Yaşamının kaçıncı dakikası, alkolün kaçıncı damlası, gevşemiş bir üslubun ağızdan yuvarlananı. Anlamı azalmış, karşıda daha fazla aşağı yukarı onaylanan bir kalıba yazdırılmış bakış.
"seni seviyorum"
Bunun arkasında yatanı anlaman içinse benim gibi sevmen lazım. ben seni kendimde gördüğüm için seviyorum demek istiyorum bencilliğin ikinsel yaklaşımıyla. Bencilliğin ıslahında kendimi sevmek için sana ihtiyacım olduğunu söylediğimde ise derin oluyorum bakışında.
"seni seviyorum"
diyorum, ama içimden. yüksek söylenmez böyle şeyler. duyabilmen için yakın olman, kulaklardaki fısıltıyı cümlelere çevirebilmen gerek. Cesareti Beni anlayabilmene ekleyerek duymalısın, yoksa şimdiye kadar konuştuklarımızın hepsinin toplamı bu iki kelime ediyor ağızdan çıkmayanıyla. Daha ne?
çok'un artık anlamını yitirdi, anlatmak istediğin büyüklüğü anlatmaya yetmediği durumlarda, seni çok seviyorum yerine söylenen, iki dudağın söyleyebileceği en güzel kelimelerdir.
diyebilmek. güzel bir şeydir. lakın onu anlamsızlaştırmamak için tuhaf bir gerginlik hisseder insan. acaba dese mi daha iyi olur demese mi? bekler belki duymayı ama samiyetsiz gelmesinden korkar. aslında sevgiye başka bir kelime aramak manasızdır. aslında hissedilen duygu sevgiyse özlem olur, sevgiyse arzu olur, sevgiyse şevk olur. seni seviyorum demek, diyebilmek hissetse bile insan söylemsi bazen zordur.
''seni seviyorum demek ruhun ve bedenin bütün zerreleri zikre susamışken, söylenmezse ölmek demekti. söylemem değildi mesele, söylemezsem ölmemdi. biri, birisine seni seviyorum dediğinde fikrimce yer ile gök titrerdi." demiştir, nazan bekiroğlu.
onüç harf ve iki kelimelik duymaya can atılan cümle nereye gitti? sesler havada titreşti, duyulmadı ama kaybolmadı da, sesler hiç kaybolmaz.
belki bir grup martının kanatları üzerinden ve bir kaç sarhoş yük gemisinin güvertelerinden geçerek boğazın karşı kıyısına vardı. boş yalıların, toz, kum, kuru yapraklar, kağıt parçaları, saç telleri, martı tüyleri, daha uçuşabilecek onca çer çöple giderleri tıkanmış verandalarında, ıslak ve ıssız bahçelerinde dolanmıştır.
ya da; umarsız insanların yazdan kalan ve hayata bulaşıp hayatı kirleten kayıtsızlığını, büyük ruhsuzluğunu, sığ ve zahiri neşesini odalara hapseden panjurlarına çarpıp parçalanmıştır.
veya; terkedilmiş kimi yaşlı, kimi yoksul, hiçkimsesi olmayan insanların farkında olmadıkları, bir ölmek arzusuyla yaşadıkları düşmüş, harab evlerin, uyduruk sobaların, kaloriferlerin geçici sıcaklığıyla buğulanmış camlarında gezinmiş, içeri sızacak bir geçit bulamamıştır.
şehrin çeşitli gürültülerinin, para kavgalarının, korna seslerinin, bir aşufte kahkahasının, bir polis sireninin, tırnakları her daim siyah olan bir boyacı çocuğun boyayayım mı ağabey? teklifinin arasında işitilmemiştir.
beklenmedik bir anda olmuşsa tam olarak mutlu etmektir. yıpranan bir ilişkide her türlü tartışmadan sonra sessizliğini korurken ve karşı taraf çok kırgınken söylenmesi tüm kötü anları unutturabilir.