dünyayada bilinen en sağlam zırh insan derisidir. onun içindir ki sızdırmaz içindeki deliliğin kokusunu dışarıya. belediye otobüsü durağında, yanınızda gazete okuyan kişinin her gece üvey kızına cinsel tacizde bulunan bir insan olduğunu bilemezsin ki. derisi saklar içindeki tüm kötü duygularını.
ya da her sabah "bi isteğiniz var mıydı?" diye soran apartmandaki görevlinizin aslında bir seri katil olduğunu bilemezsiniz ki. ya da tam tersi. sizin içinizdeki iyi niyetleri, kötü niyetleri hiçbir kişi göremez.
dünyanın en muhteşem duygusu olan anlamakı muhteşem bir şekilde kavramak için muhteşem insan olmak gerekir. ve, aslında "seni anlıyorum" derken muhteşemliği oynamaya çalışırız. fakat, hiçbir şey muhteşem olmadığı gibi anlamak yetimizde muhteşem olamaz.
ancak; kollarımızın yettiği kadar anlayabiliriz karşıdakini. o da sarılırken. ellerimizi çekerken boynundan ve sırtından vazgeçeriz muhteşemliği oynama sevdamızdan.
anlamak yoktur aslında.
anlatmak da yoktur, gerek de yoktur işin ilginci...
kabul etme tahammul etme hoşgörme vardır. ve söz konusu ikili ilişkinin orta yerinde, göbek taşı diyebileceğimiz can alıcı noktasında sevgi/aşk var ise işte "anlamak" kelimesi anlam kazanacak demektir.
denebilir ki; " hadi ordan kardeşim, sevdik aşık olduk hatta ölüp ölüp dirildik lakin anlaşamadığımız için ayrıldık nice selvi boylu yardan güzel dosttan..."
yok annem, yok sevgili kardeşim; ya layıkıyla sevmemişsin ya layıkıyla sevilmemişsindir. uçurumun iki yakasını birleştiren bir köprü düşünün, köprünün idamesi için gerekli olan iki ayağın vazgeçilmezliği gibi bu iki kaide de elzemdir gül pembe anlamalar için.
seviyorsan, kabullenirsin...benliğini geri iterek, sevdiğini mutlu etmek yüceltmek adına atılabilecek her zerre adımı koşarak uçarak atarsın. ve bu yoğunluğun muhatabı da aynı çoşku ve teslimiyet ile kenidini adıyorsa adayan şahısa. işte samanlığın faklı kisvelere bürünme nedeni ortaya çıkıyor demektir.
bir vakit "aşık" ile "maşuk" ayrı düşerler. uzun süreler kavuşmak adına çırpınıp dururlar, ve bir gün "aşık" "maşuğu" bulur, evine gider. vuslat anıdır...
kapıyı çalar aşık
içeriden " kim o" der "maşuk", "ben" der heyecenala. kapı açılmaz nedense.
tekrar çalar "aşık" kapıyı sabırsızlıkla, yine " kim o" sorusu yönelir içeriden tanıdık ve özlenen kişi tarafından. "aşık" karmaşıklık içinde yine " ben" der. kapı hala soğuk sesizliğini sürdürmektedir.
tekrar çalar kapıyı dayanılmaz bir aceleyle. içerden yine " kim o" sesi gelir. ancak cevap bu sefer farklıdır;
"biz"
ve kapı açılır kavuşmak adına...
ez cümle anlamak "biz" olmakla başlar ve "biz" olunduktan sonra anlamak yahut anlaşılma ihtiyacı da ortadan kalkar zira tek bir kalp vardır ortada, nefes alıp veren tek bir bünye...
kimseyi kimseyi anlamaz aslında. sadece duygular payaşıldıkça karşı taraf da kişi için üzülür bu kadar. yoksa yaşamadan kim, neyi ,nasıl, kimi anlıyo... ben yaşadım ben biliyorum ve sadece ben kendimi anlıyorum...