neden yoksun diye sorduğum zaman başka bi cevap düşünemez oldum artık. sordum kendi kendime neden yoksun diye, en karmaşık cevapları en can yakan halleriyle kendime anlattım, senin de canın yansın diye sana anlattım. evet sadece canını yakmak için anlattım, bir şey elde etmek gibi bi umudum yoktu, ama can çekişiyodum. ölmek üzere yerde yatan bi hayvanın yanına yaklaşan avcısına son bi hamleyle pençe sallaması gibi anlattım bunları sana, ne beni kurtaracaktı o son hamlem ne seni de yanımda götürmemi sağlayacaktı ölürken, ama canını yakmış olacaktım. senin de etten kemikten bi canlı olduğunu görmemi sağlayacaktı en azından, beni her defasında hezimete uğratan gücün de tükenebileceğini, onun sahibinin de kanayabileceğini, elinde tuttuğu gücün sonsuz olmadığını görecektim. ama olmayacaktı ve olmadı, canının yandığını söyledin ama kanadığını görmedim. o kadar kısa bir süre gerçekten vardın ki hayatımda ve o kadar uzun süre hiç hayatımda olmadan hep yörüngemde oldun ki, ben ne seni yaşayabildim ne sensizliği. ben beni alıştığım her şeyden uzağa götürecek olan her fırsata can havliyle sarıldım, uzaklara gidersem ya da başkasıyla olursam senden uzaklaşırım, senden uzaklaşırsam yörüngemde tutunamazsın diye düşündüm. sen de başkasıyla olmak ya da uzaklara gitmek için hiç bi fırsatı kaçırmadın ama benden kaçmak için yapmadın bunu, sadece her mesafeden ve her koşulda benim hayatıma etki edebileceğinden emindin. dünyanın en uzak iki ucuna gittik ve benim için yine olmadı, senin için yine oldu. çocuktum ben sen gerçekten varken ama şimdi aynaya baktığımda bana büyüdüğümü hatırlatan her işarette senin izini görüyorum, büyümekten de nefret ediyorum senden de, sevmekle sövmek arasında ince bi çizgi olduğunu farkedeli çok olmadı ama o çizginin bi sağına bi soluna bu kadar dengesizce savrulabileceğimi hiç düşünmemiştim. ve evet artık ben de dengesiz oldum. ama dengesiz olmak bana ne getirecek bunu da düşünmeye başladım. ne getirmesini istediğim ayrı bir mesele, en azından şöyle etraflıca bi nefret etme tadı yaşatsa bana, korkusuzca sevmekten geçtim çoktan. hem seninle aramızdaki hem senin kendi kendine benim de kendi kendime yaşadığımız bütün bu dengesizliğin içinde, insanın hiç bir şeyin önünü ve ardını göremediği bu rasgele düzensizlikten akıl yoluyla bir öngörüye ulaşmaya ya da en azından bu güne kadar olanları mantık çerçevesine oturtmaya çalıştım, yine beceremedim. sonra baktım yine yanımda değilsin ama hep oralarda bir yerlerdesin ve ben düşünüyorum. ulaşabildiğim en açık cevap bu oldu, ben düşündükçe sen olmayacaksın.
yok olan kişinin geçmişte kalması ancak izlerinin ve anıların hala taze ve şimdiki zamanda çakılı kalmış olması durumunda kurulan cümle. biten bir ilişkiye dair içinizde bir şeyler oldukça düşüneceksinizdir onu. siz düşündükçe de o yanınızda olmayacaktır asla.çünkü düşündükçe içinizde var olan kişinin yanınızda olmadığının ayrımına varırsınız ve kutulursunuz yanılsamalardan. bu çelişki acıtır canınızı, iki seçeneğiniz vardır; ya içinizde de yok edeceksinizdir onu ya da bir şekilde yanınızda da var olmasını sağlayacaksınızdır. öyle ya, varlık ve yokluk bir arada yaşanır mı hiç? aslında iki seçenek var gibi gözükse de tek bir seçeneğiniz vardır ki o da onu içinizde yok etmeye çalışmaktır. çünkü o yanınızda olmak istemiyordur muhtemelen ya da olamıyordur çok istese bile. içinizde var olan onu öldürmeye çalışırken yaşadığınız paradokslar sonucunda ise artık ona karşı söylediğiniz tek bir cümle kalır geriye; seni düşünüyorum o halde yoksun...