakterini pek makul ve sempatik bulamasam da, içerisinde çok sayıda söz/paragraf not ettiğim ve geçmiş tarihte yaşanmış bazı trajik olaylar açısından oldukça önemli gördüğüm bir kitap (özellikle mavi alay* ve struma* olaylarından haberiniz yoksa muhakkak okuyun onlar hayal ürünü değil). Bana göre nadia adlı kurgusal karakterin mektubu kitabın en can alıcı ve etkileyici kısmıydı. not ettiğim kısımların hepsini paylaşmaya imkan yok ama şu tespiti çok beğenmiştim onu yazayım:
"Bu dünyada sana kötülük yapmak isteyen insanlar çıkacak karşına, ama unutma ki iyilik yapmak isteyenler de çıkacak. Kimi insanın yüreği karanlık, kimininki aydınlıktır. Geceyle gündüz gibi! Dünyanın kötülerle dolu olduğunu düşünüp küsme, herkesin iyi olduğunu düşünüp hayal kırıklığına uğrama!"
Serenad, sayfa 88
Gerçekten de şahane bir tespit olduğunu düşünüyorum şimdiye dek muhakkak iki tür insanla da karşılaşmışsınızdır illa ki bir yerlerde. Birinci tip yani kötü ruhlu insanlar genel olarak karşıdakine zerre değer vermeyen daima kendini düşünen, kendi kötü ve rezil karakterlerini herkese bulaştırma ve empoze etmeye çalışan ukala, kendini beğenmiş, nahvetli, saygısız, itici, ruhu alçaktan seyreden ve etrafınızda bulunduğu an dahi tiksinti verebilecek türde kişilerdir. bir insanda size rahatsızlık veren bir yön gözlemlediyseniz o kişiyi hayatınızdan silmek ve irtibatı kesmek vereceğiniz en doğru kararlardan biri olacaktır. Aslında bu tip insanlar sandığımızdan çok daha fazla sayıda, o yüzden günümüzde bir kişiyle irtibat ve arkadaşlık kurmadan önce çok defa düşünmek ve insanları çok iyi analiz edip tedbirli davranmak gerekiyor, özellikle seviyenizi düşürmeye çalışan, karakteri ve ağzı bozuk dengesiz türde insanları hayatınıza dahil etmemek gerekiyor.
Bu hayatta size zarar vermeye dalga geçmeye çalışacak türde insanlar muhatap alınmayı bile hak etmezler bu tip kişilerde son derece rahatsız edici bir utanmazlık vardır; gerçekçi olmak gerek bence toplum dediğimiz kitle aslında daima nazik, içten, rikkatli ve cana yakın tavırlar sergilenmeye veya herkese karşı insaniyet ve iyi niyet göstermeye müsait değil, isteseniz de böyle biri olamazsınız çünkü dünya en çok da insan olamayan şahıslarla dolu ve güvenilmez bir yer. bundan dolayı da eğer dikkatli ve soğuk biri olmaz, sürekli taviz verirseniz o kötü ruhlu insanlar tarafından suistimal edilmeye çalışılacaksınızdır.
O yüzden yalnızlık, sessizlik aslında genel olarak bu tip arsız, güvenilmez, beyni gelişmemiş, dengesiz, sahte, adi karakterli ve kirli ruha sahip kişileri çevrenizden uzaklaştırmaya ve yaşamınızdan bertaraf etmeye yarayacaktır. Kitaplardan daha iyi bir arkadaş ben şimdiye dek görmedim, emin olun bu çağda yüksek ruhlu, saygılı, kültürlü, ince karakterli ve düzgün kişi çok az bundan dolayı kolay kolay samimiyet gösterilmeye layık değil insanlar artık günümüzde. O yüzden ben kitapların bu anlamda huzurlu bir yaşam sürebilmek için en güzel yol olduğunu düşünüyorum.
Serenad kitabı bana sahiden güzel bilgiler, fikirler kazandıran öğretici ve araştırmaya teşvik edici yönü yüksek, aynı zamanda içinde oldukça ince tespitler barındıran bir yapıt; kitabı okumuş olmakla okumamış olmak arasında kayda değer bir fark var bence hislerim bu yönde olmuştu o zamanlar. bitirdikten sonra franz Schubert'in serenade bestesini dinlerken bir yandan nadia'nın mektubunu düşününce daha da duygulu ve anlamlı gelebiliyor insana kitaptaki hikaye ve olaylar. ölmeden önce okunması gereken eserlerden birisi olduğunu düşünüyorum...
Livaneli'nin kesinlikle en iyi kitabı değildir. Ama okumaya değer, kitaplarım içinde en sevdiklerimden olduğu kesin.
Bu arada benim için en iyiler,
(bkz: engereğin gözündeki kamaşma) ve (bkz: Leyla'nın evi).