Bu da acımı dercesine karşı tarafa söylenen bir tür elveda türküsüdür.
senin hiç baban öldü mü?
her defasında terk ederken sevgililer acaba acıdı mı diye suratıma bakarken ruhumun en ıssız köşelerinde sakladığım acıyı gösterircesine onlara hep bu soruyu sordum.
senin hiç baban öldü mü?
benim babam ölmüştü.
ben çocuk yaşlarımdayken ölmüştü.
siz hiç babanızı gerçek bir halk kahramanı olduğunu düşündünüz mü?
yada acaba bütün çocuklar için babaları birer kahraman mı?
siz hiç babanızı hep üçüncü şahıslardan dinlemenin acısını yaşadınız mı?
siz hiç babanızı ismi bile geldiğin de ceketlerinin önünü ilmikleyen insanları gördünüz mü?
ama sizin hiç babanız öldü mü?
ruhumun en ıssız köşesinde büyük bir acıyı anlatmaya başlıyordum o ayrılık sahnesinde. bu muhteşem acıyı her defasında tarif ettiğimde ayrılık denen şeyden korkmadığımı onların anladığını sanmıyorum fakat bunu bizzat kendim anlıyordum.
kaybetmenin dibine vurmuş bu gönül hiç korkar mı bu saatten sonra sevgiliyi kaybetmeyi?
hiç korkar mı sayfalarca yazılan aşk şiirlerinin anlamsız kalmasından?
yaşama sebebinin aniden uçup gitmesinden hiç korkar mı?
ama benim babam öldü.
kaybetmişliğin dibine vurdum. aylarca varlığını hissettim.
sanki varmış gibi konuştum. geri geleceğini düşündüm.
ruhum defalarca intihar etti.
kardeşimi bir gece yarısı onun mezar taşına sarılmış uyumuş halde bulduğumda bana babamız öldü biliyor musun demişti.
bir daha hiç resim yapmadı.
ama onun babası öldü. babamız öldü.
yenilmişliğin bu kadarını bile gördüm.
belki de hayata son yenilgimdi.
daha sonra üzüldüğümü hatırlamıyorum.
hatırlamak istemiyorum.
ağlayarak uyandığım gecelerim hariç.
ve hiçbir ayrılık ruhumun derinlerinde bu acı kadar eşdeğer olmadı.