bir sonbahar akşamı, bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyor. sadece bir adet şemsiyeniz var. siz hala ona karşı hislerinizi dile getirememişsiniz. şemsiyeyi taşıyorsunuz bir elinizle, diğer elinizle onu sımsıkı sarıyorsunuz çünkü o ıslanıp hasta olursa kahrınızdan ölürsünüz. o sırada uzun süredir eliniz havada olduğu için sizi düşünen sevdiğiniz: "yorulmuşsundur, ver ben taşıyayım biraz" der. elini şemsiyeye uzatır, eli sizin elinize değer. kalbiniz daha hızlı çarpıyordur, her şey 'slow motion' durumuna geçmiştir. vücudunuzdaki adrenalin seviyesi o kadar yükselmiştir ki; bütün yağmur tanelerini görecek kadar refleksiniz artmıştır. artık hiçbir şey sizi durduramaz...
- seni seviyorum.
+ ben de seni seviyorum koca aptal!
bütün çekilen sıkıntılar o an unutulur. onu ilk gördüğünüz yer aklınıza gelir. tek başına ders çalışıyordu kütüphanede. yapayalnız, korunmaya ihtiyacı olan küçücük bir kedi gibi yapayalnız!
evine bırakırsınız, öpmeye kıyamazsınız. sesiniz çıkmaz, aptallaşmışsınızdır. iyi akşamlar sözü bile ağzınızdan zar zor çıkar. ertesi günü onunla sevgili olarak geçireceğinizi bildiğiniz için tamamen şuurunuzu yitirmişsinizdir. şemsiyeyi açmak dahi aklınıza gelmez. sırıl sıklam halde saatlerce evinize kadar yürürsünüz. ancak buna değmiştir. eve vardığınızda telefonunuzda bir mesaj olduğunu fark edersiniz.
davranışla olandır, bilindiği üzere, sevdiğini söyleye söyleye sevginin objesini öldüren çoktur. Bu nedenle söylenmesine gerek yok, davranışlar bunu kanıtlasa da yeter.
tartışma ortasında sevgilinin konuşmasını durdurmak için elinizle ağzını kapatırsınız, sonra dudaklar arasında 4 cm mesafe kalacak şekilde yaklaşırsınız ve gözlerine bakarak seni seviyorum dersiniz, tabi öpmeyi unutmamak gerek. not:sokak ortasında olmasın çünkü burası türkiye.
not2: yapabiliyorsanız göz yaşı da dökün, hayat boyunca unutamasın.
eller elleri tutarken, gözler sevdiğinin göz bebeklerini takip ederken ufak bi buse kondurarak yanaklara, içten gelerek 'seni seviyorum' dense tadından yenmez.